Büyülü gerçekçilik; fantastik ve mantık dışı öğeleri içeren, okuyucuyu gizemli varlıklarla dolu, zaman ve mekanın değişime uğradığı başka dünyalara sürükleyen, sanatçının hayallerinden beslenen, yanılsamaları, doğaüstüyü, düşleri, dönüşümleri barındıran, bilinçaltının arzularını dışa vuran bir akımdır.
Terim, ilk olarak Alman sanat eleştirmeni Franz Roh tarafından kullanılmış. Daha sonra da Latin Amerikalı yazarlar bu akımı eserlerinde geliştirmişlerdir. Özellikle Alejo Carpentier, Jorge Luis Borges, Carlos Fuentes, Gabriel Garcia Marquez ve Julio Cortazar bu akımın öncülerindendir. Bu akımdaki son dönem yazarlarına örnek olarak Isabel Allende, Laura Esquivel Ernst Junger, Salman Rüşdi, Günter Grass ve Janet Frame verilebilir.
Büyülü gerçekçi roman türü, geleneksel olandan hem biçim hem de roman-yazar ilişkisi açısından oldukça farklıdır. Geleneksel romanın bütünselliğinin aksine, bu tür romanda parçalanmışlık, tek yönlü anlatım yerine, yazarın istediği zaman romana girip çıkabilmesi, karakterlerin serbestçe farklı dünyalarda dolanması, ironi gibi sanatları ve metinlerarasılık kavramını sıkça kullanması söz konusudur. Adından anlaşılacağı gibi hem büyülü hem de sıradan olan bir arada verilir.
Bu edebiyatın önemli isimlerinden sayılan Arjantinli yazar Julio Cortazar’ın öyküleri Ötekinin Rüyası adlı kitapta toplandı. Üç kitaplık serinin ilk cildi olan öyküler, yazarın 1937 yılından 1959’a kadar kaleme aldığı fantastik hikayeleri içeriyor: Kitapta Cortazar’ın 1951’de yayımlanan ilk eseri ‘Hayvan Hikayeleri’, 1956’da basılan ‘Oyunun Sonu’ ve 1959’da yazdığı ‘Gizli Silahlar’ adlı öykü kitapları yer alıyor.
Fantastik edebiyat
“Ötekinin Rüyası yazara aşina olanlara, her okuyuşlarında farklı zenginlikler ve yönler keşfedebilecekleri bir kitap iken, yeni başlayanlar içinse mükemmel bir giriş niteliğinde” deniyor kitabın tanıtım yazısında.
Kitap, 2010 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Perulu yazar Mario Vargas Llosa’nın kaleme aldığı ve Cortazar’ın eşi Aurora Bernandez’e ithaf ettiği uzun bir giriş yazısıyla başlar. Büyük bir içtenlikle yazılan ve hem Cortazar’ın edebi çalışmalarının irdelendiği hem de Aurora’yla ilişkisine duyulan hayranlığın dile geldiği bu önsözde Llosa: “ Yazmak onun için oyun oynamak, eğlenmek, çocukların ya da delilerin keyfiliği, serbestliği, fantezisi ve sorumsuzluğuyla yaşamı organize etmekti…Cortazar edebiyatı daha önce görülmedik kapılar açtı, insanlık halinin bilinmeyen özelliklerini göstermeyi ve transandantale dokunmayı başardı…O hem realist hem de fantastik bir yazardır. İcat ettiği dünya benzersiz…” diyor.
Cortazar okurken farkına varılan en temel nokta öykülerinde farklı yazınsal biçimler kullanması, sürekli bir arayış içinde olmasıdır. Geleneksel değildir. Anlatım; bazen birinci tekil şahıs, bazen de her iki kahramanı gözleyen dışarıdan bir anlatıcıdır.
Gerçekçi bir tarzda başlayan hikayeler insanı şaşırtan sürpriz bir sonla biter. Cortazar, öykülerinde fantastik öğelere yer vermiş, gerçek dünya ile olağandışı yaşantıları iç içe geçiren tarzda yazmayı benimsemiştir. Neredeyse tüm yazılarında, gündelik olaylardan düşsel bir dünyaya doğru bir gidiş söz konusudur. Birçok öyküsüyle, okurlara hikayeler rüyada geçiyormuş hissini vermiştir. Ayrıca neyin doğru olduğu ve neyin doğru olmadığı sorularına yol açan üslubuyla da, okurlarda tedirginlik ve heyecan yaratmıştır. Eşinin ifadesiyle, “detaylara önem verir, düğmeler hakkında öyküler yazar, duvarda gördüğü böcek hayatını değiştirir.” Öte yandan vampirlerden, fiziksel farklılıklara, ölenlerden gelen çağrılardan, tılsımlı aynalara, uzayan ellere, sıra dışı katillere, yaptıklarından ötürü korkan insanlara, sihre, aniden kaybolan nesnelere ve birden ortaya çıkan eşyalara kadar ürpertici bir fantastik ve mistik bir hikaye dünyasıyla karşılaşırız.
Kitaba adını veren ‘Ötekinin Rüyası’ adlı öykü, kitabın Oyunun Sonu adlı bölümünde yer alır. Bu bölümdeki hikayelerde de insanların başından geçenler, toplumsal normların dayatmaları sonucu yaşanılan psikolojik sorunlar anlatılır.
Cortazar’ın öyküyle ilgili sayısız güzel sözleri vardır. “Kısa öykü maçı nakavtla kazanmak zorundadır.” sözü en meşhurudur. Bir okur Cortazar öyküsü için şöyle diyor: “Kısaca acayip bir üslup, yoran bir öykü.” Öyledir. Zira Cortazar’ın dili, öyküleri kimi zaman zihinleri yoran, kimi zaman akılla dalga geçen, ancak ‘en değersiz olanı bile’ olağanüstü bir güzellikte anlatabilen bir dildir.
Yazarın hayatı
1914’te Brüksel’de doğdu. Arjantin’de öğrenim gördükten sonra, öğretmenlik ve çevirmenlik yaptığı sıralar, Perón hükümetinin uygulamalarından duyduğu düş kırıklığıyla ülkesini terk ederek Paris’e yerleşti. 1981’de Fransız uyruğuna geçti ama Arjantin yurttaşlığından da ayrılmadı. 1950’li yıllarda yayımlanan Hayvan Hikâyeleri, Oyunun Sonu ve Gizli Silahlar adlı öykü kitaplarını 1963’te yayımlanan Seksek adlı romanı izledi. Bugün yazarın başyapıtı sayılan Seksek, geleneksel romanın olay örgüsünü altüst eden, belirli bir sona bağlanmayan açık uçlu bir romandı. Cortázar’ın öteki önemli yapıtları arasında Manuel’in Kitabı ve Mırıldandığım Öyküler sayılabilir. Edgar Allan Poe’nun yapıtlarını İspanyolcaya kazandıran Cortázar, son yıllarında kendini insan hakları davalarına adadı ve UNESCO’da çalıştı. 1984’te Paris’te öldü.
Selma Sayar – edebiyathaber.net (17 Ocak 2017)