Soytarı İdil Başural’ın ilk kitabı. Yazar olarak metnin yayınlanmasından sonra beklemek dışında yapacak pek bir şey bulunmuyor. Okuyuculara emanet edilen eser, yine okuyuculardan gelecek olan geri bildirimlerle birlikte kaderini yaşamaya başlıyor. Yeni bir yazar ile tanışmak okuyucu için oldukça heyecan verici, özellikle ilk kitabın roman olması benim için heyecanı katlayan önemli bir unsur. Soytarı ilk roman için farklı açılardan oldukça cesur yazılmış bir metin. Nedenlerine yazının ilerleyen kısımlarında değineceğim.
Romanın baş karakteri Gönül genç yaşında Türkiye’den Fransa’ya göç etmiş, iyi eğitim almış, Paris’te yaşayan elli yaşında bir kadın. Yazar İdil Başural ile ortak yönleri bulunuyor, her ikisi de genç yaşında Fransa’ya göç etmiş ve iyi eğitim almış kişiler, bu nedenle Soytarı otobiyografik bir roman olarak düşünülebilir. Genç bir yazarın ellili yaşlarında bir kadının hayatını yazmak istemesi merak uyandırıcı. Yabancı bir ülkeye herhangi bir nedenle erken yaşta göç etmek, insanı yeni kültür içinde olduğundan daha yalnızlaştıran, hızlı olgunlaştıran ve dönüştüren bir durum. Sebeplerden biri bu olabilir. Ermeni asıllı ve ailesi Türkiye’de yaşamış genç bir adama âşık olan Gönül’ün geçmişi, yabancılığı, bitmiş evliliği, hayal kırıklığı, yalnızlığı, çocukluk travmaları yaşadığı tutkulu aşkın gölgesinde anlatılıyor.
Yazar, Gönül karakterinde boomer, çocuk, deli kadın, tutkulu aşık, entelektüel, berduş olma hallerini ve geçişlerini çok iyi yansıtıyor. Orta yaş ve üzeri bireylerde rastlanan; ben bu dünyayı, insanları ve duyguları çok iyi biliyorum, sizin (yeni gelen nesli kastediyor) tavsiyelerinize, fikirlerinize ve anlamsız davranışlarınıza benim hayatımda yer yok duruşu genç birine âşık olmasıyla törpülenmiş gibi görünse de uygun bir boşluk bulduğu zaman hortlayacak bir hayaleti andırıyor. Eski kuşakların yeni kuşaklar karşısında her zaman düştüğü bir tuzak olan bilginin laneti’ne, Gönül de düşüyor. En güzel müzik bizim zamanımıza aitti, en iyi siyasi hareket bizim neslimizin oldu, en asi, akıllı, bilgili, dürüst nesil bizdik düşünceleri zihninde akıyor. Metinde Gönül karakterinin iç dünyasında, zihninde yeni nesillere ve onların zevklerine, farklı konulardaki tepkilerine, argümanlarına, yaşam tarzlarına karşı kendini haklı çıkaracak uzunlukta tartışmalar yaşıyor. Tartışmalarda zamanı geri getiremese de gençleşemese de kendini haklı bulmanın zihinsel tatminini yaşamayı seçiyor. Başkaları onun aldığı eğitimi almamış, okuduğu kitapları okumamış, çektiklerini çekmemiş, parasızlığı yaşamamış, yüzeysel ve doğru düzgün bir siyasi duruşu olmayan kişiler sınıfına çok kolay bir biçimde yerleşiveriyorlar. Kendi ve diğerleri ayrımı üzerinden okuyor tüm dünyayı.
Yaşlanmanın ve yaşamda sabitleşmenin de getirdiği kendi yaşamına, fikirlerine hapsolma durumunun başka yaşam tarzlarını ve hatta farklı siyasi görüşleri kabul etmesini imkansızlaştırıyor. Gönül’ün kendine ördüğü duvarlara ek olarak, yabancı olmanın da toplum ve bireyin arasına ördüğü duvarları ilişkilerde rahatlıkla görebiliyoruz. Sabit fikirlerinin yanı sıra aldığı iyi eğitim, kültürel birikim, yabancı dili nedeniyle hak ettiğini, karşılığını alamadığını düşündüğü bir hayatı ve bundan doğan çok büyük öfkesi tepkiselliğini tetikliyor. Kendinden eğitim, kültürel birikim anlamda daha düşük ancak maddi imkanları daha fazla olan tüm insanlara düşmanlık besliyor. Belki kendi daha iyi maddi imkanlara sahip olsa, bu denli önemsemeyeceği kriterler gözünde daha da belirgin oluyor. Metinde insanın ikiyüzlülüğü üzerine özellikle insanın kendi ihtirasları uğruna yaptıklarını göstermek bakımından önemli detaylar bulunuyor. Gönül kendi ihtirasları uğruna çevirmen bir arkadaşına ödenmesi gereken ücrete el koyarak, genç sevgilisinin karşısında giyeceği ipek bir geceliğe yüksek bir fiyat ödeyerek, yaptığı hırsızlığı kendine hak olarak görebiliyor. Oysa çevirmen arkadaşı da onunla aynı işi yapan ve emeğinin karşılığını almak için bekleyen, sıradan bir emekçi. Konsolosun eşi Melis’e Fransızca dersi verdikten sonra kadının cehaletine dayanamayıp, evinden Picasso heykelini zorla alırken de kendinde aynı hakkı görüyor. Melis karakteri de eğitim ve kültür açısından kendinden aşağıda, ancak sahip olduğu maddi imkanlar, imtiyazlar bakımından Gönül’den çok iyi bir duruma sahip. Adil olmayan karakterin adalet dağıtma çabasındaki tutarsızlığı oldukça net görebiliyoruz.
Her okurun okuma deneyimi farklı olabiliyor. Özellikle soyut roman olarak adlandırılan ve kozmik bir dille yazılan metinlerde çıkarılan anlamlar, detaylar klasik roman türünden farklı olarak okuyucu sayısınca çoğalabiliyor. Klasik romanda olay örgüsü ön planda, onun gölgesinde veya yanına çeşitli metin halkaları bulunuyor. Soytarı biçim konusunda yenilikçi olmayan, doğrusal zamanla yazılmış bir metin. Romanın sonuna doğru Gönül karakterinin önce roman, sonra da öykü yazmaya çalışması esnasında yeni bir şey yazılamayacaksa; yazmanın, onca tekrar eden romana bir yenisini eklemenin ne anlamı olabileceği sorusunu yazmak konusunu merkeze alarak irdeliyor.
Soytarı Kavramı Üzerinde Romandaki İmgeler
Soytarı söz ve davranışlarıyla çevresindeki kişileri eğlendiren anlamına geliyor. Eskiden krallar birine jest yapmak istediklerinde soytarılarını bir süreliğine o kişiye gönderirlermiş. Soytarılar birden fazla iyi oldukları alanlar bulunun, çok yönlü düşünebilen kişiler olduğundan kralın danışmanlığını yapma görevini de üstleniyorlarmış. Ayrıca kralın etrafını saran, yaltaklanan, sürekli kralı öven ve gerçekleri gizleyen kişilere karşı kralın yüzüne daima gerçekleri söylemek bir diğer görevleriymiş.
Karanlık felsefesi olarak adlandırdığı resimleri çizmeyi bırakan Gregory soytarı resimleri çizmeye başlıyor. Gönül’ün âşık olduğu adam Gregory bir soytarı kadar alaycı ve cesur. Ayrıca daha önceki ilişkilerinden ve çevresindeki insanları kendi çıkarları için kullanma özelliği ile tanınan güvenilmez biri. Soytarı resimleri çizmeye başladıktan sonra Gönül ile önemli felsefi bir tartışma yaşıyorlar. Gönül kalıplaşmış düşünceleriyle soytarı imgesini anlamıyor ve sadece eğlendiren, dalkavukluğun başka türlüsünü yapan aşağılık bir varlık olarak görüyor soytarıyı. İkilinin arasında sürekli farklı ihtiyaçlardan, nesil farklılığının da etkisiyle, çoğunlukla aynı noktaya gelemedikleri gerilimli anlar yaşanıyor. Metinde yoğun bir biçimde bu tartışmalar üzerinden okuyucuya verilen farklılıklar romanın aynı zamanda felsefi olmasına imkân veriyor.
Kadın Bedeni ve Pürüzsüz Güzellik Algısı
Gönül modern çağın tüm çelişkilerini iliklerine kadar yaşıyor, yeterince gezememekten, yeterince güzel olamamaktan, yağlarından, varlığından, beğenilmeme ihtimalinden, aptalca bir şey söylemekten utanıyor. Modern çağın birey üzerinde oluşturduğu en büyük yüklerden biri; diğer insanlar gibi olamamaktan, hem de onlar gibi olmak isteme durumuna karşı duyulan yoğun korku. Sistemin dışına çıkarak farklı bir yaşam tarzını benimsemenin getireceği yalnızlığı yüklenmeye hazır olmayan birey aynı zamanda yığına benzemekten de korkuyor. Orta yaşlı kadın, genç erkek aşkını işlerken romanda aşk konusunda daha önce çıkan başka bir konu da modern dünyanın kadının elinden aldığı yaşlanma hakkı ve toplumda ortaya çıkan tekdüzeleştirilmiş güzellik algısı oluyor. Kadınların bedenleri ve yüzleri için artık neredeyse işlem yaptırmamayı tercih etme hakkı kalmamış görünüyor. Toplumda hem kadınlar hem erkekler tarafından kolaylıkla bakımsız etiketi yapıştırılabiliyor. Hiçbir şey yapmıyorsa makyaj yapması bekleniyor mutlaka. Silah ve ilaç endüstrisinden sonra en büyük endüstrinin kozmetik ve estetik olduğuna dair bilgiler paylaşılıyor. Beden ve güzellik algısında modern toplumun erkeklerden beklentisinin de kadınlardan pek aşağı kalmadığı görülüyor. Genç olmanın çok yüceltilmesi ile, dünya da çocuklaşıyor.
Metinde kadın karakterin aşık olduğu erkek kendisinden çok genç olduğu için gençleşme ve güzelleşme çabalar modern toplumda özellikle kadının maruz kaldığı zorbalık ve savunmasızlık üzerinden oldukça detaylı bir şekilde ele alınıyor. Gönül’ün Türkiye’de yaptırdığı botoks işlemlerinden sonra fiziksel olarak gençleşmenin getirdiği özgüven ve heyecan, karakterin kendi zihninde genç nesillerle girdiği tartışmalardaki haklılığını somut olarak destekleyen paralel bir olgu olarak da ön plana çıkıyor.
Yemek Sofrası, Siyaset ve Arkadaşlıklar
Bir masa etrafında bir araya gelen insanlar ve üzerine sohbet edilen şeyler hem edebiyatın hem de sinemanın önemli klişeleri arasında yer alıyor. Biliyoruz ki uzun zamandır görüşülmeyen arkadaşlarla yemek yenir, içilir ve bir yere kadar yüzeysel ilerleyen sohbet, konuların karanlık ve negatif detaylarına değinilmeyen kısımlarının bitmesiyle, ilerleyen zamanın a etkisiyle gecenin sonunda esas konuşulması gerekenler konuşulmaya, etekler taşlar taşlar dökülmeye başlamaktadır. Masada gruplaşmalar olur, kılıçlar çekilir, tartışmalar yaşanır. İstanbul’a gelmiş olan Gregory ve Gönül’ün Türkiye’deki solcu arkadaşları ile onların arasındaki siyasi görüş farklılıkları, Türk ve Ermeni sorunu gibi kritik konular nesil farkının da eklenmesiyle önemli bir siyasi eleştiri şölenine dönüşüyor. Okumaktan en çok keyif aldığım tartışmalardan biri bu kısımdı. Kendi mahallemizden olanları korumak, diğerlerinin ortamlarda zor durumda kalmasına içten içe sevinmek, şiddet yakınlarımızdan gelirse ses çıkarmamak gibi konuları Başural büyük bir başarıyla gözler önüne seriyor. Millet olarak farklı görüşlere olan mesafemiz, sığ tartışmaların popülerleşmesi ve farklı siyasi görüşlere karşı takınılan düşmanlığın en yoğun yaşandığı günlerde yemek masası sahnesinin tekrar tekrar okunması gerektiğini düşünüyorum. Gönül ve arkadaşları ile Ermeni Gregory karakteri üzerinden yazar Türkiye’de tabu sayılabilecek birçok konu hakkında cesur bir tartışma oluşturuyor. Başural genç bir yazar olmasına rağmen ülkemizde çok iyi bilinen siyasi görüşlerin temsilcileri üzerinden ezber düşüncelere, ahlakçılığa, yaşamlar ve düşünceler arasındaki ikiyüzlülüğe ayna olabilecek türden cesur bir metin oluşturuyor. Yemek sonrası aynı evde bulunan Gönül ve Gregory’nin bedenlerinin birbirinden uzaklaşmaya çalışarak yaşadığı sessiz tartışma, bitmekte olan ilişkinin gerilimini başarılı bir şekilde okuyucuya aktarıyorken roman sonlanıyor.
“Bizi şaşırtması mümkün olmayan bu dünya düzeniyle işimiz bitmiştir artık; bir köşede, memnuniyetsiz bir sükûnet içinde günlerin geçmesini bekleyen, nefes almaya devam eden cesetlere dönüşürüz.”
Kaynak: SOYTARI, İdil Başural, Everest Yayınları, Kasım 2022, 224 s.
edebiyathaber.net (25 Ocak 2023)