Maya Angelou’nun zamansız ölümüyle biraz hüzünlü başlayan New York Kitap Fuarının ilk günü Dijital Yayıncılık, Bağımsız Kitapçıların Geleceği, Edebiyatta Çeviri Sorunsalı ve editörlerin 2014-2015 sezonu için seçtikleri, daha doğrusu kariyerlerini de ortaya koyarak “herkes bu kitabı konuşacak” dedikleri kitapları tanıttıkları panele ayrılmıştı.
Hepsini tek tek yazmaya çalışacağım ama hazır kitaplar elimde, konuştuklarımız aklımdayken; Türk yayıncılara da bir yararım dokunur belki diyerek panelden başlamaya karar verdim. Aşağıda adlarını okuyacağınız kitaplar yeni veya adı pek duyulmamış yazarların yapıtları, editörlerin, “işte bu kitap” diyerek kariyerlerini de (kimi zaman) riske attıkları örnekler.
Station Eleven (Emily st. John Mandel) – Knopf’un editörlerinden Jennifer Jackson’ın tabiriyle “evdeyken evi özleten” bir yapıt. On Bir Numaralı Durak distopik bir gelecekte geçiyor. Okudukça “yediğiniz yemeğin bile kıymetini anlamanızı sağlayan” bir gücü ve “sahip olduklarınızın değerini kavratan” bir anlatımı var. “Cloud Atlas gibi bir örnek belki…”
We are not ourselves (Matthew Thomas) –Simon and Schuster’ın genel yayın yönetmeni Marysue Rucci’nin “yıllardır böyle bir kitap okumamıştım” diyerek sunduğu yapıt. Diğer editörlerin başlarını sallayışlarından anladığım kadarıyla onlar da Kendimizde Değiliz’i okumuşlar ve Rucci, “bu kitabı okurken gönül rahatlığıyla ağlayabilirsiniz, herkes ağlıyor” dediğinde, sözlerinin doğru olduğunu panele katılanların suratlarından anlıyorsunuz. “Beklediğimiz yapıt, o yeni, Amerikan başyapıtı bu” diyecek kadar da iddialı Rucci. Oğlan ve babası balığa gitmişler. Oğlan bir kurbağayı tutup meraktan karnına oltanın ucundaki kancayı saplıyor. Kurbağanın bağırsakları dışarı sarkarken suçluluk duyuyor birden. Babasına kurbağadan yem olur mu diye soruyor en masumane sesiyle. Babası oğluna bakıyor, gözlerinde şimşekler çakıyor. Kafasına solucan dolu tenekeyi fırlatıyor. Solucanlar dökülürken ‘şeytani bir şeydi yaptığın’ diyor çocuğa, ‘yaşın, zalimliğinin bahanesi olamaz.’ Kurbağa için bir mezar kazdırıyor ve yeniden konuştuğunda oğlan, biliyor aralarındaki bağın artık koptuğunu.
The Miniaturist (Jessie Burton) –Harper Collins’e bağlı Ecco Yayınlarından çıkan Minyatürcü, listedeki en ilginç kitap. Şimdiden 30 ülkede hakları satılmış. (Türkiye dahil mi bilmiyorum.) Nella Oortman adlı kadının garip bir aileye gelin gitmesiyle başlayan bir öykü. Ama bu, bir kadının en acıklı hikayesi kesinlikle değil. İlk 3 sayfayı okudum, açıkçası tek istediğim yazıyı bitirip kitaba devam etmek. Beni şu sahnede tavladı: Cenazedeler. Kilise kapısı kapanınca küçük bir kuş içerde hapis kalıyor. Cenaze bittiğinde dışarı çıkmaya hazırlanıyor kadın. Bir süre kuş da çıkabilsin diye kapıyı açık tutuyor ama ürküyor küçük kuş. Kilisenin iyice içlerine sığınıyor. Kadın kapıyı kapıyor, güneşin altında duruyor. Sevgili serçe, diye düşünüyor, orayı daha güvenli sanıyorsan, seni özgür bırakacak kişi ben değilim.
On Immunity (Eula Biss) –Bağışıklık Üzerine. Graywolf’tan Jeffrey Shotts’ın tanıttığı kitap Sontag’ın Metafor Olarak Hastalık yapıtını hatırlattı bana. Listedeki roman olmayan ender kitaplardan. Hastalık, hijyen, antibakteriyel sabunlar, aşılar zararlı mı kavgası, bir annenin paniği, dile bile sızan sembolizm –“ona hastayım” –Biss’in deyişiyle: “bu kitap sembolik hastalıklar dışında hiçbir şeyin aşısı değildir.”
Neverhome (Laird Hunt) –İç savaşta geçen ama iç savaştan fazlasını anlatan bir roman. Little Brown’dan Rowling’in editörü olarak tanıdığımız Josh Kendall’ın “bir solukta okudum” dediği kitap karakterleriyle öne çıkıyor(muş).
The Short and Tragic Life of Robert Peace (Jeff Hobbs) –Scribner’ın kitabını bilerek sona bıraktım çünkü gerçekten hüzünlü bir biyografi ve bir kere duydunuz mu aklınıza takılıyor bir süre. Colin Harrison, “yunan tragedyaları gibi” dedi, bence daha çok Shakespeare havası var. Robert Peace gettodan çıkan, yokluk içinde büyüyen bir genç. Siyah. Öylesine zeki ki kendisiyle tanışan herkesi etkiliyor ve Yale’de tam burslu olarak Moleküler Biofizik ve Biokimya okumaya hak kazanıyor. Mezun olunca öğretmenlik yapıyor bir süre. Sonra uyuşturucu ticaretine bulaşıyor ve 30 yaşında vahşice öldürülüyor. Nasıl olur diye sormadan edemiyor insan. Dünyanın en prestijli üniversitelerinden birine kadar dişini tırnağına takıp çalışıyorsun, başarıyorsun… Düşüyorsun. Robert Peace’in Kısa ve Trajik Hayatı Türkçeye hiç çevrilecek mi bilmiyorum ama içimden bir his bu kitaptan öğrenilecek şeyler olduğunu söylüyor. Yazar, Peace’in Yale’deki oda arkadaşı.
Heyzen Ateş – edebiyathaber.net (29 Mayıs 2014)