Hazırlayan: Meltem Dağcı
Serkan Parlak’ın editörlüğünü üstlendiği “Cemil Kavukçu Öykücülüğü: Kasabadan Kente Doğru” kitabı Günce Yayınevi etiketiyle yayımlandı. Cemil Kavukçu’nun öykü kitaplarının incelendiği kolektif kitapta yirmi yazar bir araya geldi. İlk bölümü geçtiğimiz hafta yayımlanan söyleşinin ikinci bölümünde de yazarlar “Cemil Kavukçu Öykücülüğü: Kasabadan Kente Doğru” kitabını anlatıyor.
Cemil Kavukçu’nun öyküleriyle nasıl tanıştınız? İnceleme yazısı yazdığınız kitabın sizde özel bir yeri var mıdır?
Kadir Işık: Cemil Kavukçu adını ilk kez Adam Öykü dergisinde yayımlanan öyküleri ve eleştirmenlerin onun hakkında yazdıklarından duydum. Okur olarak onun öykülerinde yeni bir ses, yeni bir anlatım tarzı ve yeni karakterle tanıştım. Öyküleri ve yarattığı karakterlerin yaşam alanları birçok benzerlerinden farklı. Kalabalığın arasına sıkışmış yalnızlığı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkaran bir yazı ustası bence. Kavukçu’nun Türkiye edebiyatına kazandırdığı karakterler bizden birileri. Köy, kasaba ve şehir sarmalında yaşıyoruz. Çoğumuzun bir köyü ya da uzağında yaşadığımızı bir kasabası mevcut. Cemil Kavukçu yazdıklarıyla, geride bıraktığımız, bir parçası olduğumuz kasabalara götürdü bizi. Orada sıkışıp kalmış, bir türlü içinde bulunduğu yaşamın uzağına düşemeyen bireylerin küçük dünyalarını yazıya taşıdı, biz okurların kendimizle, yaşadığımız çevreyle yüzleşmesini sağladı. O Türkiye edebiyatında yeni bir sesti. Cemil Kavukçu’nun özellikle 90’ların başında yazdığı kitapları okuduğumda aldığım hazzı unutamadığımdan Yalnız Uyuyanlar İçin kitabını seçtim. Yazarın tarzını en çok ortaya koyan kitaplarından biri olduğunu düşünüyorum.
Ayşe Korkmaz: İlk hangi kitabıyla tanıştığımı hatırlamıyorum. Öykülerinin pek çoğunu okudum. Bir yazarın yazdıklarıyla bu kadar çok haşır neşir olunca insan yaşam öyküsünü de merak ediyor. Bu bağlamda Tülin Er’in Everest’ten çıkardığı söyleşi kitabı epeyce önümü açmıştı. Sanırım en çok Cemil Kavukçu öykülerindeki karga motifini sevdim. Çok sık kullanıyordu. Öyle ki ilk daktilosuna “Karga” adını vermişti. Her ne kadar modern çağ beni zorla bilgisayar başına oturtmuş olsa da ilk eserlerini daktiloda yazmış biriyim. Çıkardığı o kart sesi bilirim. İncelemesini yaptığım Yalnız Uyuyanlar İçin kitabını, içindeki aynı adlı öyküden dolayı seçtim. Cemil Kavukçu pek çok öyküsünde, çocukluk ve ilk gençlik dönemlerindeki yaşam biçimlerinden, dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinden yararlanır. Ama o öyküde açık bir şekilde çocukluğunun peşine düşer.
Hatice Eğilmez Kaya: Cemil Kavukçu’yu çok geç tanıdım. Çoğu yeni dönem yazarını olduğu gibi. Uzak Noktalara doğru. Bir arkadaşımın kitaplığında rastladım. 2001 filandı galiba. Ve öykülerini çok sevdim. Aslında sevdiğim bir yazarla tanışınca onun bütün eserlerinin peşine düşmek. Cemil Kavukçu için bu huyum geçerli olmadı. Uzak Noktalara Doğru’daki öykülerin hemen hepsi aynı eksen üzerinde dönüyordu. Sonra aradan neredeyse 20 yıl geçti. Serkan Parlak, Cemil Kavukçu projesinde yer alıp alamayacağımı yayıncım aracılığı ile bana sordu. Ben de o ilk aşinalığın da etkisi ile kabul ettim. Benim payıma Temmuz Suçlu düşmüştü. Temmuz Suçlu. Elbette özel yeri var. Kitabın kendisini gördüğünüzde fiziksel olarak doksanların esintisini duyumsuyorsunuz. İçerik olarak da seksenlerin korkunç ve tuhaf heyulasından etkilenmiş yeni bir on yılın tablosu hakim. Hani şu 21. yüzyıl çılgınlığı ve çağ yangını var ya, işte o henüz Temmuz Suçlu’da kendisini hissettirmiyor. Yeni gelen bir şeyler var sanki fakat çok uzak. Kitabı okumaya başladığımda bir yandan da kitaba ilişkin neler yazabileceğimi de kurgulamaya başladım. Kitabın üstüne ve A4 kâğıtlara çeşitli notlar almaya başladım. İlk dikkatimi çeken imgesel anlatım ve metaforlar oldu. Gemi, düşlerimiz, atlar, dağlar, sarhoşluk ve şarap, ışıksız kalma, güneşsizlik, sokak köpekleri… akla gelen ilk metaforlar. Bence metaforik anlatım şiirin yanı sıra özellikle roman ve öyküde son derece güçlü bir anlatımın kurulmasına yardımcı oluyor. Temmuz Suçlu’da etkin olan duygu bunalım, korku, endişe, izlenme ve tutuklanma kaygılarından doğan sanrılar, alkole sığınan varoluşsal kaygılar yaşayan insanlar var. Böylesine ağır bir temasal bütünlüğe rağmen eser akıcı. Hiç sıkılmadan okunacağından eminim.
İlay Bilgili: Cemil Kavukçu öyküleri ile ilk kez bu kitapta da üzerine bir yazı hazırladığım Aynadaki Zaman kitabı ile tanıştım. Demem o ki Aynadaki Zaman aynı zamanda okuduğum ilk Kavukçu kitabıdır. Bu çalışmayı hazırlarken de bu sebeple seçmişimdir Aynadaki Zaman’ı. Deniz, Kavukçu’nun vazgeçilmez edebi unsurlarından biri ve ben de denize oldukça düşkünüm. Sadece romantik yanına değil, canavarlarına, tekinsizliğine, kendi dünyasına… Bu bağlamda bir bağ da kurdum kitapla. Diğer yandan benim için Aynadaki Zaman’ı özel kılan bir diğer unsur da kitaptaki öykülerin birbirleriyle bağlantılı olması, öykülerin öznel kurgu dünyalarına dışarıdan bakınca aslında kitapta daha büyük bir kurgu evrenini görebilme güzelliğini tatmamdır. Bu sarmal yapı bir okur olarak ağzımda bir oyunun içimdeymişim tadı bıraktı. Ve okuduğum tüm Kavukçu kitaplarında insanın derinine inen bir gerçeklik, duyguları irdeleme, sorgulama söz konusuydu ve bence bu edebiyatı çok kıymetli kılan yanlardan birisi benim için.
Semrin Şahin: Cemil Kavukçu’nun öyküleriyle tanışmam Adam Öykü dergisinde okuduğum “Avludaki Tren” öyküsüyle olmuştu. O zamanlar daha on yedi yaşındaydım ve Kavukçu’nun öykülerinde beni yüreğimden yakalayan bir yan vardı. Daha sonra öykü kitaplarını okuyup yakından takip ettiğim yazarlar arasına girdi. Sözcükler dergisi ilk çıkmaya başladığında onun ismini görüp dergiyi aldığımı anımsıyorum. Sonra müdavi oldum derginin orası ayrı. Zaten edebiyat da böyle bir şey, bir yazar başka bir yazara kapı aralıyor, bir dergi bir başka dergiye yol alıyor. Bu döngüyü sevdiğimi söyleyebilirim.
Sevgili Serkan Parlak bu kitap projesi fikriyle geldiğinde çok sevindim. Hem de “Maviye Boyalı Sular” kitabını yazacaktım. Denize olan tutkunum, öyküye olan tutkumla başa baştır. Kitap ilk çıktığında bir arkadaşım hediye olarak almıştı. İçine de çok güzel bir not düşmüştü, “Senden de bir deniz öyküsü bekliyorum,” diye. Ben kitabı okuduktan sonra deniz öyküsü yazamadım ama kitap üzerine bir yazı yazabildim. Kavukçu’nun tüm kitaplarını, denemelerini, söyleşilerini okumuş biri olarak “Maviye Boyanmış Sular” kitabı çok özeldir benim için. Kavukçu’nun öykülerinde derin sorgulamalar, can sıkıcı felsefi tanımlar, duygusal iç dökmeler yoktu. İnsani durumlar, olay örgüsü içerisinde öyle bir kurgulanıp önümüze seriliyordu ki içimizde bir noktayı harekete geçirmekten geri durmuyordu yazar. Toplumsal normlarla değil de insanın bireysel gerçekliğinin getirdiği duygu durumlarıyla daha ilgiliydi. Uzun bir araştırma ve okuma sürecinden sonra yazıyı yazabildiğimi de eklemeliyim buraya. Kendi yazma serüvenimde yeni kapılar aralamamı sağlayan Cemil Kavukçu’ya ve bu kitabı hazırlayan Serkan Parlak’a sonsuz teşekkürler.
Furkan Pişgin: Can yayınların Can Cep serisini bilenler ve hâlâ kitaplığının bir köşesinde saklayanlar vardır mutlaka. Benim Cemil Kavukçu öyküsüyle tanışmam da o seride yayımlanan Nolya öyküsüyle olmuştu. Nolya. Dönüp dönüp tekrar okuduğum günleri unutamıyorum. Hâlâ daha elimden bıraktığım söylenemez. Çok sonraları bu öykünün kısa filmine de rastlayacaktım. Onu da dönüp dönüp izleyecektim elbette. Böylece Kavukçu öyküleri maceram da Nolya ile başlayıp genişledi zamanla. Yayıldı, büyüdü. Öyküleri ve dünyası hakkında fikirlerimin oluşmasıyla devam etti. Bir yandan da günümüz Türk öyküsünü takip ederken Cemil Kavukçu’nun bu günümüz öyküsü hakkında neler düşündüğünü de merak eder oldum. Bir şekilde iletişim kurmayı başarıp bir söyleşi röportaj ya da karşılıklı birkaç kelam etme gayesi ile buluştuk. Cemil Kavukçu öyküsünden başlayıp günümüz türk öyküsüne varana dek benim açımdan epey zihin açıcı bir konuşma gerçekleştirdik. Sanıyorum Cemil Kavukçu’nun da günümüz Türk öyküsü ve öykücülüğü hakkında böylesine apaçık tespitlerinin olduğu nadir konuşmalarından biri oldu. Bu söyleşinin benim açımdan önemi de budur. Tabii bir de o küçük kitapçık, Nolya’yı imzalatmam.
Didem Erdiman: Edebiyata olan ilgim bana hayatımın farklı zamanlarında farklı pencereler açtı. Bunlardan biri kısa bir süre kütüphane sorumlusu olduğum dönemdir. Böylece edebiyatla daha çok yakınlaşma ve birçok eseri okuma fırsatı buldum. Bu süre içinde Cemil Kavukçu öyküleriyle de tanışmış oldum.
Yaşam başlı başına bir hikâye konusudur. Gerçek diye adlandırdığımız hayata bir de zihnimizin içinde yarattığımız hayali bir yaşam eklenir. İşte bu iki dünya arasında yani gerçekle düş arasında yaşanan bu gitgeller hayatın kendisidir aslında. Sanırım beni Cemil Kavukçu’ya ve özellikle Düşkaçıran öykü kitabına bağlayan da bu oldu.
Kitaptaki öykülerde aynı karakter bir öyküde başkahramanken başka bir öyküde yardımcı karakterdir. Bu durum bir yönüyle hayatın sıradanlığına yukarıdan bir çift göz gibi bakmamızı sağlarken diğer yönüyle içinde rol alarak fazla önemsediğimizi hatırlatır bize. Böylece kendi yalnızlığımıza ve isyanımıza da tanık oluruz. Öyküler okura hiçbir şeyin tesadüf olmadığı gerçeğini hatırlatır. Bir söz, bir müzik, bir ses kendi başına öykü olabilir. Tıpkı duyduğumuz tanıdık bir parfüm kokusunun bizi yıllar öncesine götürmesi gibi. Kısa cümlelerle derin anlamlar yaratan yazar hayvan sevgisini, doğayı, şehir insanının karmaşık dünyasını, kaçma isteğini, zihnin derinlerine inerek bilinçaltını kısacası insana dair en doğal duygu ve düşünceleri farklı üslup ve yalın bir dille anlatır. Kalabalığın içinde yalnız oluşumuz ya da hayallerimizi gerçekleştirmek isterken hep bir yanımızın eksik kalışı tanıdık gelir bize.
Cemil Kavukçu öykülerinde, taşradaki ya da şehirdeki yalnızlığımızı, gürültünün içinde kendi sesimizi arayışımızı, karanlık dehlizlerden çıkmak için zihnimizin bize oynadığı oyunları, yalnızlığımıza ortak ettiğimiz boş vermişliğimizi kısacası tüm doğallığıyla bize bizi anlatır. Bu yüzden kendime yakın hissettiğim ve sevdiğim yazarlardan biri.
Semiramis Yağcıoğlu: Cemil Kavukçu’nun yazma serüveniyle ne zaman tanıştım pek hatırlamıyorum ama Sayın Serkan Parlak’ın benden yazı istediği tarihi çok iyi hatırlıyorum. Uzun bir deniz yolculuğuna çıkmak üzereydim ve takvimler 2019 yılı Aralık ayını gösteriyordu. Yolda okumak için yanıma Balyozla Balık Avı adlı son öykü kitabını aldım ve elimden bırakamadım. Kavukçu, yine bize bildiğimiz durumlar içinde anlatılan bir olayın, bir deneyimin ve bir fantastik ögenin, insanın simgesel evreninde nasıl bir karşılık bulduğunu şaşırtıcı bir isabetle anlatmayı sürdürüyordu. Ancak, Cemil Kavukçu bu kez, o bildiğimiz, aşina olduğumuz, durumların içinde beklenmedik biçimde duyumsadığımız huzursuzluğun kaynağına yöneliyor ve ortaya gotik tatlar içeren huzursuzluğun kitabı çıkıyordu. Serkan Parlak’ın editörlüğünü yaptığı Cemil Kavukçu Öykücülüğü Kasabadan Kente Doğru kitabı için incelediğim “Balyozla Balık Avı” öyküsü başta olmak üzere, öyküler, yakından bildiğimiz bir insan etkinliğine, bilinmedik, daha önce duyulmadık bir unsurun sızması nedeniyle bilinenin bilinmeyene birden dönüşüvermesini, anlatıyor ve bizi tekinsizlik duygusuyla tanıştırıyordu. “Balyozla Balık Avı” üzerine yazarken bu tekinsizlik duygusunun kaynağına yönelmekten çok keyif aldığımı söylemeliyim.
Serkan Parlak: Cemil Kavukçu’nun öyküleriyle 90’lı yılların ikinci yarısında gazeteler başbayisinde dağıtımcılık yaparken Adam Öykü ve Adam Sanat Dergileri sayesinde karşılaştım, okur okumaz sarsıldım. O dönem için yeni yeni dergi okumaya başlayan bir okur olarak benim açımdan gerçekten her anlamda etkileyici öykülerdi. Üniversitede ve sonrasında Kavukçu’nun öykü kitaplarını sürekli okudum. Kavukçu’nun öyküleriyle olan ilişkimiz okur olarak kendimize özel. Hakkında yazdığım Pazar Güneşi kitabı ve üzerine yoğunlaştığım “Küçük İşler” öyküsü kitabın ilk basımında olmayıp sonraki baskılarına eklenen bir öykü olarak atmosfer anlamında beni çok etkiledi. Editörü olarak bu kitap üzerinden ekip arkadaşlarımla birlikte temel amacım Cemil Kavukçu öykülerinin zamanla değişen anlamları hakkında farklı bakış açıları geliştirmekti. Ben de yazımda bunu hedefledim. Bu süreçte yazarlar kendi öznel okumalarından hareketle özgün metinler üretti. Bütün yazar arkadaşlarıma ve kolektif emeğimizin ürünü olan bu çalışmayı yayımlayan Günce Yayınevi ekibine bir kez daha çok teşekkür ediyorum. Bu tarz etkin ve yeniden okumalar aracılığıyla Kavukçu’nun öykülerine yönelik farklı bakış açılarının her daim geliştirilmesini diliyorum.
edebiyathaber.net (24 Haziran 2021)