06.08.2017
I
Sevgili Buket Uzuner,
Sizinle tanışıklığım eskiye dayanır aslında. Öyküleriniz ve gezi yazılarınızdan tanıyorum sizi. “Su” romanınızı da okudum ve çok beğendim.
Bugün ODTÜ kütüphanesinde tezimle ilgili çalışmaya çalışırken daha ilk molada pes edip edebiyat eserlerinin olduğu 3. kata çıktım. “Toprak” romanınız geldi aklıma. Tam zamanı dedim. Beni iktisatla cebelleşmekten kurtaracak, bu zor ve yalnız zamanımda beni alıp götürecek sizdiniz çünkü. Ama roman rafta yoktu. Ben de onun yerine “Şehir Romantiğinin Günlüğü”nü aldım elime… Ve bırakamadım.59. sayfadayım ve bu mektubu yazmaya karar verdim. Zira sizin Sulhi ile konuşmalarınız gibi ben de sizinle konuşmaya başlamıştım bile. Bari yazayım dedim. Biliyorum bu mektubu hemen gönderemeyeceğim size. Çünkü yakın zamanda yeni romanınız için kampa girdiğinizi ve bir süre sosyal medya hesaplarınızı kullanmayacağınızı öğrenmiştim. Ben de yeni romanınızı sabırsızlıkla bekleyen biri olarak sizi rahatsız etmek istemiyorum. Bu nedenle bu mektubu bir süre göndermeyeceğim. Ama size yazmaktan da kendimi alıkoyamıyorum.
Çünkü “Şehir Romantiğinin Günlüğü” daha kapağını açar açmaz etkiledi beni. Kitabı “…bakarken görmeyi, sakın böbürlenmemeyi ve asıl yolcuğun insanın kendi içindeki olduğunu ilk öğreten” Annenize ithaf etmeniz duygulandırıcı ve düşündürücüydü. Ardından “gezgin ruhunuzda” ve “şehir romantiği” tanımlamanız da adeta kendimi buldum ve artık biliyorum ve eminim ki ben de bir şehir romantiğiyim. Ama ben de daha ilköğretim yıllarında babasının iş için gittiği yerlerden getirdiği şehir rehberleri ve okul coğrafya kitaplarıyla gezme tutkusuna kapılan bir gezginim. O okul coğrafya kitaplarından bildiğim Stonhedge, Niagara Şelalesi, Mısır piramitleri ve Sina çölü, Paris ve Eyfel Kulesini gördüm. Henüz Çin settinde dolaşamasam da biliyorum ki uzak diyarlar ve şehirler çekiyor beni ve yakın zaman da oraya da giderim. Hatta kimbilir sizin gibi ben de bir gezi kitabı yazarım.
Kim bilir belki ben de Almanya’ya dair önyargılarımı kırar Almanya’yı baştan aşağı gezme olanağı yaratırım. Ve dahi tüm önyargılarımı ve korkularımı kırar daha mutlu yaşarım. Ama kesin olan şu ki bugün bu sıkıcı tez çalışmasından uzaklaşıp kitabınızı almak ve okumak ve dahi size yazıyor olmak beni mutlu etti. Ama sanmayın ki öğrencilikten de sıkılıyorum. İleri yaşta ODTÜ’de okuma cesareti bulmak ve bu sayede şu an kütüphanede kitabınızı okuyor olmaktan ve sizinle pek çok yeni ortak konularımız olduğunu keşfetmekten de gururluyum.
Ayrıca ilk fırsatta Almanya seyahatiniz de okuyor olduğunuz Julian Barnes’ın “Flaubert’in Papağanı”nı da alıp okumayı düşünüyorum. Sizinle edebiyat sohbetleri yapmak, Kavafis’ten, Sartre’dan, Nazım’dan konuşmak da oldukça mutluluk verici. Velhasıl iyi ki varsınız ve bir kadın ve bir gezgin olarak sizi tanımaktan mutluyum ve gururluyum. Lütfen bize ilham ve cesaret vermeye devam edin. Günümü güzelleştirdiniz. Tekrar tekrar teşekkür ederim. Bir şehir romantiği olarak size selam eder yazın ve yayın hayatınızda başarılar ve kolaylıklar dilerim. Doğayla ve dünya coğrafyasında ve kitaplarda gezgince kalacağımızı biliyorum.
II
Tahmin edeceğiniz gibi “Şehir Romantiğinin Günlüğü” kitabınızı aynı gün içinde deyim yerindeyse bir solukta bitirdim. Bir başka okurunuzda bazı yerlere küçük işaretler koymuş. Benim de hoşuma gitti bunlar kütüphane kitabı bile olsa. Belki bir tür iletişim sayılabileceğinden… O yüzden onları da sizinle paylaşmak istedim.
Mesela “Bebek Bey” hikayenizdeki annelik hissiyatınıza her ne kadar anne olmasam da tercüman olmuşken bir de başka bir okurun “her şeyin bir bedeli vardır ve başkalarının yalnızca başardıklarına bakıp, onları yalnızca şanslı sananlar ya çok saf, ya da aptaldırlar!” ifadesi beni kendi başardıklarıma ve ödediğim ve ödemekte olduğum bedeller üzerinde düşünmeye sevk etti.
Hele “zencefil” konusunda yazdıklarınıza katılmamam mümkün değil. Aynı okurunuz “Bazı tatlar yaşam boyu ancak bir kez tadılır. Ve çok farkında olarak yaşayanlar o sırada bunu bilirler” ifadesini yine aynı kalemle aynı şekilde işaretlemiş. Duyarlı bir Carol beni de etkiledi. Sıcak ama mesafeli insanları hep sevmişimdir. Aynı şekilde ben de “küçük mucizelere” inanırım ve bu yüzden ben de “Küçük mucizeler yalnızca onlara inananlar için gerçekleşir ya, yine öyle oldu:” ifadesinin altını çizdim ve silmeyeceğim. Belki bu ifadeniz bir başkasına da umut verir. Ben ise bunu hatırlatan olayım.
Ahmet Cemal yazan 83. sayfada ruhunu şad ettim. Mekanı cennet olsun.
Öte yandan 90. sayfadaki “Boşnak çocukların bonbon isteyişi” ifadesini görünce savaş sonrasında bir bayramda ziyaret ettiğim Saraybosna’da dağıttığım şekerleri hatırlayıp “iyi ki yapmışım” dedim. Belki bir gün ben de 1993 yılında tanıdığım Bosnalı Emira’nın hikayesini yazarım.
Savaş, fakirlik deyince aynı okurunuz sizin Latife Tekin’in “fakirlerin edebiyatı yoktur” ifadenizi işaretlemiş. Ama ben aynı fikirde değilim. Sözlü edebiyatı zengin bir milletin ferdi ve liseye kadar yazları köyde geçmiş ve bir çok hikayeler dinlemiş halk edebiyatının en canlı örneklerini gözlemlemiş biri olarak bunu kabul edemem. Diğer yandan Latife Tekin’i ve Sevgili Arsız Ölüm” romanını da nasıl severim. Etkileyici bir romandır ve sanki yanlış hatırlamıyorsam şiir yazmaya kalkan roman kahramanı ve romanın dili bile başlı başına bu ifadeyle çelişir. Neyse belki ifadenin devamı farklıdır ve kastettiği zaten “yazılı kültüre” olan ilgisizliğimizdir.
Kıbrıs’a dair gözlemleriniz ve “Ada kültürünün doğası”na dikkat çekmeniz de etkileyiciydi. Walter Benjamin’de ise sarsıldığımı itiraf etmeliyim.
Velhasıl kitabınızı bir solukta zevkle, gülerek ve düşünerek okudum. Tekrar teşekkürler ve Sevgiler,
Sultan Sarı – edebiyathaber.net (18 Haziran 2018)