Biyografik romanlar denince akla ilk gelen Osman Balcıgil, mayıs ayında Destek Yayınlarından yine aynı türde nefis bir roman çıkardı. Yağmur Çiseliyor… Biyografik romanlar tarihi, tarihi romanlar da muhakkak kahramanın biyografisini içereceğimden iç içe geçen bu sarmalı kuşkusuz Balcıgil gazetecilikten gelen geleneği ile ustalıkla yapıyor. Roman adını, hisli okurların da tahmin edeceği üzere Nazım Hikmet’in 1930 yılında yazdığı şiirinden alıyor. Güçlü bir metafor olan ve hâlâ gerçekliğini sürdürüyor olması Nazım Hikmet’in büyüklüğünü kuşkusuz düşündürürken Balcıgil’in hedefi tam yerinden yakalaması romana en yakışacak ismi bulması, yazarın süzme, damıtma yeteneğini de gösteriyor. Evet, 1930’dan 1980’lere ve hâlâ ülkemin üzerine yine yağmur, çiseliyor…
Bugüne değin, ezoterik romanlarının yanında Sebahattin Ali, Nazım Hikmeti’in annesi Celile Hanım, Cahide Sonku, Afife Jale, Suat Derviş, Manukyan gibi tarihimizde yer etmiş, anlaşılamamış kişileri anlattığı eserleri okurlarına sunan Balcıgil, bu kez yakın tarihimizi, Türkiye gerçeğini okuruna sunuyor.
Yağmur Çiseliyor, ülkemizin 1980 ihtilaline adım adım nasıl sürüklendiğini konu ediyor. Paralelinde giden naif bir aşk bu sancılı sürece dahil olurken, ben okur olarak Metin’le Ceren aşkının gölgesinde içimizdeki hainlerden haberdar, şaşkınlık ve öfkeyle bugünlerin nasıl şekillendiğini anlıyorum.
Türkiye gibi güçlü duygularla birbirine bağlı, acılardan sıyrılıp ayağa kalkmış, dirilmiş bir ülkeyi ancak, vatandaşlarını birbirine kırdırarak yıkabileceklerini bizden çok önce, çok uzak kıtada yaşayanlar biliyordu. Türk, yaklaşmakta olan bir ihtilalde ABD’nin parmağının olduğunu bilmek de duymak da, hissetmek de istemez. Biliyorsunuz Türkler gururlu yaratıklardır. (s,248) Bizi bu denli tanıyan ama planlarından vazgeçmeyen üstelik de bu hainliğin eğitimini almış, bu konuda üstün yetenekliler, ülkemizin en ücra köşelerine sıradan insanlarmış gibi girerek, nabzımızı tuttular. Uzun, upuzun yıllar CIA ajanları ülkemizin içinde cirit attı. Ajan Robert Alexsander Peck ve Profesör Trevor Callahan bu romanda/ bu gerçekte en büyük rolü oynayan iki hain. Bugün bile yaşayıp yaşamadıkları ne zaman doğdukları, nerede oldukları hakkında resmi bilgilere ulaşılamayan bu insanların 1970-80 yıllarında Türkiye’de birçok siyasetçi ve askerle görüşmeleri sır değil.
ABD’nin bugüne değin yetmiş iki ülkede rejim değişikliği için sürekli düğmeye bastığını bilince, bizim gibi tarihi, coğrafi ve beşerî değerleri yüksek, komşu ülkelere sınırlarıyla ve konumuyla kapitalizme hizmete en uygun konumdaki bu ülkeye dokunulmaması düşünülemez elbette. Burada akıllı olması gereken siyasetçiler ve askerler olacakken işte tam da kitabı zirveye taşıyan bu gerçekleri Balcıgil’in kaleminden okuyoruz.
Yağmur Çiseliyor, Kahramanmaraş Olaylarından sonra 1980 yılında yaklaşık iki ay süren Çorum Olaylarını tamamen gerçek bilgilerle, kronolojik olarak anlatmakta. Balcıgil, çok sevdiği mesleği gazeteciliği sayfa sonlarında olaylara kanıt olarak sunulan dip notlarla, açıklayıcı ön bilgilerle ve kullandığı yalın dille gösteriyor. Bu, romanın gerçekliğini hiç kuşkusuz yükseltiyor. Anlatma telaşına düşmeden ama en ince noktasına kadar olayın önemini ve gerçeğini kaleme alan Balcıgil, yine bu romanla birçok okurunu kendine hayran bırakacak.
Çorum Olayları MHP’li Gün Sazak’ın öldürülmesi ile 27 Mayıs 1980 de başlamış olsa da ABD’de Durum Odasında şekillenen Türkiye projesi çok çok daha önceki tarihlerde planlanıyor. 1950 yılından beri ABD tarafından beslenip büyütülen Özel Harp Dairesi ülkemizde çıkan birçok büyük yıkımın da sorumlusu. 5-6 Eylül Olayları, Maraş Olayları en bilineni. Peki bu olaylara Çorum da eklenince iç savaşa sürüklenen Türkiye kimin işine ne için yarayacak? İşte Balcıgil bu sorunun cevabını Ajan Trevor ile ABD’in Ankara Büyükelçisi Spain’in konuşmasında şöyle veriyor:
“Türk ordusunun elini kuvvetlendirmek için Türkiye’nin dengelerini bozmak. Çünkü askerler iktidara gelirse Yunanistan ile ilgili sorunumuz hallolacak. Bu bir. Casus uçaklarımız Türkiye’den kalkmaya başlayabilecek. Bu iki. Ayrıca bu ülkede hem İran’ı hem Sovyetler Birliği’ni dinleyebilecek istasyonlar kurabileceğiz. Bu da üç. Bu kazanımlar Alevi Sünni çatışması çıkartılarak sağlanacaksa bırakalım öyle olsun. Şimdi gelin Çorum’da Türk kontrgerillasının elini nasıl kuvvetlendirebileceğimizi konuşalım.” (s,107).
Tüm bu isteklerini yapabilmek için askerin iktidara gelmesi, askerin iktidara gelebilmesi için iç savaş çıkması, iç savaş çıkabilmesi için de sağ sol çatışması değil bu kez mezhepten vurarak, Alevi Sünni farklılıklarının kışkırtılması gerekiyordu. Bütün bunlar için binlerce insanın ölmesi, işkence görmesi, çocukların anasız babasız kalması, kadınlara tecavüz edilmesi, çocukların -ki eğer hayattaysa- kinle, öfkeyle beraber korkuyla yaşaması gerekiyordu. Ne yazık ki bu olaylar CIA nın içerden destek almadan yapacağı şeyler değildi kuşkusuz. Millî İstihbarat Teşkilâtı ve askeriyenin Özel Harp Dairesi, 1970 ve 1991 yılları arasında kendi elleriyle besleyip büyüttükleri kontrgellialar bu konuda CIA ile iş birliği içindeydi. ABD/CIA hiç acele etmiyor, ama bir an önce de Türkiye’de istedikleri gelişmeler olsun istiyordu. Balcıgil, tasvir etmese de kan izi süren, çakal sürüsü düşüyle okudum kitabı. Kan istiyorlardı insanlık dışı emelleri için. Kitabın 186. sayfasında Türkiye’nin ABD’ye hizmet edebilecek duruma gelmesi için, tam da o günlerde plana aldıkları ama henüz “zamanı var,” dedikleri Ilımlı İslam yönetimine gitmesini istedikleri Türkiye hakkında şunlar konuşuluyordu, Durum Odasında.
Aslında, abd’li karar vericilerin yapmaları gereken birkaç önemli iş vardı.
Birincisi, Türkiye’nin yönetimindeki etkisi bariz Kemalist bürokrasisinin çanına ot tıkamalı, yerleri Osmanlıcı muhafazakarlara doldurulmalıydı.
İkincisi, Türkiye’nin geleceği demek olan üniversitelerdeki ilerici, demokrat, sosyalist bilim insanlarına işlerinden el çektirilmeli, yerlerine Amerikancı hocalar yerleştirilmeli, onların sayesinde, yetişecek yeni neslin rotası Amerika’dan yana çizdirilmeliydi.
Kitabın bu sayfasında bulunan diğer maddeleri meraklı okura bırakarak, ülkemin bugününü nasıl ve ne için şekillendiğini öfkeyle okuduğumu söylemek isterim. Tam da bu yüzden bu kitabı Balcıgil’in diğer kitaplarından ayırıp, siyasetle ilgilenen ilgilenmeyen herkesin vatandaşlık sorumluluğu ile okumasını öneriyorum.
Eğitimlerini komando kampında alan ülkücüler ile kontrgerillalar el ele verip kan akıtmaktan korkmayınca ve ajanların kazananı kaybedeni ile hiç mi hiç ilgilenmediği, ne kadar sürdüğünün umurlarında olmadığı, sadece yıkımın boyutunu önemsedikleri ve sadece mezhep çatışması görüntüsünde olan bu olaylar filmleri aratmayacak kusursuzlukta yürüdü, ülkemi 1980 ihtilaline götürdü.
“Olmuyor, çünkü olması birilerinin işine gelmiyor. Bir kere bile görmediğimiz, yüzümüzü görmemiş sesimizi duymamış insanlar bizim küçük dünyalarımızı karartarak büyük meselelerini halletmeye çalışıyor. Bu yolda kan akıyormuş, insanlar acı çekiyormuş. Hastası, doğacak eşi olanlar varmış kimsenin umurunda değil.” (s,241)
“Sırtını devlete dayamak ne söz Gülten. Arkasını dönemiyor ne devlete ne hükümete. Çünkü devlet de hükümet de eli kanlı faşistlerin, şeriat yanlılarının mafyacıların işgali altında, yılan pusuda, dişlerini geçirmeyi bekliyor bu nedenle, Milönü’nde boy veren bu dayanışma önemli. Çaresiz insanlar kendi göbeklerini kendileri kesmek zorunda Gülten.” (s,242)
Elbette 12 Eylül 1980 asker, kontrgerilla, ülkücüler ve CIA ajanlarıyla planladıkları gibi gerçekleşti. Türkiye hep birlikte ağladı. Hep birlikte canı yandı. Bıraksalardı Alevi Sünni ile kardeşçe yaşayacaktı, yaşadı da. Bıraksalardı, milliyetçilik sadece ülkücülerin egemenliğinde olmayacaktı, olmadı da… Bunu elbette bütün DNA’larımızı bilen dünyayı kendi bahçeleriymiş gibi şekillendiren ABD ve CIA da biliyordu planlarına son vermeyecekti. Nefes aldırmayacaklardı coğrafyamıza. 1980 ihtilalinde Kürt Türk karmaşasını başlatmaları zor değildi.
Her sayfasını büyük bir merak, zaman zaman gözyaşı ile okuduğum bu kitabı herkese önemle, öneriyorum. Osman Balcıgil hocama sevgim ve saygımla.
edebiyathaber.net (18 Haziran 2024)