Bu sene de okula başlayamamıştı Osman. Abilerinin arkasından camdan bakmakla yetindi yine. Her sabah aynısı olurdu. Ebubekir ve Ömer gelir, okulun aslında düşündüğü kadar güzel olmadığıyla ilgili konuşur ve giderlerdi.
Kapının karşısındaki dolaba sakladığı çantayı yavaşça aldı. Sessizliğine tek düşman, her adımında yerden duyulan gıcırtılardı. Yine de annesine yakalanmadan çıkabilmişti evden. Pencereden görünmeyene kadar koştu. Kelimeleri annesinin söylediği türkülerden, sayıları duvardaki takvimden öğrenmeyecekti artık. Okula gidiyordu Osman. Tahta sıralara oturmaya, tebeşir tutmaya gidiyordu. Hele bir geçsin şu sokağı fazla kalmamıştı varmasına. Sanki her şey ona engelmiş gibi yağmur bastırdı. Koştukça sular sıçrattı, sıçrattıkça daha çok koştu. En sonunda üç katlı binaya atabilmişti kendini. Bomboş koridorlarda aldığı derin nefesler defalarca yankılandı. İlerledikçe kapıların arkasında ders anlatan öğretmenlerin sesleri geldi kulağına. İster istemez bir tebessüm belirdi yüzünde. Tüm cesaretini toplamış kapılardan birini çalacaktı ki zilin sesiyle irkildi. Ne olduğunu anlayamadan koridor dolmuştu bile. Kimse onu görmüyordu. Rüzgarın ortasında kalmış küçük bir çalı gibi esintiye kaptırmıştı kendini. Sesini bastıran çığlıklar, koşturan çocukların ayak sesleri karşısında paniğe kapılmıştı. Arkadaşlarıyla sokakta oynamayı severdi ama bu kadar çocuğun bir arada oluşu biraz ürkütücü gelmişti. Konuşma çabalarının sonuçsuz kaldığını birkaç kişiyle daha deneyimledikten sonra girdiği kapıya yöneldi. Adımlarındaki tatlı telaş hayal kırıklığı tarafından çoktan örtülmüştü. Yağmur aynı şiddetiyle devam etse de aynı çocuk çıkmamıştı kapıdan. Bu kadar okuma sevgisiyle dolu, öğrenmek için can atan bir çocuğu nasıl kimse fark etmez, aklı almıyordu.
Kirpiklerinden düşmeyen yağmur damlalarına bakmaya çalışırken evinin bulunduğu sokağa girdi. Kendine o kadar çok soru sormuştu ki ne ara geldiğini anlamadı. Yorgunluğun ve açlığın da etkisi büyüktü. Annesi sevdiği cevizli çöreklerden yapmış mıydı? Bu yaz evde kendi kendine okumayı sökerse babası yazın bisiklet alır belki. Neredeydin sorusuna nasıl cevap verecekti? Derken kapıyı çaldı, babası açmıştı. Kapıyı babasının açmasının yanına bir de tepki vermemesini katınca şaşkınlığına merakı da ekledi. Odaya geçtiğinde annesinin ağlamaklı olduğunu görünce durum daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı onun için. Babası halini anlamış olsa gerek oturdu, Osman’ın boyunun hizasına yaklaştı. Saçlarının arasından eksik olmayan talaş parçaları her hareketinde biraz daha dökülüyordu. “Tebessüm şehri demek… Bu şehrin tebessümü bize değil Osman. Bu dünyanın huzuru, sefası bize değil.” dedi. Bir şey anlamasa da annesini üzmüştü her ne olduysa. Geçmeliydi çabucak tekrar çörek yapmalıydı ona. Osman mutfağa gitti, tabureye çıktıktan sonra takvimin yaprağını kopardı. Ve günün tarihindeki sayıları pürdikkat incelemeye koyuldu.
Hande Yavuzkanat – edebiyathaber.net (30 Ocak 2016)