İyi kitaplar zamansızdır; elli yıl da geçse yüz yıl da geçse okur üzerindeki etkisini yitirmez. Okur ister yeni yetmeliğinde okusun, ister yaşını başını aldıktan sonra, kitabın tadı belki farklılaşır, yoğunlaşır, derinleşir, ancak ne eksilir ne eskir. Siddhartha o kitaplardan. Bir başyapıt. Hermann Hesse’nin kitapta da yer verdiği gibi; “Zaman gerçek değildir.” zaten…
1877’de Almanya’da doğan şair, yazar ve ressam Hermann Hesse, 1946’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü alır. İnsanın, hayatın anlamına ve yaşama dair arayışlarını Budizm ve Uzak Doğu felsefeleri üzerinden konu edinen Siddhartha’nın ilk yayım yılı ise 1922.
Can Yayınları’nın 2014’te Utku Lomlu imzasını taşıyan kapak tasarımları ile yenilenen kitaplarından biri olan Siddharta’nın arka kapağında Henry Miller’ın şu sözlerine yer verilmiş: “Genel olarak herkesçe kabullenilmiş Buddha imgesini aşan bir Buddha yaratmak, daha önce eşine rastlanmamış büyük bir başarıdır.”
Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasından, insana ve yaşama dair umudu yeniden yeşertmeye çalışan insanların arayışlarından doğmuş bir roman diyebiliriz Siddhartha için. Çünkü Hermann Hesse de o yıllarda benzer arayışlar içinde olmalıydı. Bunu sadece Siddartha değil, Demian, Bozkırkurdu ve Boncuk Oyunu gibi kitaplarına bakarak da söyleyebiliriz. Bir dönem Hindistan’da yaşayan, hem Hint kültürü hem de Budizm ile ilgilenen Hesse kitabında, bir yandan bu arayışa, sorularına, Budizm ve Uzak Doğu öğretilerinin cevap verip veremediğini irdelerken bir yandan da öğretileri, herkesin sorgusuz sualsiz peşine takıldığı din ve inanışları eleştirmiştir.
Kitabın kahramanı Siddhartha delikanlılık çağında yaşamın anlamını sorgular, hayatın sırrına erişmek için en yakın dostu Govinda ile birlikte evini terk eder ve yollara düşer. Bir süre yaşamın nimetlerinden el etek çekerek bu sırra kavuşmaya çalışır, aradığını bulamaz, bir süre de yaşamın nimetlerinin tadını sonuna kadar çıkararak amacına ulaşmayı umar. Hangi yolu seçse ilk başta doğru yolu bulduğunu düşünür, ancak aradığını bulamayınca yeni yollara sapar. Yolculukları sırasında Govinda ile Buddha’ya rastlarlar ve Govinda Buddha ile kalır, Siddhartha Buddha’ya saygı duyar ama ulaşmaya çalıştığı şey için Buddha’da da yeterli değildir. Siddharta yolculuğunun aşamalarından birinde tüm öğretilerin yetersizliğini fark eder;
“Bu yüzdendir ki yolculuğumu sürdüreceğim –bir başka öğreti, daha iyi bir öğreti aramak için değil hani, çünkü biliyorum ki böyle bir öğreti yoktur-, tüm öğretilere ve öğretmenlere sırt çevirip hedefime tek başıma ulaşmak ya da bu uğurda ölmek için yapacağım bu yolculuğu.”
Siddhartha, sıradan insanlardan farklı olduğunun bilincindedir. O insanlara “çocuk insanlar” der. Ama gün gelir, çocuk insanlardan hiçbir farkı olmadığını, hiç kimsenin bir başkasından farklı olmadığını görür, yaşamın mükemmelliği de bu birlik halidir zaten, bunun farkına varır…
Yaşlılık döneminde aradıklarına kavuşmuş gibidir. Birçok insan gibi yaşamının ileri dönemlerinde o da doğa ile buluşur; bir ırmakla dost olur, bir ırmakla konuşur, onun öğütlerini dinler. Bence kitabın en güzel bölümleri de bu bölümleridir. Çünkü dinlemeyi bildiğimizde tüm cevapları doğada bulabileceğimize inanıyorum. Doğa gerçekten konuşur, hem de insanlardan daha önyargısız, daha içten ve daha olduğu gibi konuşur:
“Sen de ırmaktan öğrendin mi o gizi, zaman diye bir şey olmadığını?”
“Evet, Siddhartha, sen şunu demek istedin sanırım: Irmak aynı zamanda her yerdedir, kaynadığı yerde, döküldüğü yerde, çağlayanda, kayıkta, akıntı yerinde, denizde, dağda, aynı zamanda her yerde ve onun için yalnızca şu an vardır, geçmişin gölgesi diye bir şey bilmez ırmak, geleceğin gölgesi diye bir şey de bilmez.”
Yaşam her döneminde Siddharta’nın içinde bir yara açmayı, o yarayı sızlatmayı bilir. Yaşlılık döneminde aradığı yaşama kavuştuğunu düşünürken, yüreği başka acılarla karşılaşır, yeni yüzleşmeler yaşar. Ama zaten o yaralar değil midir insanı insan yapan?
Aslolan sonuç değil süreçtir, o süreçte yaşadıklarımızdır ve hepsi değerlidir; acı da tatlı da, yaşam da ölüm de, gerçek de yalan da, aşk da nefret de. Siddhartha yaşamı boyunca bunu deneyimler.
“Hiçbir gerçek yoktur ki, karşıtı da gerçek olmasın!”
Siddhartha, üzerine ne söylense eksik kalacak kitaplardan. Çünkü yaşamınızın hangi döneminde okursanız size söyledikleri farklılaşacak bir kitap. Çünkü Siddhartha’nın somut olarak yaşadıklarını değil belki ama düşünsel ve ruhsal olarak yaşadıklarını yaşamımızın farklı dönemlerinde farklı biçimlerde hepimiz yaşıyoruz. Dolayısıyla 18 yaşında baktığımız pencereden gördüklerimizle, 50 yaşında gördüklerimizin, 70 yaşında gördüklerimizin kitaba getireceği yorum ve etkilenme farklı olacaktır. Ama kitap eşsizliğinden hiçbir şey kaybetmeyecektir. Ki ilk yayımlandığı tarihten beri tüm dünyada milyonlarca insana ulaşmayı ve güncelliğini yitirmemeyi başarmıştır Siddhartha.
Yaşınız kaç olursa olsun, doğrularınız ve inançlarınız yaşam tarafından kaç kere sınandı, kaç kere şaşırdınız, kaç kere hayal kırıklığına uğradınız, kaç kere yıkıldınız ve yeniden ayağa kalktınız? Tam buldum dediğiniz anda kaç kere başa döndünüz? Yıllar yıllar sonra iki kadim dost, Siddhartha ve Govinda bir araya gelir. Tadına doyulmaz sohbetlerinin bir yerinde Siddhartha der ki;
“Zaman gerçek değildir, Govinda, ben sık sık yaşadım bunu. Zaman da gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka bir şey değildir.”
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (18 Kasım 2015)