“Bugün işçi sınıfı için ne yaptınız?” | Metin Celâl

Şubat 23, 2025

“Bugün işçi sınıfı için ne yaptınız?” | Metin Celâl

Biyografi, anı kitaplarının çok ilginç adları oluyor. Geçenlerde Twitter’da bu kitap adlarından örnekler paylaşılıyordu. Bu ilginç adlıların en yenisi Faruk Pekin’in “Dedem Koruk Yemiş…” adlı kitabı. Faruk Pekin, kültür turizminin öncüsü olarak tanınır. Biraz daha yakından tanıyanlar onun 68 Kuşağı’ndan olduğunu, işçilere yönelik birçok çalışma yaptığını, bir zamanlar DİSK’te önemli görevleri olduğunu bilir. Zaten kitabın alt başlığı da “Emekçilerle Yanyana Bir Yaşam”. Bu niteliğini kendi de önemsiyor olmalı ki altbaşlık yetmemiş kitabın kapağında DİSK amblemi ve Faruk Pekin’in adı ve siması birlikte vurgulanmış. Yani kapağa baktığımızda Faruk Pekin’in DİSK’te geçen yıllarının anılarını yazdığını düşünebiliriz. 736 sayfa DİSK anısı okumak da herkese çekici gelmeyebilir. Neyse ki arka kapağın ilk cümlesi daha çok şey vaat ediyor. “Dedem Koruk Yemiş, Faruk Pekin’in yaşamının tüm aşamalarını; öğrenciliğinden, gazeteciliğine, sendikacılığına ve kültür turizmciliğine uzanan uzun soluklu mücadele dolu serüvenini dile getirdiği bir yaşam kitabı.

Kitabın adına dönersek “Dedem Koruk Yemiş…” sözü ilk başta pek anlamlı gelmeyebilir ama birçok atasözü gibi tamamı oldukça manidar; “Dedem koruk yemiş, benim dişim kamaşmış”.   Bu atasözü, birinin geçmişte yaptığı bir yanlışın veya hatanın, kendisinden sonra gelen nesilleri olumsuz etkilediği anlamına geliyor. Başkalarının davranışlarının sonuçlarının, o davranışı gerçekleştiren kişiden çok daha fazla kişiyi etkileyebileceğini ifade ediyor. Yani, atalarımızın yaptığı hataların bedelini bizler ödeyebiliriz. Atasözünün tam anlamı kitabın içeriği ile ilgili iki ihtimal olabileceğini düşündürüyor. Birincisi, Faruk Pekin anılarını kaleme alarak, bir özeleştiri yapma ihtiyacı duymuş olabilir. İkincisi geçmişte yaşananları, kendisine yaşatılanları unutamamış, bir hesaplaşma ihtiyacı duymuş olabilir. Çünkü birilerinin geçmişte yaptığı hata ve yanlışlar başkalarının, özellikle kendi yaşamını ve bugününü etkilemiş olabilir.

Son zamanlarda oldukça yaygınlaşmış gibi görünse de bizde “gerçek anlamda” yani tanıma uygun anı ve biyografi yazma geleneği yoktur. Çünkü dedikodu düzeyinde, yani sözel olarak geçmişi konuşmayı sevsek de onların yazılı hale gelmesini istemeyiz. Aleyhimizde delil olabileceğini düşünürüz nedense. “Gün gelir önüme koyar, hesap sorarlar” diye düşünülür. Zaten bir özeleştiri toplumu değiliz. Hatayı kendimizde değil başkalarında bulmayı severiz. O nedenle de anı ve biyografi kitapları esas olarak hesaplaşma, kendini haklı çıkarma ihtiyacı ile kaleme alınır güzel ülkemizde. Nadir örnekler yok mudur? Elbette vardır.

Okurların giriş, sunuş, önsöz gibi yazıları okumadığı bilinir. Ben okurum. Kötü bir huy, okumasam daha iyi olur ama obsesif yapım nedeniyle okumadan edemiyorum. Bu tür yazıları ana metni bitirdikten sonra okumak en iyisi, genelde öyle yapıyorum. Ama bu kez, künyesinde yazılmasa da kitabı yayına yayıncılığın duayenlerinden, usta bir tarih editörü olan Fahri Aral ağabeyimizin hazırladığını bildiğim için okumadan edemedim. Fahri Aral, kısa ama biyografi ve anı kitapları yazanlara ders niteliğinde bir sunuş yazmış. “Faruk Pekin’in anıları alışa geldiğimiz anılardan değil” diye söze başlayıp “ ‘Dedem Koruk Yemiş…’ her hatırat gibi öznel değerlendirmeler, kendine özgü bir ifade tarzı, yaşananların ortasına oturtulmuş bir ‘ben’ olgusu, ‘kendi’ kişiliği ile örülmüş sayfalardan oluşuyor” diye devam ediyor. Aslında her hatırat için bunu düşünebiliriz. “Fark”la ilgili ifadeler sonra geliyor. “Bana okumam için verdiğinde, kimi yerde bütüne kimi yerde ayrıntılara itirazlarım olmasına rağmen sadece dillendirdim. Bunlar değişsin demedim” diyor.  Yayına hazırlıyor, editörlüğünü yapıyor ama düzelttirmiyor. İtirazlarını merak etmemek elde değil. Sanıyorum çoğunu birlikte geçirdikleri bu yıllar hakkındaki yazılanlara itirazlarını yazacağını söylediği kendi anılar kitabına saklıyor.

En yakın arkadaşın yazdığını düzeltmek kolay değildir. Fahri Aral, editörlük işini başka birine bıraksa daha iyi olabilirdi. Ama neden bu işi yaptığını yazdıklarının devamında anlıyoruz. Bunları yazdıktan sonra Faruk Pekin’in “didaktikliğini” vurguluyor ve “Bu ve diğer özellikleriyle kendisinden çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim” diyor. Son paragrafta da kitabı okumamızı önerip “her konuda her satırında tarihle yan yana getirilen gerçekler bulacaksınız” diye bitirirken tekrar anı kitaplarının öznel olduğunu vurgulayıp son noktayı koyuyor. İster istemez kitabı bu uyarı ve çekincelerle okuyorum.         

Faruk Pekin, 1942’de İzmir’in Menemen ilçesinde doğmuş. 83 yaşında. Dolu dolu bir hayat yaşamış, yaşıyor. “Dedem Koruk Yemiş…” Menemen’deki çocukluk günlerinden başlıyor. Tatlı dilli bir anlatımı var. Menemen’in ilk fabrikasını dedesi kurmuş. Zengin bir ailenin çocuğuyken zamanla yoksullaşmış. Daha çocukluk çağlarında çalışmak durumunda kalmış ve işçilerin dünyasına girmiş. Öte yandan başarılı bir öğrenci. Ortaokulu İzmir Türk Koleji’nde, liseyi Atatürk Lisesi’nde okumuş. Her gün Menemen’den trenle İzmir’e gidip dönmüş. Gezgin ruhunun temellerinin o tren seyahatlerinde atıldığını düşünebiliriz. 

Robert Koleji Yılları
Robert Koleji Yılları

“Edebiyatı çok güçlü, coğrafya ve tarihe ise çok meraklı bir öğrenci”ymiş. Sınıflarını birincilikle bitirmiş. Çocukluğunda okuduğu kitapları tek tek anımsıyor. Robert Koleji Yüksekokulu’nu burslu olarak kazanmış. Kimya mühendisliği eğitimi almaya başlamış. Meraklı bir öğrenci, girişimci ruhu var. Lisede yıllığı nasıl çıkardıysa üniversitede de yaptığı ilk iş talebe cemiyetine üye olmak oluyor.

D.İ.S.K Davası’nda yargılanırken

Faruk Pekin’in Altan Öymen’in dönemsel anı kitaplarını anımsatan, tarihi gelişmeleri ihmal etmeden, hatta onları yansıtmaya özen gösteren bir anlatımı var. Sanırım bu didaktizminden geliyor. O yılları bilmeyen okur için faydalı bilgiler bunlar. Kitap anıdan tarihçeye dönüşüyor. Sorun “dedenin koruk yemesiyle” ilgili bölümlerde ortaya çıkıyor. Faruk Pekin’in yaşamında en önem verdiği dönemlerden birinin Robert Kolej yıllarındaki öğrenci liderliği ve Robert Koleji Yüksekokulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştürülmesi için verilen mücadele olduğunu anlıyoruz. Bu bölümlerde anlatı doğal akışından ve kronolojiden kopuyor. Bir hesaplaşma metni haline geliyor ve bugüne dek bitmediğini anladığımız bu tartışma hakkında Faruk Pekin’in görüşlerini okuyoruz. Bu bölümleri ayrı bir kitap olarak yayınlasa iyi olurmuş.

Son zamanlarda çok hatırat ve biyografi okudum. Bunların büyük bir bölümü de 68 Kuşağından kişilerin kaleme aldığı kitaplardı. Siyasi hatırat yazanlarda en sık rastlanan özellik başta da belirttiğim geçmişle hesaplaşma arzusu. Anılarını anlatmaktan çok hesaplaşmaya önem veriyorlar ve ortaya çoğunlukla polemik metinleri çıkıyor. Bu siyasi hatıratların en önemli ikinci özelliği mutlaka “anlatılmaması gereken yerler, kişiler” olması. Aradan 60 yıl geçmiş olsa da hâlâ bazı şeylerin, hatta çoğu şeyin anlatılmaması gerektiğini çünkü insanlara zarar vereceklerini düşünüyorlar. “Anlatacaklarım suç kanıtı olabilir” diye

Müfide Aynıbal Pekin ve Faruk Pekin

düşünüyorlar. Otosansür uyguluyorlar. Bu özellik 68 Kuşağı’nda çok yaygın. O nedenle de aslında bizim okur olarak merak ettiğimiz siyasi faaliyetlerini, o faaliyetler içinde insan ilişkilerini anlatmak yerine o eylemler nedeniyle yakalanıp hapse düştükten sonra yaşadıklarını anlatmayı tercih ediyorlar. Faruk Pekin için de aynı şeyi düşündüm. Ant dergisi, Özgüdenler, dergide yaşananlar, yayınevi ortaklarından Yaşar Kemal başta olmak üzere orada bulunan insanlarla ilgili anılar anlatılsa benim için daha hoş ve bilgilendirici olurdu. O dönemlerden adeta yıldırım hızıyla geçmiş ve tarihsel bilgiler vermekle yetinmiş. Tabii bunun nedeni tüm bir yaşamı tek bir kitapta anlatmak arzusu da olabilir. Faruk Pekin’in yaşamının, anılarının 736 sayfa da olsa tek bir kitaba sığmayacağı anlaşılıyor.

Bir monografi de Disk yılları ve davası olabilirdi. Bu bölümler de ayrı bir kitap olmayı hak ediyor. Yine bir hesaplaşma arzusu var ve yine Faruk Pekin o güzel anlatımından kopup didaktik, raporlaşan bir anlatıma dönüyor. Kapağa da yansıttığı gibi Faruk Pekin’in yaşamında en belirleyici yıllar sendikalarda çalışması, işçi eğitimleri, daha sonra Disk’te başkanla yakın ilişki içinde geçen ikinci dönemi olmuş. O yıllardan anlatacak çok anısı olduğunu ama bu hesaplaşma arzusu nedeniyle onların es geçildiğini düşünüyorum. Örneğin kitapta en sık adı geçenlerden olan ve kitabın editörü Fahri Aral’la nasıl tanıştıklarını bile öğrenemiyoruz ki iki yakın arkadaş olarak ne çok ve hoş anıları olduğunu tahmin edebiliriz. Çünkü işten çıkarken arkadaşlarını kapısını çalıp “Bugün işçi sınıfı için ne yaptınız?” diye soran yapıda biri Faruk Pekin.  

12 Eylül Askeri Darbesi ve ardından tutuklanma ve hapishanede geçen günler geliyor v anlatım yine içten, akıcı bir tona dönüyor. Yıllarca hapiste kaldıktan sonra Faruk Pekin’in ikili bir yaşamı olmuş bir yanda kültür turizmciliğinde başarılı bir kariyer sahibi olurken diğer yanda siyasi faaliyetler, hesaplaşmalar devam etmiş. Kültür turizmciliği anılarının başka bir boyut olduğunu düşünüyorum. Faruk Pekin bu konuda çok emek verdi. Kitaplar yazdı. Daha da yazması gereken çok şey olduğu belli. Yani bu kitaptaki birkaç bölümle yetinmemeli, daha geniş ve kendini daha çok merkeze koyarak o yılları anlatmalı.  

Faruk Pekin ve Fahri Aral

 “Dedem Koruk Yemiş…”  bence hatırat değil kronolojik gelişen bir otobiyografi. Faruk Pekin’in doğumundan bugününe kadar yaşamımın bazı dönemleri hoş hatıralarla, bazılarını didaktik bilgiler ve hesaplaşmalarla okuyoruz. Kitabı merakla ve çok şey öğrenerek okudum ve bazı konuları daha çok merak ettim. Kalemine sağlık Faruk Pekin diyorum ve yeni kitaplarını merakla beklediğimi özellikle belirtmek istiyorum.   

  • “Dedem Koruk Yemiş…” , Faruk Pekin, Literatür yay. Kasım 2024

Yorum yapın