Cennet, bir zamanlar kaybolmuş bir yerdir. İnsan, belki de en eski masalların en absürd olanını yaratmıştır: O masalda, her şey mükemmeldi, her şeyin yeri belliydi ve her şey dengede duruyordu. Ama o cennet, bir şekilde kayboldu. Cennetten kovulmuş insan, bu kaybolmuşlukla kalmadı. Tersine, o kaybolan cenneti yeniden inşa etmek için sürekli bir çaba içine girdi. İşte bu, bir efsanenin ötesine geçmeye çalışan insanın hikayesidir. Cenneti kaybetmek, insanın özüyle yaptığı en büyük felsefi kavganın başlangıcıydı. Ancak bu kavga, ne zaman sona erecek? Belki de asıl soru, cenneti yeniden inşa etmenin ne anlama geldiğidir.

İnsanlık, cennetten kovulmuş bir varlık olarak, tam da bu kaybolmuşluk içinde her şeyin anlamını sorgulamaya başlar. Ve burada devreye, absürdün kendisi girer: İnsan, kaybolmuş olan cenneti yeniden yaratmaya çalışırken, bir yandan da kaybolan cenneti yaratmanın absürdlüğünü fark eder. Gerçekten de cenneti yeniden kurma çabası, son derece felsefi bir çelişkidir. Çünkü yeniden kurmaya çalışırken, aslında kaybolmuş olan her şeyin içine daha fazla kaybolmuşluk katıyoruz. Ve bu kaybolmuşluk, insanın özünde taşıdığı en derin yabancılaşmayı yansıtır.
İşte tam bu noktada transhümanizm devreye girer. İnsan, kendi biyolojik sınırlarını aşmak için sürekli bir evrim arayışına girer. Cennet kayboldu, ama insan bu kaybı, teknoloji ve bilim yoluyla telafi etmeye çalışır. Cennet, bir zamanlar Tanrı’nın egemenliğindeydi, ama şimdi insan, kendisinin Tanrısı olmaya karar vermiştir. Kendi biyolojik yapısını değiştirmek, bilinç seviyesini arttırmak, ölümsüzlük arayışına girmek… Hepsi, kaybolan cenneti yeniden kurma çabalarının parçalarıdır. İnsan, kendini Tanrılaştırarak, aslında kaybolmuş olan cenneti bir tür yapay cennetle ikame etmeye çalışmaktadır. Ama bu çaba, insanın ne kadar absürd bir varlık olduğunu bir kez daha gösterir. Çünkü insan, kaybolmuş cenneti yeniden inşa ederken, gerçek anlamda kaybolmuşluğun en derin yerine saplanır.
Transhümanizm, insanın evrimsel sürecini hızlandırmayı ve doğanın yasalarına karşı gelmeyi amaçlar. Bu, bir bakıma, Cennetten kovulmuş olan insanın, artık kendisini ölümsüzlük ve sınırsız güçle donatarak kaybolmuş olanın izini sürmesidir. Fakat burada gözden kaçırılan en önemli şey, insanın bu çabaları sırasında, bir yanda kaybolmuşluğun büsbütün derinleşmesidir. İnsan, cenneti ararken, aslında her an biraz daha kaybolur, her adımında daha fazla yabancılaşır. Transhümanizm, insanın biyolojik sınırlarını aşma çabasıyla, aslında kaybolan insanlık durumunu yeniden üretir. İnsan, kaybolan cenneti yeniden yaratmaya çalışırken, kendi kimliğinden de uzaklaşır.
Evrimin son noktası, bir tür ölüm ve yeniden doğuş çabasıdır. Ama insanın yeniden doğuşu, bir kez daha absürdün yansımasıdır. Cennetin kaybolmuşluğu, insanın varlık arayışını bir çöküşe dönüştürür. İnsan, ölümsüzlük arzusuyla, kendi hayatının çelişkisini aşmaya çalışır, ama bir yanda yine kaybolur. İnsan, kendini Tanrılaştırırken, aslında Tanrı’nın yokluğunu daha derin bir şekilde hisseder. Ölümsüzlük, insanın kendi özündeki ölümle yüzleşmesinden kaçış değil midir?
Sonuçta, cennetten kovulan insanın, cenneti yeniden inşa etme çabası, insanın kendini kaybetmeye devam etmesidir. İnsan, sürekli olarak kaybolur, çünkü her yeniden doğuşu bir başka kayboluşu içerir. Cennet kayboldu ve insan, kaybolmuş olanı tekrar yaratmak için, bir arayışa koyulmuştur. Ama bu arayış, insanın özünde bir çelişkidir. Ve o çelişki, transhümanizmin en derin felsefi absürdüdür. Cennet kayboldu, fakat insan, kaybolan cenneti bulmak için daha da kaybolmaya devam edecektir.
edebiyathaber.net (18 Mart 2025)