Sesi Gelir Uzaktan
Şimdi bu çekimser duruşun nesini anlatmalı…
Kapanan bir zamanın uğuntu çarşılarında gezen bir bakışın yorulduğu yerde durup ne(ler)den söz edeyim?
Etrafta barut kokusu, yalan, korku, cinnet, komplo…Her bir yalan yüz bin birinin taciri şimdi…
Yemeniciler su taşıyor geceye. Kardan buzdan geçilmez dağ ardından çiriş indirmiş pazarcılar.
Kevelciler, zamanın son ustaları. Adını verdikleri çarşı yedi yaban izine dönüşmüş, kıraathaneleri yeni zamanın cümbüşü olmuş bir gecede.
Sabır diliyor sazlarını kıran âşıklar…
‘Gidecek yer kalmadı,’ demeden gözlerini rengini değiştiriyorlar her sabah.
Bana tuz gerek!
Bu yerleri görünce, soruyorum kendime: Kafdağı’nın ardında bekleyen var mı artık? Peki bu “Ergenekon” çağı nereden çıktı şimdi? Yurdumun sınırlarını zorluyor birileri. Acı acıya su sancıya demeden geçiriyorum bakışlarımı o çarşılardan. Sessizlik, merak, içe kapanış… Dokununca bir söz ile, gerisi geliyor öfkenin:
“Biz böyle değildik efendi, düşürecekler birbirimize bizi…”
“Olmaz demeyin, susunca; bardağındaki çayın tadını bile alıyorlar elinden…”
“İmanla paranın kimde olduğu belli olmaz…”
“Herkes kendi payına ölür, ama vatan söz konusuysa iş değişir efendi…”
“O zaman neden sesiniz çıkmıyor…”
Tuz gerek gözlerime.
Oturduğum kahvenin çardak altındaki söz nöbetleri bitmiyor.
Burada, insanlar, günlerini gölgeleyen sözlerin anlamıyla daha çok ilgili.
Yurdumun ıssızlıktaki bir yerine dönünce yüzümü, gidip orada hayatın nabzını dinlemeye çalışınca; gördüklerim, duyduklarım daha içlere gitmemi, başımı kitaplardan kaldırıp hayatın kanayan yerlerine bakmamı hissettirdi bana.
Uzağı yakın kılan bir bakışın ardına takılıp gitmek yolu başka nasıl açılabilir ki önünüzde sevgili okurum.
Masamdaki San Giovanni Yolu (*) kitabını kapayıp, sokağa çıktım.
Bir Yerin Gösterdikleri
Gördüklerimi unutmak için tuz gerek gözlerime.
Yakıcı sözleri biriktiren yalnızca bellek değil, gözlerdir de.
Bu ne tufan! Gelip en kuytu yerde bile buluyor bizi: korku üreten sözler, yalan barikatları, kaos bayrakları dilden dile elden ele…
Geceyi avutmalı demenin anlamı yok. Birlikte susmalıyız diyor saklı ses.
O sessizliğiyle, bense tuzla avutmalıyım sızımı.
Yeksenak bakışlardan uzaklaşmak da fayda etmiyor.
Kan tutması bir gece. Kıpırtısızım yolun ortasında.
“Nemrut” dedikleri bir bakış gece kolcusu. Her yerde bir iz, bir ses, bir kolcu. Saklamış insanlar kendilerini duvar arkalarına.Gecede korku mazgalı gibi titriyor ışıklar pencerelerde.
İyice bana yaklaşıyor o yanık koku. Değişiyor zaman. Gidilen her kıyıda yabancısı kesiliyorum yurdumun.
Oturuyorum Selçuklu’dan kalma bir Han’ın sebilli bahçesine. Masada gülibrişim, ebruli bir örtü…Söğüt ağacının dalları gölgeliyor önümdeki kitabın sayfalarını. Akıp giden sözcüklerle bu yerin hatırlattıkları aidiyet duygusunun anlamına döndürüyor beni bir ânda.
Calvino’nun Hatırlattığı
Italo Calvino San Giovanni Yolu’ndaki denemelerinde yaşadığı yerin, dilini var eden dünyanın gerçekliğine dönerek kendine dair sözler ediyor.
Orada bir bakışın izi, taşıyıcı düşüncenin içerdiği anlamı görüyorsunuz. Özellikle de çocukluğunun yolunu anlatan “San Giovanni Yolu” denemesinde babasına dönük hatırladıklarını yazıya dökerken, bir yazarın geçmişiyle size nasıl sırdaş olabileceğini de gösteriyor.
Doğrusu, yaşadığımız bu sıcak günlerden uzaklaşarak korku barınaklarından geçip gelip durduğum bu yerde, çocukluk yurdumda, ilk ânda gözlediklerimin yansıları bunlar sevgili okurum.
Calvino’yu kendime sırdaş kılan bir okuma yolculuğuna çıkıyorum. Yaşadıklarımızı unutmak için değil, her ân onlara dönmek, onları hatırlamak için…
______
(*) San Giovanni Yolu, Italo Calvino, Çev.: Kemal Atakay, 2008,YKY, 93 s.
edebiyathaber.net (16 Ağustos 2022)