Kız kıza tatil… Fikri bile gülümsememe neden oluyor. Hele bir de geleneksel hale gelmişse değme keyfime. Bir önceki tatilden biriken hikayeler. Hatırlıyor musun, demeler. Amma abarttın, sitemleri. Yok ya öyle olmamıştı ya, itirazları. Kahkahalar. Kahkaha krizine girip, bir türlü net çekilemeyen fotoğraflar, selfiler…
İşte benim de tam olarak böyle bir grubum var. İsmi Ambulans. Üyelerimiz no1 no2 no3 ve no4…
Ambulans. Neden Ambulans, diye sorarlar. Biz de anlatırız, bu adı bulma hikayemizi. “Çoğu insan bir hikayeyi doğrudan anlatır. Karışık olmaz. Ama ilginç de olmaz.” Biz de süsleriz. Tek kişi değil, aynı anda 1, 2, 3 ve 4 no’lar anlatır. Evet. Karışık ve ilginç bir hikaye olur.
Yirmi yılı geçmiş bir dostluk bizimkisi. Çok şeyi beraber yaşamış, o sırada yan yana değilsek de sonrasında paylaşmış bir dostluk. İçinde yirmi yılı geçmiş bir sürü hikaye barındıran bir dostluk.
Her buluşma, bir sonraki buluşma için hikaye toplamak demek bizim için.
Ambulans’ın her tatili de bir sonraki tatil için hediye hikayeler demek. “Bir adam o kadar hikaye anlatır ki, sonunda kendisi hikaye olur.” olur ya hani… Biz de kendi hikayelerini yaşayıp anlatan bir Ambulans’ız.
“Bir adamın anlattığı hikâyenin anımsanması, o adamı ölümsüz kılar.” sa, Ambulans’ın hikayelerini bilen yakınlarımız için biz de ölümsüz olmalıyız. Meksika’da ölülerin anıldıkça asla ölmemesi gibi belki de…
Ambulans’ımızın geleneksel hale gelmiş tatil hazırlıkları başlamış. Gündüz sıcakta yapılacak en iyi şey yüzmek ve kitap okumak, değil mi? Kitaplar bavula konduysa, ver elini Göcek. Gene hikayeler biriktireceğiz. Ne güzel.
Göcek harika bir yer. Her yaz Ambulans’ın ablası, bize evini açar. Biz de bu sayede plaj, havuz falan derken enfes bir tatil geçiririz.
İlk gün denize girilir. İkinci gün, havuza. Ben havuz sevmem. Girmem havuza. 2, 3 ve 4 no’la havuza girerler, güneşlenirler. Öylece gölgede sodamı içerim. Kitabımı okurum. Oh, ruhum bir güzel dinlenir.
Havuzdayız. Kitabımı açtım, okumaya başladım. Kitabımın adı Büyük Balık. Tatile gelmeden hemen önce Yapı Kredi Yayınları’nın satış mağazasına gidip aldım. İsmi çok tanıdık geldi. Kapağındaki ballık çizimi de bana bir şeyler çağrıştırdı. Ama ne?
Göcek’te elimde Büyük Balık, ruhum dinleniyorken Ambulans üye no 3 “A! Büyük Balık! Filmi ne kadar güzeldi, değil mi?”
No 3’ün her şeyi detaylarıyla hatırlaması, onu grubumuzun hafızası yapmıştır. Ne zaman bir şey hatırlamasak, ki ben balık hafızalıyımdır, ona sorarız. Ben nasıl balık hafızaysam, o da tam bir fil hafızadır.
Ben bir yandan ne filmi diye düşünürken ne kadar boş baktımsa no3, “Ay Ceren…” ile başlayan hafızasızlığıma isyan eden sitemlerine başladı.
Hafızamı zorluyorum. Kafamdaki Sherlock Holmes devreye giriyor.
Elimizde Büyük Balık kitabı, kapaktaki balık ve film ipuçları var diyor, Mr. Holmes. Hop, bir görüntü. Yaşlı bir aktör karşısındaki kişiye “Bazen yakalanmayan bir kadını yakalamanın tek yolu, ona nişan yüzüğü sunmaktır.” diyor.
Mr. Holmes’un bulabildiği tek şey bu.
Bu mu yani, diye isyan ediyorum. Evet, aforizma severim, Mr. Holmes.
Hayır! HerşeyibilirGoogleamca’ya danışmayacağım. Nasılsa kitabı okurken hatırlarım. Değil mi? Hem herşeyibilirGoogleamca’ya bakıp hatırlarsam, kitabın içinde filmin her karesini arayacağım. (Tıpkı okuduğum kitabın filmini izlerken, filmin içinde kitabı aramak gibi.) Kitabın tadını çıkarmak için filmi unutmaya çalışacağım. Unutmaya çalıştıkça kitaptan keyif alamayacağım. Belki de harika bir kitabı böylece anlayamayacağım. Yani herşeyibilirGoogleamca’ya danışmak bana kısa bir yol olmayacak. “Gerçek şu ki, uzun yol daha kolaydır. Ama uzundur.” Ben de hafızasızlığımın avantajını yaşayacağım.
Edward Bloom’un “Doğduğu gün her şey değişti. Koca babaya, hanımcık anneye dönüştü.” Edward Bloom, devleri ehlileştirdi, siyam ikizlerini kurtardı, zaten en hızlı koşan kişi oydu. Bir kasabayı satın alıp, kurtardı. Sirkte çalıştı. Şeytani hayvanlarla konuştu. “O gece şeytani ya da kötü kabul edilen çoğu şeyin sadece yalnızlık ve sosyal hoşluklardan yoksun olduğunu keşfettim.” dedi. Sonra “Babam bir anlamda tanrıydı zaten. Veya tanrısaldı, en azından. Bu hayatı yaratmış, büyülü tohumu ekmişti.” dedi. Duruyorum. Babam, diyorum. Babam gibi. Tüm babalar gibi.
“Biliyor musun? Büyük adamları büyük yapanın ne olduğunu? Bana kalırsa bir adam oğlu tarafından seviliyorsa, o adama büyük adam denebilir.” Uzaklara bakıyorum. Babam. Babam da büyük adam. Çünkü kızları tarafından seviliyor.
Babamı özlüyorum.
“Düşündüğün tek şey ölmekse, bu seni perişan edebilir. Ama yardım da edebilir, değil mi? Her şeyden önce hayatta kalabileceğini bilirsin.”
Zaten babalar ölmez. William’ın babası Edward Bloom, bir balığa dönüştü. Belki de balık olmak için evinin havuzda yüzdü, hep. Büyük balığa dönüşmek için.
Benim babam da kocaman bir kahkahaya dönüştü. Eminim. Yoksa kahkahasını hala duyamazdım…
“Hikayeye inanman gerekmiyor. Hikayenin anlattığı şeye inanman gerekiyor. Bir tür metafor gibi.” Duyuyorum o kocaman kahkahanı baba…
“Sahip olduğu ve bana miras bırakmak istediği erdemlerinin listesini yaptı: Sabır. Hırs. Karakterlilik. İyimserlik. Kuvvet. Zeka. Hayal gücü. Kendi başına keşfetmek zorunda kaldığı, benimle hiç bir bedel alışverişi olmadan paylaşabileceği erdemler. Gözlerimin içine bakınca doldurulmayı arzulayan bir boşluk görüyordu. Bir baba olarak görevi de buydu zaten, beni doldurmak.”
Babanın ve annenin görevi bu değil mi? Annem, sana hala yanımda olduğun ve beni doldurduğun için teşekkür ederim. Babam, seni özlüyorum…
“Burasının özünde yatan budur. Alışmak.
‘Benim istediğim bu değil.’
Buna da alışırsın.”
Alışamıyorum. Hem “Nehirdeki en büyük balık, hiç yakalayamadığın için büyüktür.” Bu yüzden daha çok özlüyorum, baba.
Kitapla konuşarak okudum, tüm satırları.
Kitap bitti.
Kendimi havuza attım. Uzun zaman çıkmadım havuzdan. Balığa dönüşmedim. Neye dönüşeceğimi bilmediğimi fark ettim. Babam biliyor muydu?
Sonra Ambulans’a baktım. “Hayatımıza nasıl dokunduğuna, nasıl yardım ettiğine, iş verdiğine, borç verdiğine dair hikayeler(imiz). Küçük büyük sayısız hikayemiz var. Bir ömür boyunca hepsi birikiyor ve anlamlı hale geliyor. İşte bundan buradayız. Biz onun parçasıyız, kimliğinin parçasıyız, tıpkı onun da bizim parçamız olduğu gibi.”
İşte benim bir parçası olduğum Ambulans’ım…
1998’de Daniel Wallace’in yazdığı Büyük Balık kitabını babam öldükten hemen sonra okudum. Edward’ın oğlu William, babasının ölümünden sonra babasını anlatıyor. Babasının hikayelerini anlatıyor, kitapta. Benim okuduğum 2016, ikinci baskı. Filmi Tim Burton 2003’te çekmişti. Seyretmiştim filmi. Kitabı okurken hatırladım.
2020 hediyesi olarak tekrar izledim. Kitaba tekrar baktım. Tim Burton’un Büyük Balık kitabına bakışını gördüm. Çok etkilendim. Kendime 2020 hediyem ikinci izlememde babam kahkahaya dönüşeli pek çok yıl olmuştu. Kitaptan ve filmden seçtiğim aforizmaları yazdım. Çok ağladım. Çok güldüm. Babamı çok özledim.
Ceren Erginsoy – edebiyathaber.net (13 Ocak 2020)