Söyleşi: Metin Aydın
Ne kadar çok uzağa düşerlerse o kadar erken soğumaya başlayan “bir lav parçası” olarak betimlediği diasporadaki yaşamını, “hiçbir zaman yurtdışında yaşayacağım diye bir hayali olmayıp kendini aniden kovulmuş bulmak gibi bir hazırlıksızlık ve üstüne de birey olarak kendi kusurların da eklenince her şey küllük külistanlık oluyor. Sermayeden yiyiyoruz onun için.“ diyen ve “dün anamın dizlerinin dibinde bugünse diasporada mülteci” (nispeten pesimist) ruh hallerini; “ince dil ve zekâ” gerektiren iki dal dediği şiir ve mizah ile sağaltan Şair Cemil Denli; kendi edebiyatının, “bu çok eksilerden başlamak zorunda olduğu” durumdan ziyadesiyle beslendiğini anlatıyor. Her ne kadar “cehalet sanattan çok daha güçlüdür.” dese de, edebiyatı(nı) “güzellikleri yüceltme, paslanmışlığı gidermeye çalışmak.” olarak göndere çıkarıyor. Edebi üretimlerinde daha çok şiir yazmış olmasından kaynaklı “şair” kimliğinin öne çıktığını söyleyen dilbilimci, yazar ve çevirmen Cemil Denli ile her şeyin “küllük külistanlık” olduğu bir dünyadan neşet eden edebiyat ve hayatı konuştuk.
Şair Cemil Denli kimdir?
“Şair” dediniz! “Şiir yazan biri” belki daha çok yansıtırdı beni. Kendimi dilbilim, çevirmenlik ve yazarlık konusunda yetiştirdim. Ön plana çıkan şairlik tarafım, edebi yazınları içinde daha çok şiir yazmış olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek. Oysa mizah, öykü ve tiyatro oyunları da yazan biriyim. Ama illa da bir tanım yapmak gerekirse, “dilbilimci, yazar ve çevirmen” kimliğini belirtmek isterim.
Şiir serüvenin nasıl başladı? Şair kimliğinin oluşmasında etkilendiğin kişi ve koşullar hakkında neler söylemek istersin?
Yazmaya başlamak anlamında şiir serüvenim 1997 yılında İstanbul’da başladı. Yoksa teorik olarak şiiri tanıyordum. Fransız Dili ve Edebiyatı okudum ve o sıralarda Jîyana Rewşen aylık Kürtçe edebiyat dergisinin de redaktörlüğünü yapıyordum. O zamanlar ağır bir şiddet ve onun etrafında şekillenen toplumsal travmalar vardı. İnsan hayatını hiçe sayan şiddetin aşkları muaf tutması beklenemezdi. Savaş bizim kuşakları aşklarıyla birlikte biçti. Bana düşen kişi başı gayri safi milli hâsılası da şiirin içine yuvarlanabilmek için katbekat yeterli idi… Ve düştüm. ‘Ew Tav Leylan û Çavên Te’ adli ilk şiirimde, şiire olan genel ilgisizliğimi şöyle betimlemiştim: Helbestrezêxelkê ye (Şiir başkalarının bağıdır). Ve içine düşmüştüm bir kere ama o zamanlar bunun ilk ve tek şiirim olacağını sanıyordum. Beni etkileyen sınırsız sayıda şair ve şiirleri var. Ama bir tanesi, insanın ilk göz ağrısı gibidir. Lise yıllarımda okuduğum, Necati Sıyahkan’ın Nataşa adlı şiiri. Ondan sonra da Fransız Edebiyatından Aragon, Alphonse de Lamartine, Apolinaire gibi bazı şairleri de ekleyebilirim.
Edebiyat ve özel olarak şiir senin için neyi ifade ediyor? Kendi edebiyatını (şiirini) bu bağlamda nereye koyuyorsun?
Edebiyat hayatla muhatap olma biçimlerimin başında gelir. Şiir ise bu muhataplık içerisinde kendi özelliği, kendi rengiyle yer alıyor. En özelidir. Ve iyi ki o da var bu yaşamda diyorum. Hayatın karbonmonoksitlendigi zamanlarda, ciğerlere çektiğim kaçak oksijen, toksiklendiğinde de baş ucumdaki antioksidanımdır şiir.
Yayınlanmış kitaplarından bahseder misin? Eserlerinde öne çıkan temalar nelerdir?
Benim biri mizah, üçü şiir olan dört adet basılmış kitabım var. 2016’nın başlarına kadar yazdığım bir şiir dosyam daha var. Yayınlama gereği duymadım artık. Fakat katıldığım programlarda o şiirleri de okuyorum. Kitaplarımın temalarında bir sınır yok. Ama birkaç tane ana sütun üzerine inşa edildiğini söyleyebilirim. Özgür bir ülke, vicdanlı, güvenli ve adil bir dünya özlemi, insan nüfusunun kontrol altına alınması, paranın ortadan kaldırılması, tabiatın insandan korunması, kadınlar üzerindeki her türden faşizm, bilimin vicdansızlığın eline düşürülmemesi, sağ, sol, din ve benzeri travmalardan arınma gibi ana temalar. Bu saydıklarımdan iki tanesi benim koyu kırmızı çizgimdir: Bir, insanların benim ülkeme yaklaşımı. İki, insanların kadına ve kendinden daha zayıf olan diğer canlılara yaklaşımı. Buna bitkiler ve doğa da dahil…
Siyasetle yatıp siyasetle kalkan bir coğrafyada dünyaya gözlerini açan biri olarak, siyasetin “kader gibi“ yaşandığı bir döngüde edebiyatını nasıl oluşturdun?
Bahsettiğin Ortadoğu‘nun bu spesifik özelliği, özünde daha çok düşünmeni, daha çok fikir ve sanat üretmeni de zorunlu kılıyor aynı zamanda. Aslında Ortadoğu‘nun şekillenmesini şöyle de dile getirebiliriz: Bir ahmaklık formatı atılmış günün birinde ve tüm geçen zaman boyunca, öyle bir antivirüsle sağlama alınmış ki sanırım tüm bilgisayar teknolojisini yüz bine katlayacak, kıskandıracak tarzda güvenilir bir antivirüs. Bu cehaletin muazzam gücüdür ki Tanrının yeryüzündeki kudretine tekabül ediyor. Bu antivirüse hiçbir şey etki etmiyor. Daha bin metre kadar yaklaşmadan ağzı burnu yamuluyor bilimin. İşte bilimin arabeske sardığı bu antivirüse, genel olarak sanat (burada edebiyat) ‘merhaba ahbap‘ deyip yanına sokulabiliyor. Yer yer onun burnuna parmaklarını da sokabiliyor. Özellikle mizah, burada cehalete karşı dezenfektan işlevini görür. Tabii ki kelle koltukta! Yani, başa dönersek, gerilikler ve ağır sorunlar senin de ona denk düşen bir ustalıkta edebi şeyler üretmeni zorunlu kılıyor. Benim edebiyatım da bunu yapmaya çalışıyor: Güzellikleri yüceltme, paslanmışlığı gidermeye çalışmak. Fakat şunu da özellikle belirteyim, cehalet sanattan çok daha güçlüdür.
Jîyana Rewşen dergisinde şiir, öykü ve mizah; Pînê dergisi’nde de Kürtçe mizah yazıların yayınlanıyordu… Şiir ve mizah gibi iki derinlik ve ustalık gerektiren alanda (doksanlar ve Kürtçe!) kalem oynatmak zorlu bir meşgale değil miydi? Bu deneyimleri günümüz Kürtçe edebiyat ve dergileriyle karşılaştırman mümkün mü?
Kuşkusuz ikisi de zor alanlar. Edebiyat içerisinde en “ince dil ve zeka” gerektiren iki dal. Fakat işimi kolaylaştıran bazı şeyler vardı. Edebiyat okumuş olmak, mizahın günlük hayatın bir parçası olduğu bir toplumdan gelmiş olmak, zor koşullardaki bir ülke ve aklın tedavülden kaldırıldığı Ortadoğu coğrafyasında yaşamak. Biraz da kendi doğam. Bunların hepsi hem mizah hem de şiire olağanüstü katkılar sunar. Bunlar iyi koşullar. İşte bu uygun koşullarda, geriye bunu tamamlayacak önemli bir şey kalıyor: bıkmadan, usanmadan sürekli kendini yetiştirmeye, yaptığın işin hakkını vermeye çalışmak. Kendi deneyimlerimi bugünkü edebiyatçılar ve dergilerle karşılaştırmak için yeterli bilgiye sahip değilim maalesef.
Uzun yıllardır yurtdışında (İsviçre) yaşıyorsun… Diasporadaki durum(un) hakkında neler söylemek istersin?
İnsanın beyni ülkesine benzer. Eğer ülken darmadağın edilmişse, onun bir ön aşaması olarak, önce beyninin darmadağın edilmiş olması gerekir. Ülkesi tarumar bir insan için, ülkesi de dahil, her yer diasporadır. Mesela ilk şiirim olan Ew Tav Leylan û Çavên Te’de şöyle iki satır geçiyor:
Zarokê dayikeke bindest im peyv zu li min dikeve
(Ezilen bir ananın evladıyım laf tez dokunur bana)
Duh li ber nigê dayika xwe penaber bûm îroj jî li vir
(dün anamın dizlerinin dibinde mülteciydim, bugünse burada).
Her iki cümlede de ana ‘ülke‘ anlamında kullanılmış. Yoksa ben, içinde baskı olmayan bir aileden geliyorum. Doğuştan diasporadayım yani. Ne yazık ki ait olduğum ülkenin şu anki durumu, benim diasporamdan katbekat daha trajik. Diasporada, burada doğup büyüyen birisine göre çok eksilerden başlamak zorunda olduğu için, hayata tutunmaya çalışmak, insanın neredeyse tüm enerjisini alıyor. Onun için çok şey beklemek gerçekçi değil. Ama birbirinden kopuk, bireysel bir çok çaba da var. Geriye, burada doğup büyüyen kuşakları beklemek kalıyor.
Kürtçe konuşulmayan bir coğrafyada Kürtçe yazıyorsun haylidir… Bu “eksiklik hali” yazdıkların için nasıl bir motivasyona dönüşüyor?
Bunun hiçbir motivasyonu yok. Diasporaya düşen insanlar, yanardağdan fırlayan lavlar gibidirler, ne kadar çok uzağa düşerlerse o kadar erken soğurlar. Çünkü her gün biraz daha Kürtçeyi unutuyorsun. Sadece unutmakla bitmiyor dezavantaj. Başta Kürt basını olmak üzere, müzisyenler, yeni kuşak gençler, dil araştırmaları yapan kişiler ve sosyal medya, hepsi birden, Kürtçenin feleğini şaşırtıyorlar aralıksız. Ve bu yanlışlar sana da zarar veriyor. Bir de hiçbir zaman yurtdışında yaşayacağım diye bir hayali olmayıp kendini aniden kovulmuş bulmak gibi bir hazırlıksızlık ve üstüne de birey olarak kendi kusurların da eklenince her şey küllük külistanlık oluyor. Sermayeden yiyiyoruz onun için. Tabii ki işin ehli olan, çok değerli çalışmalar yapan yurt içi ve dışında iyi şeyler üreten herkese müteşekkirim.
Kürt edebiyat çevrelerince ismi bilinen ama okur nezdinde pek “popüler” olmayan biri olmanı nasıl okumak lazım? Okur ve yazarlardan ne tür tepkiler alıyorsun?
Aslında bunun esaslı cevapları var fakat bunu başka zamanlara bırakmak istiyorum. Şimdilik, uzaklardayım diyeyim. Yukarıda belirttiğim gibi uzaklara düşen bir lav parçası olarak soğumakla kalmayıp aynı zamanda dağı pek hissedemiyorsun da. Dolayısıyla haberim yok. Belki kitaplar çok az kişiye ulaşıyordur. Orda değilim canlı olarak. Ama bana ulaşan okurlar memnuniyetlerini sıkça dile getiriyorlar. Yazarlar için de aynı şeyi söyleyebilirim. Yakından takip edenlerin en çok yaptığı eleştiri de ‘niye bu kadar geride duruyorsun’dur. Şunu da itiraf etmeliyim ki popülarite benim için teşvik edici bir şey değil, bilakis bazı şeyleri geri atmama da neden oluyor. O yüzden çok zorunlu bir durum olmadıkça ortaya çıkmayı pek sevmem. En büyük hazzı, üretim anında alıyorum ve yazdıklarımın insanlara er geç ulaşacağını düşünüyorum. Min Neşon, Girî, Stranbêjo vb. şiirlerin Kürt Dili yaşadıkça sevenleri de olacaktır.
Dünya şiiri başta olmak üzere Kürt ve Türk edebiyatını nasıl değerlendiriyorsun? Şair ve yazarlardan özellikle kimleri izliyorsun?
Dünya edebiyatını, Kürt ve Türk edebiyatını da uzun süre elimden geldiğince okumaya çalıştım. Ama epeydir yeterli derecede takip ettiğimi söyleyemem. Dünya ve Türk edebiyatı doğal olarak devleti olan dillerin edebiyatları. Yaşama koşulları daha fazla. Dolayısıyla kendilerini bir yerlere oturtmuşlardır. Bazı isimler versem hatalı olabilir, çünkü en beğendiklerimi ıskalama, yani unutma ihtimalim var. En çok okuduklarım Rus, Fransız ve Latin Amerikalı yazarlardır. Kürt edebiyatına gelince birçoğuna ulaşamıyorum maalesef. Ama harıl harıl ilerleme yolunda olduğunu ve iyi kalemlerin yetiştiğinden haberdarım. En azından bir kısmından.
Edebiyat ve sanat dışında neyle meşgulsün?
Uzun yıllardır haftada bir Voleybol oynuyoruz İsviçreli arkadaşlarla. Yürüyüşler yapıyorum. Fırsat buldukça tavla, bilardo ve masa tenisi oynuyor, bisiklet sürüyor, çocuklara takılıyorum. İmkânlar dâhilinde de geziyor, müzikle besleniyor ve ülkedeki durumun kahrını da çekiyorum hobiden sayılırsa. Yani genel olarak iyiyim.
Dünyayı esir alan korona virüs illeti hakkında ne söylemek istersin? Bu zorlu süreçten nasıl etkilendin?
Ben koronadan bireysel olarak çok etkilenmedim ama devletlerin ve insanların yaptığı panik daha çok rahatsız etti beni. Aşı olmak zorunda kaldım ve 14 aydır hâlâ birinci ve ikinci aşıların bende bıraktığı yan etkileri tam olarak atamadım. Ama korona benzeri ve daha etkili virüslerin insan hayatına bundan sonra sürekli girmeye devam edeceğini düşünüyorum doğayı tanığım kadarıyla. 2004 yılında yazdığım Heftûheyş adlı oyunda yılan, moderatöre açıkça söylüyordu, bundan sonra yerine göre insan nüfusunu dengede tutacak virüslerin sıkça çıkacağını. Hem de çok yakında demişti. Moderatör agresifleşmiş ve bunlar senin art niyetinden kaynaklı temennilerin deyip aşağılamıştı onu. Yani koronadan daha güçlü salgınlar beklediğimi belirteyim.
Son olarak neler söylemek istersin? Teşekkürler Cemil Denli.
Ben de teşekkür ederim röportaj için. Daha yaşanılabilinir bir dünya dileğiyle. İşlerinizde başarılar diliyorum…
Cemil Denli
1968 yılında Kızıltepe’ye bağlı Sürekli köyünde dünyaya geldi. İlkokulu bu köyde, ortaokul ve liseyi Kızıltepe’de, üniversiteyi Ankara Hacettepe Üniversitesi, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde okudu. 2000 yılından beri İsviçre’nin Zürih kentinde yaşamakta. Kürtçenin yanında iyi düzeyde Fransızca ve Türkçe, orta düzeyde de İngilizce ve Almanca bilmekte.
Kitapları: Tav û Leylan (Güneş ve Serap): Şiir 2005 – Bajar Yayınları, Sêva Delalî (Şımarık Elma): Mizah 2006 – Belki Yayınları, Min Hêsir Vexwarine Ji Reşika Çavên Te (Gözlerinin Karasından Yaşlar İçmişim): Şiir 2012 – Belki Yayınları, Destûra Bê û Baranê: Helbesta Reşbelek (Rüzgârla Yağmurun İcazeti: Ala Şiir): Şiir 2014 – Belki Yayınları.
Çeviriler: 2001-2008 yılları arasında Kürt televizyon kanalları için, yabancı dillerden Kürtçeye dokümanter, çizgi film ve dizi filmler çevirdi.
Oyunlar: Heftûheşt (Tartışma): Komedi 2005, Zar Ziman Navê Apê Xelef (Üslup Dil Ve Xelef Amcanın Adı): Komedi 2021
edebiyathaber.net (4 Ağustos 2022)