Türkiye şiirin izini sürmek için Ankara’ya gelen Achim Wagner anlatıyor: ''Türkiye’de şiir hazır, sizi bekliyor, aramanıza gerek yok. Bu nedenle Cemal Süreya’yı Türkçe gazetelerden daha kolay okuyup anlayabiliyorum.''
Alman yazar Achim Wagner, Türk şiirin izini sürmek için Ankara’da. Bir burs aracılığıyla İstanbul’a geldikten sonra bu ülkeye ve şiirine tutulan Wagner, şiir ile fotoğrafçılığı birleştiriyor. Wagner Türk şairlerini anlamak için Türkçe de öğrenmiş…
Öncelikle merak. 2009 yılında İstanbul’a gelmeden önce Türkiye’yi pek tanımıyordum ama önemli bir şiir geleneği olduğunu biliyordum. Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Kültür Vakfı’nın sağladığı burs sayesinde aylarca İstanbul’da boğaz içinde yaşama ve yazma şansım oldu. Bu efsanevi kentte bulunmak ve Türk şairlerinin izini sürmek beni büyüledi diyebilirim.
Bu yüzden mi Türkçe öğreniyorsun?
Türkçe öğreniyorum çünkü bu dilin çok zengin ve harika olduğunu düşünüyorum. Türkçe şiir ve şarkı sözü yazmak için ideal bir dil. Eğer bir ülkede uzun süre yaşayacaksam, toplumdan uzak kalmamak için o ülkenin dilinin temel kurallarını öğrenmek gerektiğini düşünüyorum. Başlangıçta bana çok yardımcı olmasına rağmen vaktimi sadece Türkiye’de Almanca ve İngilizce konuşabilenlerle geçirmek istemedim. Tevfik Fikret, Nâzım Hikmet, Orhan Veli, Atilla İlhan ya da İkinci Yeni akımının şairlerini, Lale Müldür, Gonca Özmen, Fuat Çiftçi ya da Murathan Mungan gibi sanatçıların eserlerini orijinal dilinde okuyabilmeyi de istiyordum. Önce 2009’da İstanbul’un çok güzel sokaklarından Tel sokakta bulunan Tömer’de bir ay ders aldım, sonra da devamı geldi. Zamanla kentteki tabelaları anlayabilmek, hata yapsam da Türkçe sohbet edebilmek inanılmaz bir keyif verdi.
Gördüklerini şiirlerine ustalıkla yansıtıyorsun. Türkiye’de yazdığın şiirlere bakılırsa bu ülkeyle kendini özdeşleştirmişsin diyebiliriz. Bu nasıl oldu?
Övgün için teşekkürler. Sanıyorum bunun mantıklı bir açıklaması yok. Türkiye’de yaşadıklarım bana başından beri ilham verdi. Nedenini kendime sormadım. Evet, Türkiye’de iken kendimi yabancı hissetmiyorum. Türk şiirine kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz. Türkiye’de şiir hazır, sizi bekliyor, aramanıza gerek yok. Bu nedenle Cemal Süreya’nın şiir kitaplarını mesela, Türkçe gazetelerden daha kolay okuyup anlayabiliyorum.
Şiirlerin, ardında başka resimler keşfedilecek fotoğraf kareleri gibi. Sanki ışığı takip ediyorsun. Işıksız Almanya’dan Küba, Türkiye gibi güneşli ülkelere gidişin bundan mı?
Fotoğraf çekmekle şiir yazmak arasında doğrudan bir ilişki var bence ve biri diğerini etkiliyor. Fotoğraf çekerken bir şairin gözü, şiir yazarken bir fotoğrafçı bakış açısı devreye girebiliyor. Haklısın ışık benim için çok önemli. Puslu ışığı da seviyorum. Kasım mesela ışık açısından, bir gizemi ararken mükemmel bir ay. Işık ve sıcaklık verdiği enerji sayesinde yeni mekanları tanımak açısından elbette önemli. Her mekanın kendine ait bir ışığı vardır. Almanya’daki Rügen adasındaki ışık gölge oyununu hiçbir yerde göremezsiniz. İstanbul’un kendine ait mükemmel bir ışığı var. Ankara bozkır ışığının özel renklerini taşıyor, harika!
Daha önce Küba’da da yaşadın. Türkiye ile Latin Amerika edebiyatı arasında benzerlikler var mı?
Latin Amerika edebiyatı da uzun bir geleneğin eseri. Resimsel anlatım, deneysel biçim ve içerik açısından bütün toplumu kapsayan bir yapısı var iki edebiyat türünün de. Sürrealistler ile İkinci Yeni akım arasında paralellikler var ve Latin Amerikalı şairlerin eserlerindeki “sihirli gerçekçilik” Türk şiirinde de var.
Almanya’da Türk edebiyatı nasıl tanınıyor? Frankfurt Kitap fuarında Türkiye’nin konuk ülke olması Türk edebiyatına olan ilgiyi arttırmıştı, bu ilgi devam ediyor mu?
Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk gibi yazarlar Almanya’da en çok tanınan ve kıymet verilen yazarlar. Bunun dışında Türk edebiyatının Almanya’da fazla tanınmadığını söyleyebilirim. Türkiye’nin konuk ülke olduğu 2008’deki Frankfurt Kitap Fuarı da maalesef bunu pek değiştirmedi. Ancak şunu söylemeliyim, Almanya’da Türk edebiyatını tanıtmak için verilen bir çaba var. Mesela Union Yayınevi’nin, Halide Edip Adıvar, Sabahattin Ali ve Adalet Ağaoğlu gibi yazarların kitaplarını yayınlandığı ''Türk Kitaplığı“ buna güzel bir örnek.
Ya tersi, Türklerin Alman edebiyatına olan ilgisi hakkında neler söylersin?
Sanıyorum aynı şekilde Alman edebiyatı da Türkiye’de pek tanınmıyor. Elbette tanınmış yazarların klasikleşmiş eserleri Türkçeye çevriliyor, ama çağdaş Alman edebiyatının izlerini Türkiye’de bulmak güç.
Türkiye ile Almanya arasında gidip gelirken Köln’den Berlin’e taşındın. Bunda Türkiye’nin etkisi var mı?
Berlin’in Türkiyeli nüfusu, alt yapısı her şeyden önce şu anda üzerinde çalıştığım “Türk Şiiri” projesine katkıda bulunuyor. Türkiye’deki yaşantıma bir şekilde Berlin’de de devam edebiliyorum. Örneğin Berlin’de araştırmama yardımcı olacak Türkçe kitaplar edineceğim kitapçılar var, özellikle kültürel alanda düşüncelerimi, deneyimlerimi paylaşacağım Türk dostlarım var, bana Türkiye’deki atmosferi yeniden yaşatacak mekanlar var, bütün bunlar benim hissetmeme ve yazmama katkıda bulunuyor. Tabii Türkiye ve Berlin arasında yaşantı açısından belirgin farklar var ki, bu çok normal. Edebiyat açısından baktığımda örneğin iki kültüre de hakim Zafer Şenocak, Deniz Utlu gibi yazarların Berlin’de yaşıyor olması heyecan verici.
Almanya’daki Türkiyelilerin kültürleri de Türkiye’ye pek yansımıyor. Almanya’da yüzlerce Türkiye kökenli sanatçı var, Fatih Akın’ın dışında kimse aynı ilgiyi görmüyor. Neden?
Evet Fatih Akın Türkiye’de tanınıyor ama Almanya’daki göçmen sineması da pek bilinmiyor. Asıl neden Almanya’nın ekonomik göçün hedefi olması. Entelektüel ve kültürel göçün merkezi ise Fransa ve ABD. Fransa ile Amerika’ya gidenlerden beklenen kültürel başarı Almanya’daki Türkiyelilerden beklenmedi. Hatta onlara bu konuda güvenilmedi. Bu yargıya sayısız sohbetlerim sayesinde vardım. Almanya’daki Türkiyelilerin edebiyatına hak ettiği değeri vermek için zamana ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorum.
Sen Almanya’daki Türkiyelilerin ürettiği edebiyatla yakından ilgilisin. Yaygın adıyla “göçmen edebiyatı” nı nasıl tanımlıyorsun?
“Göçmen edebiyatı” yeni Alman edebiyat biliminin ortaya attığı ve üzerinde tartışılan bir kavram, bu yüzden tırnak içinde. “Göçmen edebiyatı” kavramı, yazarı etnik kökenine göre tanımladığı için Almanya’da değil, Türkiye’de doğan ve Almanya’da yaşayıp Almanca yazılan eserler için geçerli. Türkiye kökenli yazarların eserleri geniş kapsamlı edebi bir inceleme yapılmadan bir kenara itiliyor. Bu durumdan eserler olumsuz etkileniyor hatta bazen damgalanıyor. Daha sonraki değerlendirmeler de, eserlere dair baştan yaratılan bu önyargılardan arındırılamıyor. Bazı genç edebiyatçılar kendilerinin Alman yazar olarak anılmasını istiyorlar mesela. Çünkü aksi takdirde bir köşeye itilmiş gibi hissediyorlar kendilerini.
Haklılar mı?
Göçmen kökenli yazarları geldikleri ülkelere göre kategorize ederseniz hepsini aynı kefeye koymuş oluyorsunuz. Bu açıdan bakıldığında söz konusu yazarların yaşadıkları ülke, yazdıkları yer ve diline göre tanımlanmak istemeleri haklı bir talep bence.
Bize Almanya’daki Türk kökenli edebiyatçılardan senin okunmaya değer bulduğun kimleri önerebilirsin?
Zafer Şenocak ve Deniz Utlu’dan daha önce de söz etmiştim. Bu ikisine Feridun Zaimoğlu ve Selim Özdoğan ile Emine Sevgi Özdamar’ı da eklemek gerekir. Maalesef Almanya’da Türkiye kökenli yazarların eserlerinin çok azı Türkçeye çevriliyor. Hem Almanca hem de Türkçe yazan Zafer Şenocak’ın kitapları Alef Yayınevi tarafından yayınlanıyor. Feridun Zaimoğlu’nun eserlerini de İmge basıyor. Selim Özdoğan’ın hiçbir kitabı henüz Türkçeye çevrilmedi, Emine Sevgi Özdamar’ın ise sadece iki kitabı Türkçeye kazandırıldı.
Ankara’daki Alman Kültür Merkezi’nde bu konuda tartışmalar düzenliyorsun. Bu Almanya’nın kendi ülkesindeki Türk kökenli yazarları sahiplenmesine iyi bir örnek. Aynı şeyi Türkiye de yapmalı mı?
Evet, bu toplantılar gerçekten çok önemli ve faydalı, Türkiye’de bazı üniversitelerde de küçük çapta benzer toplantılar ve tartışmalar düzenleniyor. Ancak bu etkinlikler, kültürler arası işbirliğine, örneğin, yayınevleri, galeriler ya da kültür merkezleri arasında daha fazla iletişime ihtiyaç duyulduğunu, örneğin bir kültür festivali düzenlenmesi gibi büyük etkinliklerin yapılması gerektiğini gösteriyor. Elbette finansman bunda önemli bir rol oynuyor. Ekonomik gücü dolayısıyla Almanya bu tür kültürel etkinliklere daha rahat devlet desteği sunuyor. Ekonomisi canlanmakta olan Türkiye’nin de destek vereceğini düşünüyorum.
Türkiye’de ne kadar kalacaksın? Planların neler?
Kesinleşmiş bir planım yok. Türkiye’de sadece edebiyat alanında değil, pek çok alanda keşfedilecek çok şey var. Henüz yolun başındaymışım gibi geliyor bana. Karadeniz’i henüz görmedim, Rize’ye, Trabzon’a gitmek istiyorum, Van kedilerinin vatanını görmek istiyorum. Hatay var, İskenderun var. Bu arada Ankara’nın bozkırı hayatımın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. İstanbul’a doymak mümkün değil. İzmir’de de uzun süre vakit geçirmek isterim. Konya’da Mevla’nın mezarını görmek de planlarım arasında. Buna edebi çalışmaları da dahil etmeliyim. Bu yıl ya da önümüzdeki yıl bir şiir kitabımın Türkçe yayınlanmasını planlıyorum. Merakım ve ilgi alanlarım arttıkça Türkiye’de kalacağım süre de uzayacak gibi görünüyor. Yani Türkiye maceram beklediğimden daha uzun sürebilir.
Achim Wagner:
17 Temmuz 1967’de Coburg’da doğdu. Würzburg’da üniversite eğitimini tamamladıktan sonra bir süre lektörlük yapan Wagner, çeşitli müzik tiyatrolarında dramaturg olarak çalıştı. Wagner çok sayıda şiir kitabı, roman ve anlatı yazdı. Fotoğraf sanatçıları, ressam ve besteciyi bir araya getiren Wagner, pek çok ödüle layık görüldü. Wagner, 1999-2002 yılları arasında Küba’da yaşadı. Bir süredir Türkiye’de yaşayan Achim Wagner, Alman Kültür Merkezi’nde edebiyat konulu toplantılar düzenliyor.
Wagner şiirlerinden biri şöyle:
alsancak kaldırıldı
amfibik bir pruva
süzülüyor sokağa
yerdeki çöp torbaları
elden ele dolduruluyor hazneye
tenekelerin tıngırtısıyla
geride bir su birikintisi
bir konserve kutusunun içinde
yağlı bir ege ışığı
yayılıyor, taşıyor
kaldırım taşlarının üstüne
achim wagner
(Çeviri Atilla Dirim)
alsancak aufgehoben
ein amphibischer bug
schiebt sich durch die gasse
das bleierne klappern
aufgeworfener tüten müll
hand für hand zur ladefläche
vernehmlich bleibt eine pfütze
in einer konservendose zurück
ein öliger punkt ägäisches licht
dehnt sich schwappt über
die bordsteine
achim wagner