Söyleşi: Merve Koçak Kurt
Arapçadan dilimize çevirdiği Nizar Kabbani’nin “Aşkın Kitabı” eseri ile Türkiye Yazarlar Birliği “Çeviri Ödülü”nü alan Akademisyen-Çevirmen Mehmet Hakkı Suçin ile, çeviriye ve şiire dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bir söyleşinizde “çeviri”yi “öteki dilde var olmak” diye tanımlamışsınız. Buradaki “öteki” kavramını biraz açar mısınız Hocam? Kendi dilimizi öteki dilde, öteki dili kendi dilimizde nasıl var kılarız?
“Öteki Dilde Var Olmak” genel olarak çevirinin, özellikle de Arapça çevirinin kuramsal yönlerini ele aldığım bir kitabımın adı aynı zamanda. Çeviri dediğimizde zaten zımnen “öteki”nden bahsediyoruz. “Öteki” yoksa zaten çeviriye gerek yoktur. Bu yüzden çeviri dediğimizde çoklu bir var oluştan bahsediyoruz. Öteki dilde var olmak derken dilin iki boyutuna işaret etmiş oluyorum. Birincisi az önce bahsettiğim çeviri boyutu. İkincisi ise dil öğrenmekle ilgili. En az bir yabancı bir dil bilmiyorsanız ötekinin dilinde yoksunuz demektir. Yine bir yabancı diliniz olup da o dilde gerçekten “var” olmadığınız durumda da öteki dilde var olamamak söz konusu.
Arapçadan dilimize yapılan çevirilerle ilgili nasıl bir tarihsel süreç yaşandı ülkemizde? Özellikle edebi çeviriler…
Bildiğim kadarıyla Arapçadan Türkçeye yapılan en eski çeviriler Kelile ve Dimne, Antername ve Selvanu’l-Mutâ adlı eserlerdir. Kelile ve Dimne ilk kez 14. yüzyılda Kul Mustafa tarafından çevrilmiş. Antername Cahiliye şairlerinden Antara’ya ait bir eser. “Arapların Herkülü” lakabıyla bilinen bir şair. Türkçeye 15. yüzyılda çevriliyor. Muhammed bin Abdullah’ın Selvanu’l-Mutâ adlı eseri ise yanılmıyorsam 19. yüzyılda çevrilmiş. Tahtavi’nin meşhur eseri Tahlîsu’l İbrîz ise 1830 yılında çevrilmiş. Fakat ilginçtir ki Arap edebiyatından dilimize yapılan çevirilerin ezici bir çoğunluğu Cumhuriyet’ten sonra yapılmıştır. Abbasi döneminin önemli bilgini el-Câhız, derlemeci İbn Abdurabbih, “makâme” denilen anlatı yazarları el-Hemezani ve el-Hariri, İbn Tufeyl, İbn Hazm gibi klasik şahsiyetlerin bazı eserleri Cumhuriyetten sonra Türkçeye kazandırılmıştır.
Tam bu noktada şunu sormak istiyorum: Çağdaş Arap edebiyatından yapılan çeviriler açısından durum nasıldır?
Burada kilit isim Mısırlı Necip Mahfuz. Biliyorsunuz 1988 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. Belki de Arapçadan Türkçeye yapılan çevirileri Nobel öncesi ve sonrası şeklinde sınıflandırmak lazım. Necip Mahfuz’un Nobel’i almasından önce en çok çevrilen yazarlar arasında şunları sayabilirim: Corci Zeydan, Halil Cibran, Necip Mahfuz, Necip el-Keylani, Tevfik el-Hakim, Neval Sa’davi, Tayyip Salih ve Gassan Kenefani. Bunların arasından Corci Zeydan ve Necip el-Keylani’nin dini ve tarihi içerikli romanlarının erken bir dönemde Türkçeye çevrildiğini biliyoruz. Bazı romanların birden çok çevirisi yapılmıştır. Mesela Zeydan’ın el-Abbase adlı eserinin beş çevirisi bulunmaktadır. Halil Cibran da bu dönemde en çok çevrilen yazarlar arasında.
Necip Mahfuz’un Nobel almasından sonraki döneme gelirseniz…
Necip Mahfuz’un Nobel’inden sonra Arap edebiyatına ilgi arttı. Fakat yapılan çeviriler doğrudan Arapçadan değil çoğunlukla bir ara dil vasıtasıyla yapıldı. Daha çok İngilizceden, bazen de Fransızca, hatta Almancadan. Bu süreçte kurgu alanında en çok Necip Mahfuz’dan çeviriler yapıldı. Tevfik el-Hakim, Tayyip Salih, Baha Tahir, Gassan Kenefani, Cemal Gîtani, Neval Sa’dâvi, Muhammed Dîb gibi isimlerden de bir veya bazen iki çeviri yapıldığını görüyoruz. Şiir alanında en çok çevrilenler arasında Adonis, Mahmud Derviş, Nizar Kabbani, Halil Cibran, Muhammed Bennis gibi isimleri görüyoruz. Tabii başka isimler de var.
Bu çevirileri nitelik anlamında nasıl buluyorsunuz?
Bütün çevirilere kuşbakışı baktığımda kurgusal türlerden yapılan çeviriler daha nitelikli sanki. Kurgusal çevirilerin çoğu Gideon Toury’nin kavramıyla söylersek “kabul edilebilir” durumda. Ara dilden yapılan çevirilerde özellikle özel adların yazılışlarında, kültürel ifadelerde hatalar ve kayıplar söz konusu. Aynı şeyi şiir çevirileri için söylemek güç. Bu çevirilerinden belki de büyük bir kısmı daha dil düzeyini aşamamış kötü çeviriler. Bunlara “matrak” sözcüğünü de çağrıştırdığı için “çevrimtrak” diyorum.
İlginç bir kavram. Pekiyi, bu alanda bir akademisyen olarak Arapça çeviriler “çevrimtrak” olmaktan nasıl kurtarılabilir?
İşin Arapça öğretimiyle ilgili bir yanı var. Öncelikle bir yabancı dil olarak, bir kültür dili olarak Arapça öğretiminin daha iletişimsel, daha etkin yöntemlerle öğretilmesi lazım. Çünkü Türkiye’de özellikle bürokrasi, Arapça öğretimi ile din eğitimini feci halde birbirine karıştırıyor. Bu zihniyet, Arapçanın bir edebiyat, sanat ve kültür dili olarak gelişmesini engelliyor. Arapçayı geliştirelim derken aslında gelişimini engellediklerinin farkında değiller. Çünkü edebi çeviri için, belli bir düzeyde dil engelini aşmış olmak lazım. Bir de edebiyatı sevmek lazım.
“Aşkın Kitabı”ndan bahsetsek biraz… Kitap, Türkiye Yazarlar Birliğinin “Çeviri Ödülü”nü aldı. Nizar Kabbani’nin bu kitabının dilimize çevriliş süreci nasıl gelişti?
Nizar Kabbani’nin oğlu bana babasının bazı eserlerini göndermişti. Bunların arasından “Aşkın Kitabı”nı daha yakın buldum kendime. Bir yandan okurken bir yandan da boş sayfalara çevirilerini yazıyordum. Kitabı okumayı bitirdiğimde aslında birçok şiirin çevirisi de zaten bitmişti. O sırada Hece Yayınları’nın yöneticisi Ömer Faruk Bey, benden yayınlayacak çeviri talebinde bulunmuştu. Ben de bu kitabı teklif ettim. Bu sırada bir sohbette şair Ömer Erdem’e bahsettim çeviriden. Kitabın daha önce Laurent Mignon tarafından çevrilmiş olduğunu söyleyince şaşırmıştım. Aslında çevrilen kitaplarla ilgili iyi bir veri tabanım vardı ama nasıl olmuşsa bu çeviriyi ıskalamıştım. Böylece kitabın iki farklı çevirisi yayınlanmış oldu. Bence iyi de oldu. Arapça şiir çevirisiyle ilgilenenler için, karşılaştırma yapabilecek, çevirmen seçimlerini betimlemeye yarayabilecek harika bir malzeme.
“Aşkın Kitabı”nı oluşturan neşideler –birçok açıdan bakıldığında– oldukça cesur söyleyişler içeriyor. Aşk da var, erotizm de, kadın da var… “Bu kitaptaki aşkın dili, aşk ve ifşa tarihinde hiç olmadığı kadar yoğun ve sıkıştırılmıştır,” diyor Kabbani kitabının önsözünde. Hatta çağdaş âşıkların sevgililerine birçok kelimelerle söylediklerini tek bir kelimeyle nasıl söyleyebilecekleri bir ‘aşk sözlüğü’ olarak tanımlıyor kitabı. Ne dersiniz bu konuda?
Nizar Kabbani bu kitabındaki şiirleri fotoğraf makinesinin flaşına benzetiyor. Yani her bir şiir, birden patlayan birer flaş. Bu şiirlerle kendi ifadesiyle “hayatı iğne deliğinden geçirmek” istiyor. Nizar Kabbani, kadın bedenini ve aşkı tabu olmaktan çıkaran bir şair. Kadın bedeni “putunu” estetik bir erotizmle yıkmaya çalışan bir şair. Bir yazısından yaptığım alıntıyı okuyayım: “Diğer meselelerimiz gibi, aşk meselesi de Arap toplumunda özgürlük sorunu çözülmeden çözüme kavuşamaz. Arap’ın aklı, fikri ve sözü özgürleşmeden bedeni özgürleşemez. Cinsel baskı, tıpkı siyasi, toplumsal ve ekonomik baskı gibi demir zincirin halkalarından biridir.”
“fakat bir erkeği severse bir kadın/ elli taşla taşlanır/ memleketimde” diyen Kabbani için “şiir” neyi ifade ediyor daha çok? Böyle bir dili kurmak için çok geçerli sebepleri olsa gerek…
Şiir, Nizar Kabbani’nin elinde özgürlüğün karşısında duran her şeyi yıkan bir enstrümandır. Kadın bedenini ve aşkı cesurca şiirine taşıyarak aslında düzene, yani hâkim zihniyete kafa tutuyor. Onun şiirinde iki temel değer ön plana çıkar. Birincisi aşkınlıktır. Yani geçmişin biçimlerini, ölçütlerini aşmaya çalışan bir şiir. Bunu yaparken geçmişin anlatım imkânlarından da yararlanır. İkincisi ise özgünlük. Kabbani’nin şiiri “kendi” şiiridir, kendi sesidir. Onun şiirini şöyle tanımlıyorum: Klasiktir ama modern bir klasiktir. Moderndir ama klasik bir modern.
Siz sadece Nizar Kabbani’den değil, Mahmud Derviş, Adonis, Halil Cibran gibi önemli isimlerden de çeviriler yaptınız/ yapıyorsunuz. Bir şairin/ yazarın eserlerini dilimize çevirirken –öncelikle– nelere dikkat ediyorsunuz?
Çevirdiğim şairlerin eserlerini çoğunlukla ben seçiyorum. Şiir alanında, daha önce yapılmış “kötü” çevirileri yeniden çevirerek Türk okuyucusunun Arap şiiriyle “gerçekten” ilişki kurmasını sağlamaya çalıştım. Bir şairi veya çevirmeye başlamadan önce, Arap dünyasında ve dünyada yarattığı etkiye bakarım. Edebîliğine bakarım. Bu arada bazen yayınevlerinin taleplerine göre de seçimler şekillenebiliyor. Tabii ben nihayetinde bir akademisyenim. Çeviriye ayırdığım vakit sınırlı. Bu nedenle seçici olmak durumundayım.
Bu çevirilere ilgi nasıl?
Az önce söylediğiniz gibi Nizar Kabbani’nin “Aşkın Kitabı” Türkiye Yazarlar Birliğinin “Çeviri Ödülü”ne layık görüldü. Aynı şekilde Mahmud Derviş’in “Bu Şiirin Bitmesini İstemiyorum” kitabı Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Metin Celal tarafından 2016’da dünya edebiyatının ilk 11’i arasında sayıldı. Kitaplar hakkında önemli isimler eleştiri yazıları yazdı. Türkiye’nin bazı önemli şairlerinden bu çevirilerden övgüyle söz eden, yeni çeviriler için beni teşvik eden emailler, mesajlar aldım. Bu da çevirilere ciddi bir ilgi olduğunun göstergesidir herhalde.
Yakında çıkacak kitaplarınız veya çevirileriniz var mı?
Şu anda yayına hazır dört şiir kitabı var. Everest Yayınları önümüzdeki haftalarda Adonis’ten ve Mahmud Derviş’ten birer kitap yayınlayacak. Bu kitapları diğer iki kitap izleyecek. Tabii telif olarak da yarıda kalmış, üzerinde çalıştığım kitaplar var. Onları da vakit buldukça çalışmak istiyorum.
Söyleşi: Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (26 Ocak 2017)