Umberto Eco’nun ziyaretine gelen misafirlerin çoğu geniş kütüphanesini (30 bin kitap varmış) görünce kendilerini tutamayarak, “Ne çok kitap var. Bunların hepsini okudunuz mu?” diye sorarmış.
Eco’nun misafirlere verdiği cevap ise ilginçtir: “Hayır, bunlar ay sonuna kadar okumam gereken kitaplar. Diğerlerini ise ofiste tutarım.”
Kitapseverleri en çok kızdıran soru sanırım budur, çünkü kitap okumak, araştırmak için de toplanabilir koleksiyon amacıyla da. Soruyu soranlar da aslında kitap okuması gereken kişilerdir. Yazar, akademisyen, öğretmendirler, meslekleri nedeniyle ya da öyle olması gerektiğini düşündükleri için kitap okumak gerektiğine inanırlar. Ama bir türlü yeterli zamanı ayırıp kitap okuyamazlar. Gün boyu işte çalışıp döndükten sonra, ev işleri, televizyona saatlerce bakıp dizi ya da maç izlemek derken kitap okumaya zaman kalmaz (!).
Kitap okumak “işini” tatillere ertelerler. Ama tatilde de kitap okunamaz ki! Zaten yıl boyu işte, evde kafaları yorulmuştur. Şimdi hoşça vakit geçirme zamanıdır. Kitap okumak gibi “kafa yoran iş”leri tatil dönüşüne bırakmak en iyisidir.
“Bunların hepsini okudunuz mu?” diye sormalarının nedeni alacaklarını umdukları “Hayır okumadım!” cevabıdır. Çünkü zaman ayırıp kitap okunabileceğine inanmazlar. Bu soruyla kendilerini ve çevrelerindekini çok kitabı olanların bile kitap okumasının mümkün olmadığına ikna etmektir. Yani herkesin kendileri gibi kitap okumadığını bilirlerse içleri daha rahat edecek, “kitap okumalıyım” diyen iç seslerinin psikolojik baskısından kurtulacaklardır.
Sanıyorum bu sorunun sahipleri tsundoku hastalığından mustarip. Yani kitap satın alıyorlar ama vakit bulamama ya da erteleme gibi nedenlerle bir türlü okuyamıyorlar. Bu da psikolojik baskı yaratıyor, diğer insanların da kendileri gibi olduklarına, kitap okuyamadıklarına ikna olmak için sürekli bu soruyu soruyorlar.
Pandemi günlerinde internetten görüntülü yayınlarda, zoom toplantılarında arkalarında kitaplık görünenlere duyulan öfkenin temelinde de tsundoku var. Görüştüğü kişinin arkasında kitaplar görmenin kendisinde manevi baskı yarattığını öfkeyle söyleyenler bile oldu.
Bir de o kitapların göstermelik olduğunu, hava atmak, “ben entelektüelim” demek için görüntüde yer aldığını, aslında o kişilerin kitap okumadıklarını iddia edenler var. Bu düşünceyi geliştirip aslında kimsenin kitap okumadığını iddia edenler de çok. Çünkü kendileri kitap okumadığı gibi kimse de okumasın istiyorlar.
Kitap korkusu’na bibliyofobi deniyor. Toplumsal bellekten gelen bir şey bu. Okuyanı sevmiyorlar, okuyandan korkuyorlar. Kimse okumasın istiyorlar. “Türkiye’de 12 bin kişiye bir kitap düşüyor”, ”günde 6 saat televizyon izleyen, 3 saat internete giren Türkiye, kitap okumaya sadece 1 dakika ayırıyor”, “Kitap okumak Türk insanının ihtiyaç listesinde 235. sırada yer alıyor” gibi haberleri doğruluğunu hiç sorgulamadan kabul ediyor ve büyük bir şehvetle yayıyorlar. (bu konuda bkz. Kitap Dosyası III: Kitaba ne kadar zaman ve bütçe ayırıyoruz? (teyit.org))
Kitap okuma oranlarının arttığını duyunca sinirleri tepelerine çıkıyor. Bunların yalan, uydurma ve abartma olduğuna inanıyorlar. “2020 Yılı’nda Basılan Toplam Kitap Sayısı: 617.413.632 adet”, “kişi başına düşen kitap sayısı 7,3” gibi somut bilgileri ise son derece kuşkuyla karşılıyorlar, hemen “yalan!” diye haykırıyorlar.
Zoom toplantılarında arkalarında kitaplık görünenlere son derece sinir olan bir yazar arkadaşımla aramızda şöyle bir konuşma geçti.
- Geçen yıl 617 milyon kitap üretilmiş, kişi başına 7 kitap düşmüş.
- Mümkün değil, o kadar kitap okunuyor olamaz.
- TÜİK açıkladı.
- Hımm… Öyleyse doğrudur. Peki satın aldıkları kitapları okudular mı? Okumamışlardır, mümkün değil.
- Araştırmalar Türkiye’de her dört vatandaştan birinin düzenli kitap okuru olduğunu belirtiyor.
- Onu kim uydurdu? Günde sadece bir dakika kitap okunuyor.
- KONDA Araştırma ve Danışmanlık’ın Temmuz 2017 tarihli araştırması.
- KONDA açıkladıysa doğrudur. Peki okuduklarını anladılar mı? Anlasalar Türkiye’nin hâli böyle olmaz.
Sohbete burada nokta koydum. Çünkü “okuduğunuzu ne kadar anladınız!” diye bir araştırma yapılsa ve de insanların okuduklarını anladıkları ortaya çıksa bu kez de “Okuduklarını anladılar da, peki doğru anladılar mı?” diye karşılık verecek. Bahanenin sonu yok.
Benim için kitap okumak bir zevktir. Bir şeyler öğrenmekten çok hoşça vakit geçirmek için okurum. Ama çağımız yarar çağı. Herkes ne yapsa ondan bir kazanç sağlamak istiyor. Özellikle çocuklar, gençler “Kitap okuyacağım da bana faydası ne olacak!” diye soruyor. Öğrencilerle sohbetlerde bu soru sorulduğunda “Sınavlarda başarılı olacaksınız” diye karşılık veriyorum. Çünkü eğitim sistemimiz sınava odaklı.
Öğrencilerin en çok “Sınavda, özellikle sözel bölümde Türkçe ve felsefe gibi derslerin sorularının uzun olduğundan soruyu okuyup anlayana kadar, her bir soru için ayrılan süreden daha fazla zaman kaybettiklerinden” yakındıklarını biliyorum. Kitap okumayanların sevmedikleri, o nedenle paylaşmadıkları bir gerçek de kitap okuyanların sınavlarda daha başarılı oldukları.
Kitaplıktaki kitapların hepsini mi okursunuz, seçerek mi okursunuz size kalmış. Tsundoku’su olan dostlara bir müjde daha vereyim günde 20 dakika kitap okumak yeterli. Günde 20 dakika okuyarak yılda 25, 60 yıllık okuma hayatı boyunca ise yaklaşık 1500 kitap okunabiliyor. Zaten iyi bir kitap okuru da yılda 50 kitap okuyabiliyor. Yani içiniz rahat etsin kimse kitaplığındaki kitapların hepsini okumuş değil. Zira iyi bir kitap okurunun mutlaka kitaplığında okunacak kitapları vardır. Bunun nedeni de “kitapsız kalırsam” korkusudur.
edebiyathaber. net (23 Haziran 2021)