“Uyku kabini açıldı ve Bo’nun neşeli sesi duyuldu.” cümlesi ile başlayan kitapta açılan sadece uyku kabini değil. Hayal ve çağrışım dünyasının kapıları da sonuna kadar açılıyor. Bo kimdir, nedir? Sesindeki neşenin sebebi nedir? Uyku kabini nasıl bir şeydir? Kapısı otomatik mi açılmıştır yoksa biri tarafından mı açılmıştır? Kapı açılırken bir mekanizma sesi duyulmuş mudur? İçerisi nasıldır, aydınlık mı karanlık mıdır? Uyku kabinine niçin ihtiyaç duyulmuştur? Sorular sorular… Keşifler, düşünmeler, kendini ait olduğun ya da kurguladığın dünyada yeniden konumlandırmalar… Hem insan bütün bunları deneyimlemek için okumaz mı her kitabı?
Büyükannem İlk Marslı, Dünyamızın dışında, yaşadığımız zamandan yıllar yıllar sonrayı anlatan bir bilim kurgu romanı. Uzaya gitmek, yeni evrenler keşfetmek ve yeni dünyalar yaratmak sadece çocukların değil devletlerin de hayallerini süslüyor. Blöggler ile gerçekleştirilecek ortak bir projenin hedefi olan “Mars’ı Dünyalaştırmak” , kulağa hoş gelse de insanoğlunun bencilliğinin, açgözlülüğünün, değer bilmezliğinin bir tezahürü olarak düşünülebilir. Mars’ı Dünyalaştırmak yerine oraya uyum sağlayıp orada tutunacak şekilde bir yaşam formu oluşturmak ya da Mars’ta yaşamaya ihtiyaç duymayacak şekilde Dünya’yı sahiplenmek, anlamak, korumak mümkün değil midir? diye düşünmeden edemiyor insan.
Çizimlerle desteklenen karakter tanıtımları, Mars’ın detaylı bir haritasına yer verilmesi okurların gerçek dünya ile kurmacanın dünyası arasında yumuşak geçişler yapabilmesine imkân sağlıyor. Solaydın, meyvefizz, robotulum,dronyon gibi kitabın doğasına uyan kelimelerin de yer aldığı bir sözlüğün varlığı okurların konforu açısından hayli önemli.
Elif Yonat Toğay, daha evvel deneyimlenmemiş bir kurmaca evren yaratırken yaşadığımız gezegenden aldığı gerçeklik ögelerini yeni evrene dönüştürebilmeyi eğlenceli bir şekilde yapabiliyor. Deyimleri kullanıp yaşlıların romatizmasına pomat süren robotlar, dantellerin altına gizli kameralar yerleştiren bir büyükanne aracılığıyla hem merak duygusu kamçılanıyor hem de ne kadar başka bir gezegene gidilmiş olsa da insan unsurunun vazgeçilmezliği vurgulanmış oluyor.
Maya, yaşadığı gezegeni olası bir felaketten büyükannesiyle kurtarabilen bir çocuk. Tehlikeli anların yaşandığı olaylar anlatılırken belli aralıklarla zaman hatırlatılarak heyecan diri tutulmuş, okur ânın içine çekilmiş. Maya ile Büyükannesinin kalp ritmine okurun da eşlik etmesi sağlanmış. Maya’nın araştırmacı ruhu sayesinde öğrendiği bilgilerle tehlikenin bertaraf edilmesi büyükannesi tarafından “Sen bir dâhisin Mayacığım.” ifadesiyle nitelendiriliyor. Maya’nın “Dâhi falan değilim. Yalnızca çok okuyorum …” cevabıyla genç okurların hayatının vazgeçilmez ögesinin hatırlatılması güzel işlenmiş bir detay olarak beliriyor.
Dijitaperyumdaki kitapları sayarken çocukların da orada hangi kitaplar olabileceği hususunda düşünebilmesinin yolunu açıyor. Maya ödevi için yaptığı araştırmada silahlarla karşılaşınca yaratılan yeni evrene uygun kaygılar yaşıyor:” Sessiz çalışma kabininde aniden birinin pırtlaması, meyvefizz otomatının teknik sorun nedeniyle sebzefizz vermesi…”
Büyükanne ile Maya’nın yaşadığı, Maya’nın annesiyle babasının dahi haberinin olmayacağı maceranın varlığı sır kavramı üzerine yetişkin okurlar kadar genç okurları da düşündürecektir. Sır paylaşmak yük gibi gelse de paylaşanlar arasında özel bir alan açmak olarak görülebilir. Çocuklar da buna bayılır. Fakat bu durum bazı sakıncalar da yaratabilir. Sırrın verdiği sarhoşluk ve yarattığı cazibe yasak olanı da sır maskesi altında gizlemeyi kolaylaştırır. Bu noktada çocuklara sırrın kimler arasında olabileceği ve kontrolünün nasıl olması gerektiği hususunda bilinç kazandırılmalı.
Kitabın sonunda okuduğumuz kitabın nasıl ortaya çıktığını görmek okuru kurmaca bir karaktere dönüştürüyor ve kalbimde bir cümle belirip kayboluyor:
Bütün güzellikler sevgiyle gelir!
edebiyathaber.net (13 Mayıs 2024)