“Evet, ince bir çizgi kadar belirsiz ve kusursuz dikişim.
Ayırmakta değil, birleştirmekte maharettir işim.”[1]
Annem iyi dikiş diker. Bütünü canlandırır kafasında. Sabırsızlıkla kumaşı seçer. Parçalara böler bütünü. Neşeyle kumaşı biçer. İğnesine geçirir ipi (“zor olan/parmağında bir iğneyi dik tutup/içi boş bir yalnızlığı/geçirmektir delikten”).[2] Usulca mırıldanarak bir parçayı ekler diğerine. İğnesi kanatmadan, şefkatle sokulur kumaşa. Düğümünü atar, yetmez. Bir de nasırlı elini geçirir dikişin üzerinden. Bana öyle gelir ki asıl budur parçaları bir arada tutan. Kumaşı kumaşa katan. Parçayı bütüne vardıran. Yorgun ama hevesli ellerin kaynaştırıcı dokunuşu. Geçmişi geleceğe tutturan. Kırgınlığı sevgide eriten. Şimdiye yarına teyelleyen.
Ve parçalar bütünü oluşturur sonunda. Övünçle bakar elinden çıkana. Sevinçle bakar, sevindirmenin umuduyla bakar.
Annem iyi dikiş diker. Nadiren diker. Zordur bütünü parçaya bölmek, parçadan bütünü var etmek. Şimdiyi yarına, yalnızlığı sevgiye erdirmek. Zordur.
***
“Gülmek ayıp değildi gerçi;
lâkin gülmenin giysisi dokunduğum her bedende eksildi.
Yoksa, eksik miydi?…
Kimse bilmez iç dikişlerde kanım gizli.”[3]
Gri şehrin katmanlı, karanlık tarihinde, bir yerde bir araya gelen insanlar. Terzi Vahide, akordeoncu Adrian, Bayan Parrot, Deniz… Bir yerinden kırık bu hayatlar, bir yerinden sakatlanmış. İyileşmemiş, kendini yaşamın akışıyla, akordeonun sesiyle yatıştırmış. Ama hep sızlamış, teyel tutmamış hayatlar.
“Alınmışlar, verilmişler, fedakârlıklar, bağlar, bağlılıklar, bağımlılıklar… Ürküten ve sevindiren, yaralayan ve onduran, yolunu kesen ve yolculuğu dayanılır kılan… Hangisi? Biri… Hepsi.”
Sancak, okuru zorlamadan dokunaklı olmayı başaran bir yazar. Sözcükleri manyetik bir akışkanlıkla yüreğe, ta içe ulaşıyor. En karamsar sözcüklerin dahi ışığı var onun satırlarında; insanın içini ışıtıyor hüznüyle bile. Zira inanç var bu satırlarda; direnişe, umuda, değişime, iyinin lirik neşesine dair bir inanç.
Jale Sancak Uyanan Güzel’de hem bir kentin – gri kentin – öyküsünü anlatıyor hem de tam bugünü, bugün yaşadığımız kırık, sakatlanmış, yalnızlığa itilmiş ve örselenmiş yaşamları yansıtıyor.
“Hiçbir şehir bu kadar derin iç çekmemiştir.
El değiştirdikçe donatılır, donatıldıkça eksilir de eksilir gri şehir.”
Uyanan Güzel’i okurken aklıma şiirlerin, dizelerin düşmesi boş yere değil. Kimi yerde bir şiire dökülüyor metin, bir kentin ağıtı oluyor. Usulca iniyor yüreğine sokakların, insanların şarkısına katılıyor. Sızılı, buruk ama umutlu şarkılar bunlar. Gökkuşağını bekleyen fırtınalı şarkılar.
Vahide’nin, başkahramanın bir terzi olması da boş yere değil. Sancak bir terzi titizliğiyle bütünden parçaya, parçadan bütüne işliyor öyküsünü. Kentin griye teslim olan tarihinde bir ülkenin karanlığa gömülüşü gizli. Kahramanların ıssızlığa itilmiş geçmişlerinde tarumar edilmiş bir kentin yalnızlığı yatıyor.
“Şehrin yeşili eksildi, bedeni taşla bezendi. Taşın körlüğüyle, soğukluğuyla şiddet eklendi hayatına.”
Ama neşe, yine de neşe. O titrek, kendine güvensiz ama betonda bulduğu çatlaktan yeşeriveren neşe. Vahide’nin kendini ve geçmişi affedişi, nasır tutmuş bedenine ve kalbine yeniden can verişi; Adrian’ın aşka uzanışı, aşka inanışı; Deniz’in kuru cephane gençlikten tuttuğunu koparan ama sevecen bir yetişkinliğe evrilişi. Hatta belki Bayan Parrot; karamsar Bayan Parrot’un dediğim dedik ezgilerden bahara dönüşü yüzünü.
Sancak umudunu, inancını esirgemiyor okurdan. Naif ama bilinçli bir direniş var zarif sözcüklerinin ardında. “İnanın” demiyor, “inanıyorum” diyor. Ve satırlarının ılık yakınlığı bunu söylerken içten olduğunu, gökkuşağını bekleyen sızıların gökkuşağına gebe olduğunu hissettiriyor.
“Yasak sokaklar, yıkıntılar, devrilen ağaçlar, beyaz zehirli bulutlar, tutulmuş köşeler, ıskalamayan mermiler, barut ve kan kokusu, korkular kayboldu, eriyip gitti sevginin içinde.”
Bu karanlık, bu yıkım eriyip gider mi sevginin içinde? Bilmiyorum. Karamsar olduğumu gizleyemem. Ama uyuyan bir şeylerin uyanacağına, betonun çatlayacağına inanmak, bu inanca güç bulabilmek… İnanan insanların olduğunu bilmek…
Ve belki Vahide’yle bir kahve içmek…
Neden olmasın?
“Üvez ağacı öyledir, çağırır geriye. Masal der ki, koruyucudur, sakınır kötülüklerden, giden döner gelir eteklerine. Yarın olsun, gün ışısın. (…) Anladı ki üvez ağacı özletir kendini.”
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (14 Aralık 2017)
[1] Şaman, Mehmet Can Doğan, “Çıraksız Bir Usta”, YKY, Mart 2005, İstanbul
[2] Kendini Tutan Su, Yalçın Tosun, “zor”, Sel Yayıncılık, 2016, İstanbul
[3] Şaman, Mehmet Can Doğan, “Çıraksız Bir Usta”, YKY, Mart 2005, İstanbul