Arjantin’den Buenos Aires Edebiyat Çevirmenleri Kulübü bir soruşturma yapmış ve çevirmenlere üç soru sormuş. Dünyanın farklı yerlerinden çevirmenler yanıtlamışlar.
Soruşturma geçtiğimiz ay başlamış ve halen sürüyor ama newalaqasaba yine de bu güzel soruşturmanın bir bölümünden, yalnızca birinci sorusuna gelen yanıtlardan bir derleme yaptı.
Birinci soru şuydu: Çeviri ve yazı nelerde benzeşir, nelerde ayrışırlar?
Francisco Segovia (Meksika)
İkisinin de bir şeyi ifade etmek için kelimeler araması anlamında benzeşirler. Ama şurada ayrışırlar: Yazar, daha önce söylenmemiş şeyleri bulmak için kelimeler arar; çevirmen ise kelimeleri daha önce söylenmiş bir şeyi söylemek için arar.
Pablo Gianera (Arjantin)
Preromantiklerden Johann George Hamann’ın aesthetica in nuce’sinden çok hoşuma giden bir bölümü paylaşmak istiyorum. Alıntılıyorum, ya da daha doğrusu çeviriyorum: “Konuşmak çevirmektir; meleklerin dilinden insanın diline çevirmektir, yani düşünceleri söze çevirmek, şeyleri isime, görünümleri işarete…” Bu yüzden her çeviri bir yazıdır, tıpkı her yazının bir çeviri olması gibi. Dar anlamıyla çevirmenin avantajı –ama aynı zamanda zayıf yanı- kelimeleri kelimelere çevirmek mecburiyetidir, kararlarının etkisini zayıflatan bir şeydir bu. Çünkü diller arasında eşanlamlılık, bir dilin kendi içinde bile, bir tür batıl inançtır, yani imkânsız bir şeydir mesela Almancadaki “Waldeinsamkeit” kelimesinin tekil güzelliğini bir çırpıda veren İspanyolca bir kelime bulmak.
Florencia Baranger-Bedel (Arjantin)
Alenen bir yaratıcılık ve zanaatkârca emek istemeleri bakımından benzeşirler.Yazının, barındırdığı imkânlar ve beklentiler konusunda alabildiğine sınırsız ve özgür olması noktasında ayrışırlar. Çünkü çeviri yazıdan farklı olarak her zaman bir özgün metne bağlıdır ve ona mecburdur. Her ne kadar çevirirken pek çok olası çeviri arasından kendine özgü bir tanesini seçme anında kesin bir özgürlük söz konusu olsa da… Ama başarısı özgün metinle “örtüşmek”le ölçülür.
Ilide Carmignani (İtalya)
Çeviri de yazı gibi kelimelerden yapılır ama yazı gerçekleri ve fantezileri söze çevirir, çeviri ise sözleri başka sözlere çevirir. Tamam, bazen Octavio Paz’ın da söylediği gibi, yeniden yazım ya da bir tür çeviri olan yazılar da olur ve tabii özgün metnin yeniden yazıldığı çeviriler de vardır…
Ariel Magnus (Arjantin)
Bu, kişi için yazının ne anlama geldiğine göre değişir. Eğer yazı, benim inandığım gibi, bir özgürlük alanıysa, tüm benzerlikler pratikte hükümsüzdür. Çünkü yazı uçurumun kenarında yazılır, ama çeviri her zaman sağlam zeminde yapılır. Çeviriye özgü metotlar, tıpkı çeviride olduğu gibi, yazının içinde tatbik edildiğinde bile mesele çok farklıdır, orada da yazar metni sahiplenir ve şöyle diyelim, kendi işine geldiği gibi çevirir. Tersine yöntemlerde, “serbest çeviri” ya da nasıl adlandırırsanız adlandırın, bu gibi durumlardan (her ne kadar iyi bir metin çıkabilirse de) iyi bir çevirinin ortaya çıkacağına inanmıyorum.
Ada Solari (Arjantin)
Şüphesiz çevirmek yazmaktır, bu yüzden de özgün eserin yazarı kadar çevirmen de eserin sahibidir. Ama her ne kadar bu iki eylem de yaratıcı bir çalışma gerektiriyorsa da, çeviride şöyle bir kilit boyut söz konusudur: Çeviri, Edith Grossman tarafından “bir çevirinin okurlarının da metni özgün eserin okurlarının yaşadığı estetik deneyime karşılık gelecek biçimde duygusal ve sanatsal olarak kavramaları” olarak tanımlanan hedeflere ulaşmak için gerekli araştırmayı da içeren yorumlayıcı bir çabadır.
Birazcık kendi deneyimlerimden bahsetmek gerekirse, edebi çevirilerle, benim uzmanlık alanım olan sosyal bilimler çevirileri arasında elbette farklılıklar var. Sosyal bilimler çevirilerinde, çoğunlukla, özellikle ilk defa yayınlanan bir makale söz konusuysa, çeviri işi edisyon işiyle, hatta üsluptaki düzeltmelerle birlikte yürür. Ve bazen amaç metnin açık olması, anlaşılır olması gibi dertlere de kayar ki bu edebi çeviride asla düşünülemeyecek bir şeydir. Ama eser sahibinin yazar olarak duruşunun daha açık olduğu durumlar da vardır. O zaman edebi çevirinin daha çok kafa yorduğu meselelere de eğilinir: ritim, sözcük seçimi, cümle ve paragraf kurgusu gibi. (Biraz da şaka olarak, bazen insan yalnızca hoşuna gideni çevirmeli diye düşünüyorum: Yani istek olarak çevirmek, meslek olarak değil.)
Mariana Dimópulos (Arjantin)
En azından iki açıdan benzeşirler. İlk önce, her iki durumda da genellikle bir türe ait olan yazılı bir metnin kompozisyonu söz konusudur ve bu kompozisyonun edebi ya da bilimsel ya da editoryal vs. bir bağlam içinde bir işlevi vardır. İkinci olarak, yazı ve çeviri yazar ve çevirmenden kendi dillerine bir adanmışlık talep ederler, genel olarak dilin sınırları ve zorlukları, ifadenin meydan okumaları karşısında bir adanmışlık gerektirirler. Ama özellikle yaratmakla olan ilişkilerinde ayrılırlar; çeviri de, nihayetinde, yaratıcıdır ama yaratmaz.Hiçbir yazarın ex nihilo yaratmadığını bilmek bu noktada bir şeyi değiştirmez: Bir metni yazmakla, bir metni çevirmek arasındaki tartışma götürmez bir fark olmaya devam eder. Örneği bir felsefi metin çevirisinden vermek bir öykü ya da roman çevirisinden daha iyi açıklar bu durumu: Mesela birisi çevirmesi inanılmaz karmaşık metinleri olan felsefe yazarı Heidegger’i iyi ya da çok iyi çevirebilir ama bu hiçbir biçimde bu çevirmenin benzer bir metin yaratabileceği manasına gelmez.Çeviri, okuma ve yazma arasında bir tür sınır hattıdır.
Juan Villoro (Meksika)
Çevirmen komutları veren sesten yoksundur, bir başkasının sesiyle uyuşur, onu ele geçirir, anlar; kendini ona teslim etmeden onu yeniden üretmenin yolunu arar. Bir köle değildir, bir yorumcudur. Yazardan farklı olarak kendi sesinden yoksundur, ama özgünlükten değil; çünkü çevirmenin konumu da aynı şeyi söylemek için çoğu zaman taklit edilemez olan kendine has bir çözüm bulmayı gerektirir.
newalaqasaba (4 Mart 2013)