Babil Kulesi efsanesi insanoğlunun Tanrı’ya ulaşabilmek için yaptığı dev kuleyi anlatır. Tanrı ise insanoğlunun bu kibrinden hoşlanmaz ve kızar. Sonuç ise ağırdır: O tarihe kadar aynı dili konuşan insanların dillerini birbirlerine karıştırıp onları anlaşamaz hale getirir. Bu büyük bir lanettir ve günümüz kadar uzanır. 21. Yüzyılda bile birbirimizle anlaşabilmek için dil kurslarına veya Dualingo’ya ihtiyacımız vardır. Üstelik kabul edelim bazı dilleri öğrenmek öyle pek de kolay değildir. Hepimiz çeviride kaybolmuş durumdayız ve yapay zekadan bu konuda bir şeyler yapmasını bekliyoruz. Lakin çeviri, yabancı dil öyle kâğıt üstünde durduğu gibi durmuyor elbette. Bugün tüm dünyayı kendisi gibi konuşmaya zorlayan İngilizcenin hükümranlığını kabul etmemiz ve Birleşik Krallığı’nın bu konudaki kibirli tarihini azıcık inceleyince ortaya modern dünya tarihiyle ilgili çok sayıda politik ve siyasi mesele ortaya dökülür.
R.F. Kuang’ın geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları’ndan yayımlanan Babil isimli romanı tam da bu mevzuyu merkeze alan fantastik türde bir hikâye. Babil, 1920’li yılların sonunda Annesini Kolera’dan kaybeden Çin’in Kanton bölgesinde bir çocuğun gizemli Profesör Richard Lovell tarafından kurtarılıp İngiltere’ye ismini Babil Kulesi efsanesinden alan Babil Kraliyet Çeviri Enstitüsü’ne getirilip, öğrenci olma sürecini anlatıyor. Oxford’ta ki Kraliyet Çeviri Enstitüsü’nü masa başında dev kitaplar arasında kafalarını kaldırmadan, ilerleyen yıllarda obezite ve fıtıkla boğuşmak zorunda kalacak tiplerin yaşadığı yer olarak düşünmeyin lütfen. Bu enstitütü bildiğiniz akademik ortamlara benzemiyor çünkü burada büyü ile uğraşılıyor. Akademin çevirmenleri gümüş işleme sistemi adı verilen bir büyüyle uğraşıyor. Bu büyü yöntemi çeviride kaybolan anlamın büyülü gümüş külçelere işleniyor ve kelimenin anlamına göre etki yapıyor. Bir tür etimolojik eşleşme de denebilir. Dolayısıyla gümüş külçelere sahip olmak bir anlamda dünyanın hâkimi de olmak anlamına geliyor; olayların doğrudan Birleşik Krallık’ta geçiyor olması bu noktada şaşırtıcı değil. Üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk olarak Britanya güneşini kaybetmemek için gümüş külçelerle yöntemiyle tüm dünyayı sömürmeye devam etmekte. Etimolojik büyülerin sürdürülebilmesi için üçüncü dünyadan enstitüye getirilen çocuklar bir taraftan öz kimlikleri unutturulup İngiliz asilzadesi gibi yetiştiriliyor diğer yandan ise ana dillerinin inceliklerini İmparatorluğun hizmetine sunarak sömürgeciliği sonsuz kılıyorlar. Kanton’dan getirilen kısa sürede ismi değiştirilip Robin Swift (Guliver’e selam) olan, kimliksizleştirilip İngiliz haline getirilen kahramanımızla akademi içinde dolaşmaya başlıyoruz. Antik Yunanca dersleri alan kahramanımız kendisi gibi öksüz çocuklarla tanışıyor. Hikâye fantastik bir akademik ortam içinde cereyan ederken, Robin, Hermes isimli Babil karşıtı anarşist bir örgütle tanışıyor. Bu tanışma anı büyük bir savaşın ve sömürgecilik karşıtı hareketin çıkış noktası olacaktır.
Bilgi güçtür ama kime hizmet ederse?
Babil’in alışılageldik fantastik romandan kendisini ayırdığı dönemeç, R.F. Kuang’ın gümüş Kraliyet Çeviri Enstitüsü üzerinden bir sömürgecilik tarihini okumasıyla başlıyor denebilir. Roman, sıradan bir fantastik roman olma hüviyetinden çıkıp modern dünya tarihini yeniden sorgulatacak patikalar açıyor önümüze. Romanın sayfaları arttıkça kimlik, sömürgecilik ve bilginin iktidarı meselesi Babil kulesi gibi büyüyor. Akademin pozisyonu, bilginin iktidara karşı boyun eğici hizmeti, kimlik asimilasyonu gibi mevzular karşımıza çıkıyor. R.F. Kuang’ın hikayesini ana merkezinde Çin, Haiti ve Hintli karakterlerin olması bu anlamda şaşırtıcı değil. Her ne kadar akademi içinde kimlikleri asimile edilse de ‘Beyaz’ öğrenciler arasında asla tam olarak kabul görmüyorlar. Çeviri için harcadıkları tüm emekler ve çabalar sadece Birleşik Krallığı’nın mevcudiyetini korumaya çalışmaktan öteye gitmiyor. R.F. Kuang’ın roman boyunca bu çatışmaları ve gerilimleri iyi kurguladığını ve inşa ettiğini düşünüyorum açıkçası.
R.F. Kuang, 1998 doğumlu genç bir yazar. 1980’li yılların neşeli küreselleşme çağında doğmuş ve 2024 yılında sınırların yeniden daraldığı, ırkçılığın her yere sıçradığı, kimlik meselelerinin yeniden sorgulandığı bir çağda bu romanı yazmış. Kitabın bu anlamda zamanın ruhuyla bir paralellik taşıdığını söyleyebiliriz. Bununla beraber çevirmenlik de yapan R.F. Kuang’ın, etimoloji, tarih ve çeviri meselesine dair bir anlatım iştahının olduğu söylenebilir. Çok sayıda kelimenin etimolojik tarihi metnin içinde karşımıza yer yer dipnotlarla çıkıyor. Babil, akademi, etimoloji, çeviri ve sömürgecilik üzerine çarpıcı bir metin. Bugünü yeniden düşünmek için belki de hikâyeyi en baştan almak gerekiyor…
edebiyathaber.net (15 Kasım 2024)