Dizüstü Edebiyat Serisi ile büyük başarı yakalan OkuyanUs Yayınevi’nin sahibi Cem Mumcu ile yazarlık ve yayıncılık üzerine bir şöyleşi yaptık. Psikiyatriden sosyal medyaya kadar bir çok konuda görüşlerini paylaşan Cem Mumcu, “bibliyom bir babanın bibliyoman oğlu olduğunu” söyleyerek sohbete başladı. Mumcu, kitaplara olan tutkusunu, bu tutkunun onu nasıl yazarlığa ve yayıncılığa sürüklediğini anlattı.
Edebiyat dünyasına girişiniz Okuyan Us Yayınevini kurmanızla mı başladı yoksa yazdığınız bir kitabın yayınlanmasıyla mı?
Yazdığım yazıların bir çok dergide yayınlanmasıyla. Sayısız dergide yazılarım vardır, şiirlerim vardır. Ben yazmaya şiirle başlamıştım. Hala yazarım şiir ancak yayınlamam. Nedense şiirin şuanda yayınlanası bir dönemde olmadığını düşünüyorum. Çocukluğumdan berizaten temel meselem okumaktı. Bir bibliyomanın oğluyum ben.
Nedir bibliyomani?
Kısaca kitap manyaklığı diyeyim. Onun farklı tarzları ve çeşitleri vardır. Hatta bununla ilgili bir yazım da var benim ‘Bol İtiraflı Bir Bibliyomani Etüdü’ diye. Bazıları vardır, sadece kitap toplarlar ve okumaya zamanları kalmaz. Bir de babam gibi ve benim gibi hem çok kitap satın alıp hem de çok okuyanlar vardır. Yani bütün meselem kitap okumak, kitap satın almak, kitaplara dokunmak ve yazmak üzerineydi zaten. Bu durum da beni yayıncılığa kadar götürdü. Ancak çok bilinçli bir yayıncı olmadım. Mesele benim yayınevi yüzünden evim yoktur.
Yayınevi yüzünden kurulu bir ev düzenininizin olmamasından mı bahsediyorsunuz?
Hayır, tüm gelirimi oraya gömdüğüm için. Bir ticari faaliyet böyle sürdürülür mü? Zarar eden bir yer yaşasın diye başka bir iş yapıp, hekimliğimden kazandığım paraları hep yayınevine harcadım. Şimdilerde yayınevi için para harcamasam da hayatım boyunca yayıncılıktan hiç para kazanmadım.
Psikiyatriden yayıncılığa geçişiniz nasıl oldu?
Aslında öyle bir geçiş olmadı. Ben tıp fakültesinden mezun olduktan sonra hayatımı bir doktor olarak geçireceğimi hiç düşünmedim çünkü aklım fikrim yazmak, okumak, çizmek ve sinemaya gitmekteydi. Bunlarla meşgul bir adamım. Psikiyatri bana hep çuvaldaki delik gibi gelmişti kafamı oradan çıkarabilirim diye, hakikatten de çıkartabildim. Psikiyatri hiç çıkmadı hayatımdan, devam ediyor hala.
Psikiyatrist olmanızın yazarlığına ne gibi etkileri oldu?
Katkısı olduğu kadar engelleyen tarafları da olmuştur. İnsan malzemesini bilmek iyi bir şeymiş gibi görünüyor ama bazı şeyleri çok fazla biliyor olmak yazıyı bozar. Edebi metin, bilgiyle zehirlenmemesi gereken bir metin. Bu bilgiden arınanamamak da daha damardan yazmak istendiğinde bozucu oluyor. Çok insanla hemhal olmak katkısıydı. Başka zihinler, başka ruhlar görüyorsun. İnsanları yargılamamayı öğrendim. Ancak psikiyatristi olduğum insanlardan bilgi alıp, öykü alıp yazmam. Hatta kendimden bile yazamam çünkü zaten biidiğim bir hikayeyi metne döküyorsam o bana katiplik gibi geliyor. Ben roman yazarken, romanın sonunda veya ortasında ne olacağını bilmiyorum, bilmek de istemiyorum.
Yayıncılık nasıl başladı?
Zaten bir takım yerlere yazılar yazıyordum. Sonra bir şirket benden bir dergi çıkarmamı istedi. O dergi, sanatı, yaratıcılığı, aklı ve ruhu konu ediden bir dergiydi. O dergiyi çıkartırken yayınevini kurdum kendi evimde. O dergiyi evde çıkartıyordum ama 100 sayfa, kuşe kağıda, kapağını Selçuk Demirel’in çizdiği, röportaj fotoğraflarını Ara Güler’in çektiği çok sağlam bir dergi çıkartmaya başladım. Sonra da kendi sevdiğim kitapları yayınlamaya başladım ancak sadece benim sevdiğim kitapları çıkartan yayınevi batar. Daha popüler şeyler yayınlamak ve o yayınevini döndürmek lazım. Son bir buçuk senedir de yayınevini kendim yönetiyorum ve artık yayıncılık iyi gidiyor.
Hem yazar hem de yayıncı olmak diğer yazar veya yayıncılara göre size fayda sağlıyor mu?
Bir yazar olmam metinle kurduğum ilişki ve metinleri seçme konusunda fayda sağlıyor olabilir. Ancak ben ticari faaliyet bilen biri değilim, yeni yeni öğrenmeye başladım. Ben hiçbir zaman bir kitaba, bu bir üründür, satılacaktır, bundan para kazanılacaktır gözüyle bakamadım. Ben kendi kitabım söz konusu olduğunda onun tanıtımına dokunamam, utanırım. Yayınevinin üvey evlatlarıdır benim kitaplarım.
Bir kitabın yayınlanma süreci nasıl gelişiyor?
Bunun çok çeşitli yolları var tabi ki. Eski bir yazar mı, yeni bir yazar mı, bu bile çok önemli. Yeni yazarlar için konuşmak gerekirse, bu zamana kadar bir sürü dosya geldi yayınevine. Ben yayınevindeki arkadaşlara hep bu dosyaların çok iyi okunması gerektiğini söyledim. Bir tane Kafka’yı kaçırırsak bunun günahıyla yaşayamayız, dedim. İyi de bakıldı ama korkarım ki ne bir Kafka çıktı, ne de iyi bir şey çıktı o dosyaların arasından. Yazan birilerinin metinlerini, onlar beni aramadan görmem daha heyecanlı. Bunlar her zaman edebi metinler olmak zorunda değil. İnsanın ne yazdığı, niye yazdığı, neden bunu bir kitap olarak görmek istediğini bilmek gerekiyor.
Okuyan Us Yayınevi yayıncılıktaki gelişmeleri ne şekilde takip ediyor?
Okuyan Us Yayınevi varolan gelişmeleri takip edip, bunları uygulamaktan çok trend yaratıyor aslında. Şuan vampir kitapları popüler diye, bu tarz kitapların telifini alıp yayınlamak bana zevk vermiyor. Yanlıştır demiyorum, tabi ki yapılacak ancak benim anlayışım bu değil. Ben bir şeyi yaratmayı seviyorum. Dizüstü Edebiyat Serisi de bence bu yüzden çok renkli. Sıfırdan bir isim olmuş durumda şuanda. Bir sürü aparatlar var artık hayatımızda. Bunları kullanmayı seviyorum kitapların içinde. Mesele bir kitabımızda yazar diyor ki, “Ben de o an şu şarkıyı dinledim”, okuyucu da kitapta yer alan barkodu cep telefonuyla okutup o anda, o şarkıyı dinleyebiliyor. Bu gibi yenilikleri seviyorum. Hayat aktıkça, kitaplar da değişecek ve dönüşecekler. Mesele artık e-kitap var. Ben e-kitaplara ne alışabildim ne de şuan Türkiye’de bunu kullanacak bir kitle var ancak hayatın akışında bu da olacak. Bana göre bir metnin e-kitap olabilmesi için yazarın görsel ve işitsel dünyasından parçalar içermesi gerekiyor. Yoksa dümdüz bir metni bilgisayardan okumak istemiyorum henüz. Ama bu tamamen benim kişisel görüşüm.
Dizüstü Edebiyat Serisi fikri nasıl çıktı ortaya?
Ben internette de çok vakit geçiriyorum ve blogları takip ediyorum. Baktım ki internet insanlara özgürce kendi yazılarını paylaşabilmeyi getirmiş. Bu yazarlar hedef kitleyi de düşünmedikleri ve kitaplarının raflarda yer alması gibi dertleri olmadığı için baya sahici yazmışlar. Dertleri yazar olmak değilmiş. Ben bu metinlerin çok kıymetli olduğunu düşündüm. Yazar olan insanların bir çoğu hedef kitleyi düşünmeye başlarlar. Bir metni yazarken onun beğenilip beğenilmeyeceğini ya da satıp satmayacağını düşünmek o metni çuvallatır. Benim bloglarda gördüklerim bu tuzağa düşmemiş metinlerdi. Ben içlerinden iki kişiyi seçtim ve mesaj attım onlara. Onlarla buluştum ve onlara yazdıklarını çok sahici bulduğumu söyledim. Sonra buna bir isim koymak gerekir diye düşündüm. Kalabalık bir grupla evde otururken ben ‘Dizüstü Edebiyat’ dedim. Bu diğerlerinin de çok hoşuna gitti. Sonra logosu şöyle olsun, kapağı böyle olsun derken Dizüstü Edebiyat Serisi bu hale geldi. Ancak burada okuyucuyu kesinlikle kandırmıyoruz. Ben Dizüstü Edebiyat Serisi’nden kitabı çıkan birinin metin yazma serüvenine internette başlamış olması şartı var.
Dizüstü Edebiyat Serisi’nin bu denli başarılı olalacağını tahmin ediyor muydunuz?
Dizüstü Edebiyat Serisi’ne inanmıştım ve başarı bekliyordum çünkü insanların artık tekrar ve klişelerden oluşan,sahte metinleri okumaktan haz etmediğini çok iyi biliyorum. Beğenilsin veya beğenilmesin, Dizüstü Edebiyat Serisi’yle o kadar çok kitap okumaya başlamış insan var ki. Ayrıca Dizüstü Edebiyat Serisi’nde sadece metinlerden oluşan kitaplar yayınlanacak diye bir şey de yok. Mesela bu serinin son kitabı metinlerden oluşmuyor, ’2011′in Bobiler Tarihi’. İnternet kökenli, internette yeşermiş ve kıymetini göstermiş şeyler de bu seride yer alıyor. Çok fazla takipçisi olmasına da gerek yok.
Sizce sosyal medyanın televizyonculuğa ve edebiyata nasıl bir etkisi oldu?
Ben artık televizyonun yavaş yavaş evlerimizde olmayacak bir cihaz olduğunu düşünüyorum. Televizyoncular da bunun farkında olmalılar. Ben Türk televizyoncularının henüz bu durumun farkında olduklarını düşünmüyorum ve geriden bir takip söz konusu. Bir süre sonra bu diziler de durumu kurtarmayacak. Bu dönem artık zihnin ve yaratıcılığın ön plana çıktığı ve fırsatların daha eşit olduğu bir dönem. Bir insanın nasıl gördüğü ve nasıl yarattığı çok öne çıkmaya başladı. Dolasıyla televizyon, yazarlık ve yayıncılık, iç içe, bütün, eşit ve bir takım iktidarların olmadığı bir alan haline gelecek diye düşünüyorum. Sosyal medya bu alanı yaratıyor.
Bu keyifli sohbet için sayın Cem Mumcu’ya teşekkür ediyoruz.
Kaynak: Hazal Sipahi – biletsiz.com