Son yıllarda edebiyatta güçlü metinlerle karşılaşmak keyif verici. Özellikle kadın yazarların susa susa biriktirdiği birçok itiraz, yavaş yavaş açığa çıkıyor. Meral Çiçeklidal, Küçücük Söylüyorum adlı ilk öykü kitabında mağdurların dilinden sarsıcı öykülerle romantize edilen çocukluğu ve kadınlığı realist betimlemelerle önümüze döküyor. Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili adlı eserinde ‘’Mağdurun dili heybetli, haşmetli , muhteşem bir dil olabilir mi gerçekten?’’ diye sorar. Meral Çiçeklidal’ ın dili buna bir cevaptır. Yazar Meral Çiçeklidal, eserinde mağdurları heybetli bir dille konuşturur. Buradaki heybet, üstenci değil gerçekçidir. Her ne kadar ‘küçücük söylediğini’ dile getirse de nitel anlamda çokça şeyi dobra dobra söylediğini görebiliyoruz. Öyküler içine serpiştirilen sorgulamalar, mağdur ve acı kültünü yıkarak direnişi de içeriden örgütlemektedir. Şimdi eserin alt katmanlarında gezip yazarın satır aralarına sıkıştırdıklarına odaklanalım.
Abdullah Aren Çelik’in Yediler Teknesi’nde kemikten ördüğü fantastik dünyaya Çiçeklidal da bir kemik öyküsüyle sert bir giriş yapıyor. Bu yönüyle kayıpların ve faili meçhullerin edebiyatta kemikler, mezarlar ve acılar üzerinden örülüşü gösterme duyarlılığından dolayı makul karşılanabilir fakat görmek isteyen herkesin görebileceği kadar her türlü kanıtımız mevcuttur. Bu yüzden edebiyatçının burada göstermeyi bırakıp savunma pozisyonundan çıkması gerekir. Stalinist yöntemlerle propaganda tuzağından kendini kurtaran yazarlar, bir sonraki aşamada gösterme hastalığından da kendini kurtarmalıdır. Çiçeklidal, Küçücük Söylüyorum adlı öykü kitabında göstermeyi geçip hesap sormaktadır. Bu yünüyle tezli eser olur ‘’iddia’’ taşımaktadır. Büyük söylemeye de bu yüzden hakkı vardır.
Eminim Esvet adlı öyküde şiddetin kurumsal ve psikolojik yönüne dikkat çekerek Füruzan’ın Parasız Yatılı öykülerine benzer yokluk ve yoksunluk kültürü üzerinden otoriteyi çıplak gerçekçilikle ifşa etmektedir. İzi geçen fiziksel şiddetin ötesinde ruhu yaralayan psikolojik şiddetle çocukluğundan vurulan milyonların asla geçmeyecek yara izlerine parmak basıyor. Daha da ileri giderek bireyin bir ömür boyu bir daha asla normlara dahil olmayacağını da ekliyor. Bu yüzden şu an hiçbirimiz normal değiliz, demeye getiriyor. Bedeni ve ruhu iğdiş edilmiş bireylerin kimlik inşasının zorluklarından yola çıkarak ulusal anlamda bir kimliksizlikle bütünleştirmektedir. Öykülerin tamamına sirayet eden acının mağduriyetle örümü, yazarın güçlü diline rağmen bu temanın olmaması durumunda ne yazacağı kuşkusunu yaratmaktadır. Sosyolojik ve tarihi birçok alanda kalem oynatma becerisi görülen yazarın bu temaya sıkışması, eserin değerini düşürmüştür. Berna Moran’ın da Bilge Karasu’nun öyküsü üzerine yazdığı makalede yer alan kedinin ilginç özellikleri bile eserin felsefi boyutuna polisiye boyutuna hatta katman katman öykünün mesajlarını güçlendirdiği düşünülürse Meral Çiçeklidal, özneler üzerinden kurduğu öykü dünyasında nesneleri de gelecekte canlandıracak yetkinliktedir. Çiçeklidal, bu toprakların binlerce yıllık dokusunu, sözlü kültürünü ve psikolojisini ironik bir dille kurgulayıp öyküleştirebilir. Bu gözlem ve birikim gücünü ilk kitapta kanıtlamıştır.
Yazarın karakterleri o kadar gerçek ki öncellikle okur olarak bu karakterlerin yazarın biyografisinden alınma olduğu düşüncesine kapılıyoruz. Hatta karakterlerin çocuk ve kadın halleri, adeta yazarın anılarının toplamı gibi bir izlenim doğurmaktadır. Tam burada bir yol ayrımı vardır. Eğer bu karakterler yazarın geçmişiyse bu yazar için kötüdür. Yok, eğer bu karakterler kurguysa bu da yazarın hayal gücünü gösterir bir işarettir. Yazardan bağımsızlaşan bu karakterlerin yazarın biyografisinden bağımsız olduğu bilgisi, öncellikle beni sevindirdi ve yazara hayranlığım bir kat daha arttı. Olmayan bir şeyin var olduğuna bizi ikna eden yazar, çağdaşı birçok amatörden böylece ayrılmaktadır. Yazarın yer yer cüretli dili, erotizmin argoyla dans etmesi, seslendiği muhatabına dönük tabusuz cümleleri; bizlere kadınların yazma alanından eksik kalmaması gerektiğini hatırlatıyor. Kadına dair kadınca söylemin feminist jargonla sunumu, satır aralarında yakalanabilir. Yazar burada bağırıp çağırmadan küçücük de olsa söylemek istediğini söylüyor. Yazarın bir deneme mahiyetinde kalem oynattığı bu öyküler, kararsızlığına yer bırakmayacak derecede güçlüdür. Yazarın kendisine dönük acabalarının olmaması gerekmektedir. Bu yüzden yazarın artık küçükçe söylemesine gerek yoktur. Hedef küçülten seslenme diliyle muhatap aldığı erkeğin çok ötesinde iktidarlaşan erkekliği hedef alabilir çünkü cümlelerin menzili düşündüğünden de fazladır. Şahsi gibi gösterdiği itirazların aslında politik olduğu bilinmelidir. Suyun akışının bile politik olduğu bir ülkede itiraz edilen babanın veya kocanın durumu politik bir meseledir. Bu yüzden Çiçeklidal, bireysel değil politik bir itirazı bireysele çekerek hedef şaşırtmaktadır. Özellikle Eksik Suretler öyküsünde adeta altın gibi değerli bir oku zaten çürümüş olan hedefine atarak heba etmektedir. Kitabın diğerlerine nazaran daha az dikkat çeken öyküsü olan ‘’Vuslattır ‘’ ise mesajın ulu orta ifşa edilmesiyle derinliğini kaybediyor.
Sarya’nın Eskisi adlı öyküde modern bir dille monologları en derine saklayan yazar, hem kısa bir film izletiyormuşçasına okuru meraklandırıyor hem de bir kadının rakibini yüceltmesine pek alışık olmadığımız bir güzellemeyle bizi şaşırtıyor.
Yusuf’un Horoz’u adlı öyküde açlığın bir sonuç olduğunu aç bırakılanların hırsızlığına yönelmesine bizleri ikna ederek Raskolnikov’a selam gönderiyor. Zeynep Uysal, Başkasının Acısına Bakmak adlı makalesinde ‘’Yine de edebi metin hakikate erişemese de tanıklık deneyimini anıtlaştırmaya koyulur.’’ diyerek adeta yazarların içinde bulunduğu toplumda gücü yettiği kadar tanıklık etmesi ve bunu eserle kaydetmesinin bir ihtiyaç olduğunu anlatır. Burada Çiçeklidal, aydın namusunu kurtarma gereği gördüğünü kalemiyle kaydetmektedir ve yer yer hesap sormaktadır. Kadının tarihsel savunma konumunu terk eden Çiçeklidal, cephesinden çıkarak açık arazide çarpışmaya saldırmaya geçmektedir. Bu savunmadan çıkış geç bile kalmıştır ve önce erki sonra da işgal ettiği tüm kavramları özgürleştirecektir. Çiçeklidal’ın bunun için heybesi dolu bilinci açıktır.
Genç öykücümüz Meral Çiçeklidal, katmanlı öyküleriyle, kurgusal yetkinliğiyle ve şiirselleştirdiği tekrarlarla modern öyküyü kanıksamış bir yazar. Belki de farkında olmadan küçük odalar, kapalı evler üzerinden tasarladığı dar mekanlarda bile çarpıcı gözlemler yakalamış. Ölümler karşısında soğukkanlılık, mezar başlarında kayıtsızlık ve taziyedeki pide ayran kapma telaşı üzerinden bir toplum analizi yaratarak herkesin biraz ölü olduğu, herkesin biraz birilerini öldürdüğünü düşündürtmektedir. Özellikle Bêmal (evsiz) adlı öyküde ensest üzerinden kolu kanadı kırılanların bir daha asla asıl kimliğini yakalamayacağını vurgulamaktadır. Darbe alınan yerlerin bir süre sonra kimliğe dönüştüğünü düşündüğümüzde Milan Kundera’ya hak vermekte ve bugün özellikle kadınların itiraz ettiği birçok noktayı daha dikkatle incelememiz gerekmektedir. Yazar daha iyi görmemiz için bir ayna tutmaktadır. Bununla da yetinmeyerek aynanın kırıklarında yer alan yüzleri de göstermektedir. Devam eden diğer öykülerde de yaşananlar karşısında şerbetli bir duruş sergileyen kadınların artık delik deşik edilmiş ruhlarını betimlemektedir. Yazar, anlamadığımız şeylere karşı önyargılarımızı kırmak yerine bize küçücük de olsa fısıldayıp çekip gitmektedir. Bu yönüyle anlatmaktan bıkmış bir ruhu tasvir eden karakteri, artık babasının cenazesinde sepette ne kadar pide kaldığıyla ilgilenmektedir. Çünkü ölen baba, koca veya erkek değildir aslında ölen burada beş bin yıllık baskıdır. Yine de Psikanalitik Edebiyat Kuramı verileriyle yazarın hem bu ilk eserinde hem de gelecekte yazacağı eserlerde sözcük sözcük takip edip peşinde olmalıyız. Biyografisine kaçıp kaçmadığına bakmalıyız. Onu mümkün olabildiğince kendisinden uzaklaştırıp ortak zemine kolektif üretime çekebilmeliyiz. Çünkü edebiyat Meral’in hikayesiyle ilgilenmez ama bizlere anlatacağı Meraller’in hikayesine hepimizin ihtiyacı var. Yer yer kendini anlatan yazara karşı şerh olarak bunu da kayda alalım.
Öykülere genel anlamda baktığımızda birbirinin devamı olabilecek kötümser bir havada sürdüğünü görebiliriz. Arka plan gridir. Yazar bizi romantik betimlemelerde gezdirmez çünkü karnında sözü vardır hâldan bilene. Karakterleri gülen eğlenen har vurup harman savuran nerede akşam orada sabah ve haz peşinde koşan koşan tipler değildir. Bu yönüyle yaşamın çokça yönünü de ıskalamış olsa da hedefe koyduğu karede bizleri adeta kilitliyor. Bu anlamda dar alanda mutedil dalgalı bir iklimde birkaç evden onlarca hikaye çıkarmayı başarmıştır. Bunların çeşitlenmesi durumunda isminden çokça bahsedeceğimiz bir yazarın ayak seslerine sonra da gelip hak ettiği yere oturmasına hazır olalım. Karakterlerin benzerliği ve kronolojik izlek takip edilerek bütün öyküler bir yerden birbirine bağlanabilir. Bu yönüyle modern bir romana benzeyen bu eser, yazarın modern bir roman üretme yetkinliğini de şimdiden müjdelemektedir. Öykü masasına oturan birçok yazar bir iki el oynayıp zardan düşmeye başlarlar. Umarım Çiçeklidal, bu yetkinlikle masayı deviren taraf olup kalkmaz.
Kaynak:
- Berna Moran, Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış 3, İletişi Yayınları
- Jale Özata Dirlikyapan, Mesafeyi Aramak, ‘’Zeynep Uysal, Başkasının Acısına Bakmak’’ sayfa 135 Metis,
- Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili, Metis