Birçok (özellikle felsefe) kitabın kapağını süsleyen Raphael’in “Atina Okulu” resminde Platon elinde hangi kitabı taşıyor dersiniz? Olgunluk çağının eseri Timaios’u.
Timaios ilkçağ ve ortaçağ felsefesini derinden etkilemesi dışında Hıristiyanlığın Platon’un felsefi gücünü içselleştirmesi, Platon’a Hıristiyan elbisesi giydirilmesindeki kilit kitaptı. Karanlık ve güç anlaşılan damgası vurulan yapıt başta Aristo ve Epikuros olmak üzere, Musevi, Hıristiyan ve Arap düşünürlerini, ilahiyatçılarını derinden etkiledi. Raphael ve Rönesans ardından günümüzü de kendine çekiyor.
Timaios’u farklı kılan ise içinde evrenin ve insanın yaradılışı, kadın, hastalıklar, bugünlerde sanki çağımıza özgü olduğu sanılan ve “ben Alzheimer mı oldum?” sorusunu aklımıza getiren “yakın zamanda olanı unutup uzak geçmişi unutmama” durumu; gökyüzü, yıldızlar, gezegenler, matematik, geometri, kayıp kıta Atlantis gibi birçok konu ele alması. Sokrates ile kitaba adını veren Timaios’un sohbeti ile başlıyor eser.
Yüzlerce yıl önce konuşulanlar boş laflar değil. Platon beynini değil bağırsaklarını dolduranları yeriyor. Çağımızın bezgin insanı konuşmaktan, dinlemekten, anlamaktan, sorgulamaktan giderek uzaklaşıyor. Sözcük dağarcığı zayıflarken bedensel olarak obezleşiyor Ağızda sakız gibi çiğnenip duran çelimsiz kelimler arada bir içi hava doldurulup balon yapılıp patlatılıyor. El emeği göz nuru mektupların yerini tutabilir mi, çoğunluğu kesip kopyalana ve yapıştırılan “kısa mesajlar.” Anlamsızlaştırılan “Sevgi” kısaltılmadığı gibi dağarcıktan da atılmış gibi. Saatlerce dolu dolu konuşmak ne kadar can sıkıcı geliyor giderek kalabalıklaşan bireylere. Konferans, söyleşi, seminer, sergi… ucunda tatil, ikram, vitrin ve ön saflarda fotoğraf karesinde yer almak varsa çekici. Boyunlarına, göğüslerine, omuzlarına, taktırabildikleri madalyaları; ev ve iş yerlerinde duvara astırabildikleri belge, vitrinleri süsleyen plaketleri; adlarının önüne getirebildikleri unvanları; hiç yapamazlarsa ailelerinin sanları öttürüyorlar. Bunlar düşünce denizinde yol aldıkları teknenin yelkenine bedenlerinin izin verebildiği oranda soluk vererek ve bu solukları birleştirerek bir rüzgâr oluşturmak, konuşmak, soru sormak, tartışmak isteyenler için sus payı oluyor. Ruhunu ve insan sıcaklığını yitirdikçe yitiriyor insanlar. Artık emzik yerine çocukların eline telefon tablet, önüne kablosuz bağlantılı telefon konuyor. Konuşup kafa şişirmesinler diye. Aristotales “İnsan doğası gereği politik bir hayvandır… Toplum içinde yaşamayan ya da kendi kendine yettiği için buna gereksinim duymayan ya hayvandır ya da Tanrı” diyor. Atasözümüz ise “hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır” diyor.
Ağlamak, gülmek, konuşmak ve düşünmek. Platon’un yapıtları bu yüzden eskimiyor. İçerikleri kadar insan olmanın tadına doyum olmayan konuşabilme ve düşünebilme özelliğinin özlemini giderdiği için okunuyor. Suskun birey, suskun toplum açmazını aşmak için merdiven gibi Platonun yapıtları. Kurumaya yüz tutan içseslere, iç konuşmalara, iç düşüncelere can suyu veriyor.
Sokrates Timaios’la meslekler ve devlette yer almaları sohbetini sürdürür. “Askerler düşmanların karşı sert, dostlarına karşı yumuşak olabilmeleri için ruhlarının hem öfkeli hem de bilgiye aç olması gerektiğini” beden eğitimi, müzik ve diğer konularda kendilerine uygun bilgileri edinmelerini söyleyen Sokrates: “Askerlerin tek amacı erdem olmalıdır, para söz konusu olduğunda bunu beraberce harcamaları, beraber yaşamaları gerekir” diyor.
Askerlerden, kadınlara, doğuma, çocuklara, eğitime uzayıp giden konuşmaya Solon’dan anılar eklenir: “Oysa Mısır’da dinlediği hikâyeyi tamamlayabilseydi, Homeros ve Hesiodos veya başka herhangi bir şair (Solon’la) onunla yarışamazdı… Savaş bilgisi ve cesaret konusunda diğerlerinden üstün olduğu için ordusunun başına geçti. Ancak diğerleri korkup kaçtıkları zaman düşmanla tek başına mücadele etti ve çok zor durumda olmasına karşın saldırganları yendi… hayatları boyunca köle olarak yaşamamış insanları kölelik tehlikesinden kurtardı.” Solon’un savaştığı insanlar Atlantis’tendi.
Kritias’ın “İnsanın çocukken öğrendiklerinin garip bir şekilde her zaman akılda kaldığı söylenir, ne kadar doğruymuş. Benden dün duyduklarımı anlatmamı isteseler bunu yapabilir miyim bilmiyorum. Fakat çok önceden duyduklarımı unutsam şaşırırdım” sözleri geleneğin, törenin neden sürdüğünün anahtarıdır. Çocukken öğretilenler bireyde yaşadığı gibi toplumsal bellekte de varlığını sürdürüyor. Bu yüzden bütün ideolojiler, inançlar çocukları, gençleri ellerinin altında tutmak istiyor. Yakamızı kurtaramadığımız batıl inançların, kin, nefretin önünün kesilmemesinin nedeni de bu, çocukların belleğine ve yüreğine sevgi, saygı, güzellik tohumları ekmek gerekiyor.
Platon kadınlara erkek egemen bakış açısıyla bakar. Tanrılar erkeği ve kadını yaratırken, erkekleri kadınlardan üstün tutar ve kadınları yeri Nazım Hikmet’in şiirinde işlediği üzere “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen” kadın, köle ile hayvan arasında bir yerlerdedir. Ve kadın olmak bir cezadır: Erkek doğanlar korkak olurlarsa, zamanı kötü kullanırlarsa ve yaşamlarını adaletsizlik içinde sürdürürlerse, ikinci hayatlarında kadın olarak doğarlar. Yine kötü olmaya devam ederlerse bu kez hayvan olarak dünyaya gelecekler.
Doğa felsefesi, biyolojik yaşam, hayvanlar, bitkiler, insan bedeni ve organları tek tek ele alınıp ilginç yorumlara uğruyor. Anadolu’da hala karaciğer ile gelecekten haber verenlerin izleri bu yapıtta da var. Kavram ve gerçek düşünceyi tek bir varlık gibi gören Platon, “Gerçek varlık doğru ve eksiksiz bir düşüncenin ürünüdür” yani “”Düşünüyorum öyleyse varım!”
Hava toprak, su ve ateş. İyi bir ilacın formülü: kokusunu almak. “Sıcak, soğuk” ile “yakıcı, buruk”un akrabalığı. Görme, koku alma, tat, dokunma, duymanın yorumlanması. Bizleri yaratanlar türümüzün yeme içme konusunda çok hassas olacağını ve ihtiyacımız olandan fazlasını yemek isteyeceğimizi biliyorlardı. Geleceğimizi gören tanrılar ölümlü soyunun hemen hastalanıp ölmesini istemiyorlardı, bu nedenle gereğinden fazla yediğimiz şeyleri depolamak için karnı yarattılar. Yediklerimiz bağırsaklardan hemen geçiyordu. Bedenimizin farklı kısımlarının başka yemekler istemesi ve bu yüzden insanların felsefeyle ve sanatla ilgilenmelerinin ve tanrısal kısma boyun eğmelerinin önüne geçebilmek amacıyla bağırsakları üst üste yerleştirdiler.” İşte biz bu sayede sanat, bilim ve felsefeyle uğraşacak zaman buluruz.
İhtiyacından daha fazlasının peşinde koşmama, göbek bağlamak için zaman harcayacağına bilim, kültür, sanata yani kafayı yönlendirmeye çağrısı yapıp duran Platon: Tüm ölümlüler ve ölümsüzler bu evrendedir. Evren bu şekilde doldurulduktan sonra gözle görülebilen bütün canlıları kendisinden toplayan bir canlı, kavranabilen tanrı örneğine göre kurulmuş bir evren haline dönüştükten sonra çok büyük, çok iyi ve muhteşem olan bu dünya ortaya çıktı. Dünya kendi soyunun tek ve muhteşem gökyüzüdür.”
Kendi soyunun tek ve muhteşem gökyüzü olan dünya ve onun üzerinde yaşayan her şeye sahip çıkma manifestosudur Timaios. 2443 yıl önce doğan, zamana direnen yapıtlarıyla Platon’u yeniden keşfetmenin zamanıdır şimdi.
Yaşar Öztürk – edebiyathaber.net (13 Temmuz 2016)