Söyleşi: Zeynep Yıldız
Öğretim üyesi, yönetmen ve yazar Cengis Asiltürk ile Ameros Peros (Paramparça Aşklar Köpekler) adlı film üzerine yapılan incelemelerden oluşan Karanlığın Taneleri kitabı hakkında bir söyleşi yaptık. Bir izleyici ve okur olarak merak ettiklerimi sordum. Yönetmenin gençliğinden anektodlar da var, “Annem ve kız kardeşim bana, ‘Esmer Jimmy’ derdi.” Türkiye’de sinema izleyicisi, Z kuşağı ve Karanlığın Taneleri kitabına konu olan film karakterlerini de sordum; “Adana’da çekilebilir bu film. Zaten Adana gibi bir yerde çekilmiş. Ufuk Kaplan, Beren Saat, Betül Arım, Nazan Kesal yer alabilirdi kadın oyuncu olarak.”
Ameros Peros (Paramparça Aşklar Köpekler) adlı film üzerine yapılan incelemelerden oluşan Karanlığın Taneleri adlı kitapta yer alan yazınızın oldukça detaylı olduğunu görüyoruz. İşaret ettiğiniz döngüsel kurgu yapısı, amaçlanan etkisi, müziğin kışkırtıcılığı, karakterlerin sert mizacı açılarından bu film Z kuşağına hitap eder mi?
Bu soruya makul bir yanıt verebilmek için, önce Z kuşağının neliği ortaya konulmalı… “Z kuşağı” diye kastedilen gençlerin nitelikleri bir ve aynı değil her şeyden önce. Z kuşağı içinde kitap okuyan, düşünen, kafa yoranlar da var, müzik zevkleri gelişmiş, ülke sorumluluğu duyan, konuşmayı, oturup kalkmayı bilen, Tik Tok için kıç baş sallayarak etini pazarlayanlar da! Bu önemli farklara karşın; Z kuşağı diyerek o gençler aynı başlık altında değerlendirilecekse Paramparça Aşklar Köpekler filmi Z kuşağı için uygun değil. Esasen kimler için uygun diye düşünmek istiyorum. Perdeye ne yansıtılırsa yansıtılsın, yaş kategorileri belirlenirse perdeden izlenenler olumsuzluk yaratmayabilir.
Iñárritu, filmin ithafında, “çünkü biz aslında kaybettiklerimiziz” diyor. Filmin karakterleri eylemlerini kazanmak üzerine planlıyor. Bedellerin olduğunu da görüyoruz. Yönetmen filme duygularını fazlasıyla karıştırmış diyebilir miyiz?
Bu, kişisel bir film, auteur duyarlığıyla yaklaşılmış filme. “Çünkü biz aslında kaybettiklerimiziz” sözü ise fazlasıyla ajitasyon yüklü. Neyin kaybedilmesi bu? Hollywood onu el bebek gül bebek hazırladı. O diğer iki arkadaşıyla, hani Three Amigosdiye çağrılan şu üçlü… Yönetmenlik iş mi? Dünyanın en keyifli işi… Çalışmak başka bir şeydir! Maden kazmak, on saat araba kullanmak, akşama kadar kıçının üzerine oturmadan kafeteryada, lokantada, kahvehanede hizmet etmektir çalışmak.
Sizce Türkiye’de film izleyicisi filmi okumak, anlamak konusunda nasıl bir yerde? Karanlığın Taneleri kitabını okuyan pek çok insan aslında filmi anlamadıklarını, kitabı okuduktan sonra filmi tekrar izlemek ihtiyacı hissettiğini söylüyor. Sinema konusunda izleyiciye yönelik yayınlar yeterli mi? Sinemayı, sanatı, sanatçıyı işin mutfağını izleyicinin anlaması, daha farklı ileri bir bilinçle film izlenmesi için neler yapılmalı?
En iyi izleyici bile filmin yüzde kırkını kaçırır. Kimi cahil cühela sınıfı “film okuma” nedir falan diyor. Komik bir durum! Bunların sinema dilinden, göstergebilimden, sanat yapıtı analizinden, metinler arası göndergeden haberleri yok. Filmden sıkılan biri, o filmi izleyecek yeterlikte değil. Esas sorun bu… Yayınlara gelince; sinema konusunda çok sayıda kitap var. Bunlardan beşi bana ait… Türkiye’de dünya çapında sinema kitaplarının yazılıp basıldığını biliyor musunuz? Bunlardan Sinemada Yaratıcı Yönetmen, Sinemada Şiirsel Anlatım, Sinemada kamera Rejisi dünyanın her yerindeki sinema okullarında ders kitabı olarak okutuluyor. Türklerde üstesinden gelinemeyen derin bir aşağılık kompleksi var. o yüzden yazarın adı Monaco, Monica, Pierre olunca matah oluyor. Geçelim şimdi bu boş kafalıları… İzleyicinin sinemayı, sanatı, sanatçıyı, işin mutfağını anlaması, daha farklı ve ileri bir bilinçle film izlenmesi için insanlar kültür düzeylerini geliştirmeli. Müzikte, şiirde, resimde, anlatıda, tarih bilgisinde, psikolojide gelişmeli.
Herkesin kendisini fazla önemsediği, özel hissetme açlığı çektiği, görünür, göz önünde olmak, ilgi odağı olmak uğruna inanılmaz tavizler verdiği garip bir çağdayız. Ülkede herkes kahve seviyor, herkesin aynı cins kedisi ve aynı mobilyaları var, herkes kitap okuyor, spor yapıyor, sağlıklı besleniyor, herkes doğa sever, farkındalık sahibi aktivist vs. Her şey inanılmaz derece hızlı tüketilirken, aslında insanlar gayet duyarsızken hâlâ sinir uçlarına dokunan, unutulmaz, sarsıcı düşünmeye sevk eden filmler çekiliyor mu? Yoksa sinemaya da hızlı tüketim saf eğlence ve gişe kaygısı mı yön veriyor?
Bırakalım, hak eden insanlar kendilerini önemsesin. Bundan rahatsızlık duymamalıyız. İnsanlara ‘kibirli’ dememeliyiz. Bu, bir aşağılık kompleksi tezahürüdür. Ne yani, koskoca Fazıl say, Fatih Terim, Orhan Pamuk, Bedri Baykam Ayazağa Kahvehanesi müdavimleriyle iskambil oynamaya mı gelsin? Yetenekleri olanlar, yeteneklerini ortaya koyarak ilgi odağı olsunlar. YILDIZ – Toplumu dönüştürme gücü olduğuna inandığınız bir film var mı? Ya da bir film toplumu dönüştürebilecek güce sahip olabilir mi?
Andrey Tarkovski Mühürlenmiş Zaman adlı harikulade kitabında; “sinema, insanlığa hiçbir şey öğretemez, çünkü insanlık hiçbir şey öğrenemeyeceğini dört bin yılda yeteri kadar ispatlamıştır” der haklı olarak. Bu düşünceye giderek daha fazla yaklaştığımı hissediyorum. Bu bağlamda Bertolt Brecht’in umdukları veya endişeleri yersiz görünüyor. Hiçbir filmin toplumu dönüştürme gücü olduğunu ben düşünmüyorum. Zira böyle bir şey olmadan önce yönetmenler toplumu ya da dünyayı değiştirme düşüncesi taşımalı. Birkaçı dışında öyle ideallere sahip yönetmen var mı? Önce bunu düşünmek gerek. Ömer Kavur, Andrey Tarkovski, Theo Angelopoulos, Akira Kurosawa, Abbas Kiyarüstemi’nin dışında, dünyayı ya da kendi yaşadığı toplumu değiştirmek üzere yola çıkmış kaç yönetmen var ki?
Size bu filmde bir rol verilseydi hangi karakteri oynamak isterdiniz?
Paramparça Aşklar ve Köpekler filmindeki hiçbir karaktere kendimi yakın bulmadım. Yetiştiğim aile ve kültürel çevre, aldığım eğitim bu filmdeki karakterlerle asla bağdaşmıyor. Liseli yıllarımda; Nicholas Ray’in yönetmenliğini yaptığı, RebelWithout A Cause (Asi Gençlik, 1955) adlı Hollywood filminde James Dean’ın canlandırdığı Jim Stark adlı karakterin beni derinden etkilediğini anımsıyorum. Hatta o yaşlarımda kendimi Jim Stark zannettiğim zamanlar da olmuştur. Çünkü filmin esas kızı Judy (Natalie Wood) ilk aşkıma fena halde benziyordu. Annem ve kız kardeşim bana, “Esmer Jimmy” derdi.
Paramparça Aşklar Köpekler filmi Türkiye coğrafyasında çekilseydi başrollere hangi oyuncuları yakıştırırdınız ve filmi Türkiye’de hangi şehirlerde çekerdiniz?
Fikret Kuşkan, Engin Altan Düzyatan, Mert Fırat, Mustafa Uğurlu aklımıza ilk gelen aktörler. Adana’da çekilebilir bu film. Zaten Adana gibi bir yerde çekilmiş. Ufuk Kaplan, Beren Saat, Betül Arım, Nazan Kesal yer alabilirdi kadın oyuncu olarak.
Bu filmin karakterlerinde, hayatın üç aşamasını görüyor gibiyiz. Octavio genç, vurdumduymaz ölçüsüz. Orta yaşlarına yaklaşan Valeria hayal kırıklığı içinde, romantizm arayışında, depresif… El Chivo da pişmanlık, keşke dedirten pişmanlıklar, telafi etmeye çabalıyor, suçluluk duygusu içinde… Sizce yönetmen ve senarist bu yaş aralıklarını bilinçli bir şekilde mi yerleştirmiş?
Bana sormayın bunu, çünkü bana göre bir romanda, senaryoda ya da filmde hiçbir şey tesadüfen orada ve öyle değildir. Anlatı sanatlarında ben her şeyi hesaplarım.
Yaratabilen, üreten insanların tıpkı neroçeşitli çocuklar, bireyler gibi olduğunu toplum tarafından defo gibi algılanan yeteneklerinin dünyayı şekillendirdiğini ve hayatı anlamlı kıldığını düşünüyorum. Ben de, farklı gelişen bir çocuk annesi olarak son sorumu konudan bağımsız yöneltmek istedim. Televizyonda az da olsa bu konuya işaret eden işler gördük. Ki,çok gerçek dışı pembe karakterlerdi. Türk sinemasında DEHB, DİSLEKTİK, ASPERGER karakterleri ve sistem içinde yaşadıkları çaresizliği ve sürüklendikleri çıkmazı niçin göremiyoruz? Siz yönetmen ve akademisyen olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Türk sineması (ve her sinema) kendi tarihi boyunca, sadece paraya yönelik çalıştığı için sizin sözünü ettiğiniz DEHB, DİSLEKTİK, ASPERGER karakterler ve onların sistem içinde yaşadıkları çaresizlik ve sürüklendikleri çıkmaz ele alınamaz. Niçin? Şunun için: Seyirci ilgi göstermez. Yapımcı, sadece izleyicinin gişeye para bırakacağı filmi yapar. Haklıdır da… En sanatsal film dediğiniz filmler bile salt ticari kaygıyla yapılmıştır. Tabi ki Ömer Kavur, Andrey Tarkovski, Theo Angelopoulos, Akira Kurosawa, Abbas Kiyarüstemi gibi az sayıdaki yönetmenler hariç. Onlar özel. Onların koşulları da özeldi.
Anneannem “milletin cevizleri öter bizim unumuz”derdi. Bugün görüyorum ki bizim ülkemizde üretilen iş ne kadar değerli olursa olsun, en konuşulmayacak tarafından ele alınıyor. Eleştirmenlerin ya da izleyicilerin bu eğilimi kırılamıyor sanki. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sorunuzu doğru anladıysam, filmler iyi bile olsa, eleştirmenler ve izleyiciler filmlerde, deyim yerindeyse, bir açık arıyor… Bilmem öyle mi? Yalnız şunu söyleyebilirim: Kimilerinin her şey üzerine tuhaf tuhaf fikirleri var. Eleştirmenler iyi yetişmiş, kendilerini iyi yetiştirmiş kişiler; onların görüşlerine önem verilmeli. İzleyiciler, niçin bilmiyorum, izleyici konumunda kalmak istemiyorlar. İnsan bizzat yapmadığı hiçbir şeyi tam bilemez.
edebiyathaber.net (1 Ağustos 2023)