Onlardan kurtuluş yok!
Bir bibliyofilin kitap yorumu yazmasından daha güzel bir şey varsa o da kitaplar üzerine yazılmış bir kitabın yorumunu yazacak olmasıdır. 2010 yılında, Can Yayınları’nın Kırkmerak dizisinin bir üyesi olarak basılmış olan bu kitap hakkında gelin biraz konuşalım.
Elimdeki kitap, okuması ve bir nevi dinlemesi son derece keyifli iki kişiyi buluşturuyor. Bu üç hoşsohbetin hoş sohbeti öyle güzel aktarılmış ki saman kağıdı üstüne, kendimi koca gözlerimi daha da açarak aralarında oturmuş ağızlarının içine düşmüşken buldum. Kırkmerak dizisinin diğer kitapları için geçerli olduğu gibi, bu kitabın da bir miktar bilgi birikimi gerektirdiği aşikar. Elbette kimsenin gözünü korkutmak istemem. Demek istediğim şu ki, kitap boyunca bahsedilen konulara çok yabancı olmamanız, kitaptan alacağınız zevki artıracaktır. Gelelim detaylara…
Bu uzun söyleşi, konulara göre bölümlere ayrılmış. Okuma bağımlılığı, kitap koleksiyonu sahiplerinin ölümünden sonra kitaplarına ne olduğu, teknolojinin kitap üzerinde yaratacağı olumlu ve olumsuz etkiler, kitabın tarihi ve çok daha fazlası. Öyle çok şey hakkında konuşmuşlar ki, bana kalırsa her bir bölümden ufak kitapçıklar bile çıkarılabilirdi. Etrafında dönülen konu ise, elbette kitabın adından da anlaşılabileceği üzere: Kitaplar sonsuza kadar bizimle kalabilir mi yoksa yerlerini daha üst modellere (!) mi devretmek zorundalar? Kitap bugüne kadar hangi badireleri, yara alsa da bir şekilde atlatmayı başardı? Kitabın en büyük tehdit kaynağı gerçekten de teknoloji mi?
Kitap, 2008 Davos Zirvesi’nde bir fütürologun kitapların 15 yıl içinde ortadan kalkacağına dair savı üzerine şekilleniyor hemen ardından başlıyor Eco ve Carrière bıçaklarını bilemeye. Kitabı okuduktan sonra rahatlıkla diyebilirim ki, kitabın gül bahçeleri arasından gelen bir geçmişi yok. Yangınlar, kasıtlı yakmalar, yasaklanmalar, kaybolmalar ve benzeri olaylar bizi kimbilir hangi eserlerden mahrum etti. Aslında çok önyargılı da olmamak lazım. Teknoloji belki de köstek değil destek olacak, en azından şimdi var olan eserleri geleceğe taşımak konusunda. Gelelim kitabın tahtını devralacağına inanılan “e-kitap”lara. Gerçeken kitabın tahtını sarsacak kadar sokulabilecekler mi insanlar arasına? Onların tahtını ne sallayacak? Hiç mi durulmayacak insanların hep daha fazlasını istemeleri? Bir zamanlar radyo ve televizyon için de aynı şeyler söylememişlermiydi? Eco ve Carrière’in en başarılı yanıtlarından biri şuydu sanırım tüm bu sorulara: Kaşık bir defa icat edildikten sonra, bir üst model olarak getirilen hiçbir şey bildiğimiz o basit kaşığın yerini alamaz çünkü insanlar onu benimsemişlerdir ve ondan farklı bir şeye alışmak her zaman daha zor, bazen de gereksiz ve tatsızdır. Yemeğinizi yemeniz için gereken metal ya da tahtadan yapılmış basit bir alettir. İhtiyacınız olan enerjiyi almak için ne yediklerinizi size yüksek sesle tekrar eden, kalori hesaplamaları yapan, aynı zamanda müzik dinleten ve ajandanızdaki işleri kulağınıza fısıldayan bir alete gerçekten ihtiyacınız yoktur. Esas olan karnınızın doyması, kan şekerinizin yükselmesidir. Gerisi olsa olsa teferruattır ve biraz da kapristir.
Eco der ki, internetin bu kadar hayatımızın içine girmesi aslında bizi Gutenberg çağına geri soktu, artık herkes okumak zorunda. Sokağa giyinmeden nasıl çıkamıyorsak, güne de bilgisayarımızın ekranına bakmadan başlayamıyor ve devamını getiremiyoruz. Peki bu demek midir ki eski sadık dostlar ortadan kaybolmalı?Bu kayboluş beraberinde neleri getirir? Kitaplar uzunca bir süredir sadece seçkin sınıfın elinde değil, bu nedenle ulaşım ve alım daha kolay. E-kitap okuyucularının da aynı ölçüde erişilebilir bir alet olduğunu iddia edebilir miyiz? Sorular, sorular, sorular…
Kitaplar güzeldir. Kimi okumayı sever kimi dokunmayı, bazısı da koklamayı. Siz hiç kitapların, hani saman kağıdına basılmış çeşit çeşit kapaklara bürünüp evinize girmiş olanın tamamen ortadan kalktığını aklınıza getirdiniz mi? Bunu düşünüp, az da olsa içiniz burkulduysa bilin siz bir kitap seversiniz ve sizin isteğiniz olmadan hiçbir güç o soğuk nanoteknoloji harikası e-kitap okuma tabletlerini elinize tutuşturamaz. Karl Valentin der ki, “Her şey daha önce söylendi ama herkes tarafından değil”. Kitaplar ve onları okumak sevildi, binbir çeşidi de yazıldı. Peki herkes bu zevki tattı diyebilir miyiz? Peki ya gelecek nesiller? Evet biz, annelerimiz ve onların büyükleri kitap okuma zevkini tattı, uyumadan önce okunmaya çalışılan bir kitabı sabah uyandıklarında yastıklarının kenarında gördüler, belki de büyükanneniz dedeniz ona gizli gizli yazdığı özlem dolu satırları o sırada okuduğu aşk romanın arasında sakladı. Evet çok kitap basıldı, hatta varsayalım anlatılabilecek tüm hikayeler anlatıldı. Peki ya bizim çocuklarımız? Onları bu zevkten mahrum bırakmak ister miyiz gerçekten?
Tonnac’ın mükemmel bir iş çıkardığı, en az kitaplardan kurtulamayacağımız gerçeği kadar aşikar. Tarihin, dinin, otoritenin, icatların ve daha birçok birbiriyle bağlantılı ya da bağlantısız konunun nerelerden kitaplara ve onun tarihine dokunduğunu bilmek isteyenler ve kitaba olan hayranlıklarını bir kez daha pekiştirmek isteyenler için bu kitabın harika bir fırsat olduğunu belirtmek gerek. Kitaplardan kurtulabileceğinizi sanmayın ve hazır bahar gelmek üzereyken raflarınızda yeni kitaplara yer açın.
Cenan Egeli – edebiyathaber.net (4 Nisan 2011)