Gamze Arslan’ın Çerçialan isimli öykü kitabı ilk yaşını geride bırakırken yeni okurlara ulaşmaya devam ediyor. Varlık Yayınları tarafından Kasım 2016 tarihinde yayımlanan kitap, geçen süre zarfında toplam üç baskı yaptı. Yedi öyküden oluşan Çerçialan, tahakküm biçimlerini ele alıyor. Erk sahibinin doğa, türler ve cinsler üzerinde kurduğu zora dayalı iktidarı inceliyor. Güçsüzün, sessizin, dilsizin yani edilgin olanın acısına tanıklık ediyor. Öteki, diğeri olarak nitelendirilenle eşitlik ilişkisine dayanan dilsel ve zihinsel bir bağ kuruyor.
Çoğulcu bir dil ısrarı
Gamze Arslan, aynı zamanda senaryo yazarı ve dramaturg. Bu bağlamda, hızlı bir kalem olduğu aşikâr. Bir yandan sahne tekrarına dayalı, diyalog yoğunluklu yazma alışkanlığını gerektiren senaryo üzerine çalışırken; diğer yandan mümkün olan en az sözcükle iyi bir kurgu, edebi bir üslup yaratma arayışı ve bütün yüklerinden kurtulmuş bir dil isteyen öykü türünde başarı yakalaması ilkin şaşırtıcı görünebilir. Lakin senaryo yazarlığı Arslan’a, bir hikayeyi farklı yollardan anlatabilme yetisini de sunmuş olsa gerek. Yazar, Çerçialan’da yer alan öykülerde hayvanların, doğanın, nesnelerin bilincine dahil oluyor; devinimsiz bir eşyanın dahi düşünce dünyasını yaratmaya çalışıyor. Öykülerinde genellikle bilinç akışı tekniğini kullanım şekli dikkat çekiyor. Baskın bir öykü kişisinin bilincinin öne çıktığını ve kurmacanın diğer unsurlarını şeyleştirdiğini söylemek imkânsız gibi duruyor. Kahramanın söylemini çıkış noktası olarak gören birinci şahıs anlatıcı tekniğiyle yazılan öykülerinde bile öteki nitelemesinde bulunabileceğimiz unsurun zihnine girme çabası göze çarpıyor. Bireyin sorunlarını merkeze alan anlayış yerine, tabiatın bütün unsurlarını dile getirerek demokratik bir öykü dünyası kurmaya çalışıyor. Öykülerin hiç biri büyük hikayeleri konu edinmiyor, bunun yerine söz hakkını insan kadar “diğerlerinin” de kullanmasını sağlayarak, çoğulcu bir söylem oluşturuyor. Edebiyatta süre giden konu kısıtlılığı tartışmalarını düşünecek olursak Arslan, öykünün her defasında daha özgün olabileceğini Çerçialan’da gösteriyor.
Katmanlı yapı ve tematik bütünlük
“Dudu ve Nimet” isimli öyküde köyün gözde bekârı Dudu, ineği Nimet ile birlikte dışa kapalı bir hayat yaşamaktadır. Nimet onun arkadaşı, ailesi, tek sırdaşıdır. Dudu, taliplisine verileceği sırada ağılı yakarak annesinin, babasının, kardeşinin ve bilhassa Nimet’in annesinin ölümüne sebep olmuştur. Hikaye bir ineğin yani Nimet’in tanıklığıyla ilerler. Okur, Nimet’in ve Dudu’nun anılarında seyahat eder. Öykünün gerçek zamanında görülen bir nesne, hissedilen bir duygu kahramanların geçmiş zamanda yaşadıkları vaka-olayları hatırlamalarını sağlayarak okur için bir yansıtıcı işlevi görüyor. Sık sık başvurulan geri dönüş yöntemiyle kahramanlarımızın yaşantılarında belirleyici unsur olan noktalar okura sezdiriliyor. Hikayeye sevdiği insanla evlenemediği için yarım kalmış, buruk bir öykü kişisi olarak dahil olan Çerçici Cevat, hem Dudu’nun hem Nimet’in dış dünyaya açılma adına umutlarını tazeleyen bir öğe olarak beliriyor. Cevat, gezici olduğu için Nimet’in uzaklara, geniş kırlara, sonsuz otlaklara gitme; özgür olma arzusunu yerine getirebilecek bir dolayımlayıcı rolünü üstleniyor. Öte yandan Cevat da Nimet’i sevdiği kadına kavuşmanın bir aracı olarak görüyor. Zamanında yoksulluğu-varsıllığı, sahip olduğu-olamadığı- inek sayısı üzerinden hesaplanmış, evliliği bu yüzden gerçekleşmemiştir.
Anadolu’da bolluk ve bereket göstergesi olan “meme” ve “inek” imgeleri Arslan’ın bu öyküsünde, anlam bakımından iç içe geçmiş vaziyette yer alıyor. “İri dudaklı, doğurmaya müsait geniş leğen kemikli” olarak betimlenen Dudu, bütün bu anaç özelliklerine rağmen evlenmediği için üzerinde bir eksiklik hissi taşıyor. Buna rağmen ineği Nimet’in gebe olduğunu fark ettiğinde yeni bir çatışma alanı ortaya çıkıyor.
Öykü, birçok kahramanın bilincinden basamaklar oluşturacak biçimde kuruluyor. Okur; Dudu, Nimet ve Cevat’ın zihinleri ve kavrayışları arasında dolaşıyor. Bu bağlamda Arslan, insanın doğayı tanımlama ve yönetme arzusunu, doğanın insana yönelttiği gözlemi ortaya koyarak irdeliyor.
Küf Kokusu Olmalı İnsanda isimli öyküde erkek şiddetine maruz kalan bir kadının bu duruma karşı ses çıkarmayan komşusundan aldığı intikamı okuyoruz. Nezile isimli öykü kişisi, her türlü haksızlığın karşısında üç maymunu oynayan toplumun bir temsilcisi gibi çıkıyor karşımıza. Acaba insan etrafında yaşanan zorbalıklara ses çıkarmadığında en az suçu işleyen kadar sorumlu ve vebal sahibi sayılmaz mı? Apartman boşluğunu mesken tutan iki farenin ve küsen çiçeğin tanıklığı öyküyü nitelik bakımından zenginleştiriyor. Hemen her öyküde hayvana, doğaya, eşyaya verilen gözlem yapma ve söylem kurma rolleri, tematik bütünlüğe katkı sağlıyor.
Şeyin, nesne olanın, eşyanın yani üzerinde iktidar hakkı gördüğümüz her varlığın bir dile ve kimliğe kavuştuğu bu öykülerde, aynı zamanda hüzünle son bulan özneleşme süreçlerine de şahit oluyoruz.
“Bimka” ve “Kasapta Kesik Parmak” isimli öyküler de kitabın demokratik söylemine dair bakış açımızın bir derinliğe ulaşmasını sağlıyor. Bimka’da yer alan kişiler şehir merkezinin ruhsuz bir köşesine dikilmiş heykeller olarak karşımıza çıkıyor. Kasapta Kesik Parmak öyküsünde, birey yerine ayrı benliklere sahip uzuvlara söz olanağı veriliyor. Öyküler kara mizah öğelerini ve fantastik edebiyat unsurlarını bir arada taşıyor.
İki hikaye de kahraman bakış açısıyla yazılmış. Fakat bu metinler; edebiyat kanonumuzun sözü kimseye bırakmayan, iktidarını söylemin tekelde toplanması üzerinden oluşturan birinci tekil şahıslarının karşısında dilin birliği anlayışını tehdit ediyor. Siyasal iktidarların ve tekçi ideolojilerin kültürel hegemonya aygıtına dönüşen kanonun benmerkezci yaklaşımı bu öykülerde yer almıyor. Onun yerine sözün, eşitler arasında mümkün olduğunca bölüştürüldüğü bir yöntem uygulanıyor.
Çerçialan; getirdiği dil farklılığıyla, öykülerin özgünlüğü ve karakter çeşitliliğiyle okunması gereken bir ilk kitap.
Ömürcan Bozali – edebiyathaber.net (29 Aralık 2017)