Çevirmen ve editör arasındaki soğuk savaş, çevirmenin kendi içinde kopan sıcak savaşın sonlandırılmasıyla ateşkese bağlanabilir mi?
Sebebi nedir bu soğuk savaşın? Çevirmenin tıkandığı noktacıkların şişip bir balona dönüşmesi ve bu balonun editör tarafından minik bir iğneyle patlatılması az rastlanan bir olay değildir zannımca.
Öncelikli sorun zamandır. Çevirmen yayınevinden kitabı ilk alacağı zaman, gözleri pırıl pırıl, heyecanla, yeni bir hikâyeye girmenin aşkıyla kendisine verilen üç ayı (diyelim ki üç ay) çok bile bulabilir. “Ay ben çok sevdim hikâyeyi, bir ayda bitiririm” diyebilir. Editör tedirgin değildir henüz. O kitaba üç ay fazladır bile. “Hem fazladan bir on gün dünyanın sonunu getirmez ya,” diye düşünür. Çevirmen yeni kitabın verdiği yenilenme hissinin gözlerine ektiği parıltı eşliğinde başlar kitaba, ama o da nesi! Bir telefonla çok sevdiği kuzeninin Ankara’dan gelmiş olduğunu öğrenir ve tabii ki onunla görüşmelidir. E zaten bol bol zaman var, bir günden bir şey olacak değil ya. Birkaç benzer telefon görüşmesinden sonra insanlara:
- Çeviri yapmam gerekiyor. Siz gezin, ben sonra ararım sizi, dese ne fayda… Günlük güneşlik hava elden gidiyordur. Eve kapanmanın verdiği hezeyan eşliğinde bir koltuğa gömülür ve dikkatini toplamak adına derin derin nefes alır ve verir. Verirken kendisini twitterda mentionlar arasında cirit atarken bulduğu pişmanlık anı… İşte tehlikeli sulara yaklaştınız sayın pek değerli çevirmen. O sular pek tatlıdır. Öyle tatlıdır ki, iki dakika sonra saate bakan çevirmen aradan iki ya da katları saat geçtiğini fark eder ve “Bugün olmadı, yarın devam ederim” hissiyle olay yerinden ayrılır. Olay yeri olmayan diğer koltuk ve olay yeri olan koltuk arasında ilk savaş başlamıştır bile. Çevirinin tesliminden üç hafta önce kazara sorar durumu kontrol altında tutmak isteyen sayın pek değerli editör:
- Çeviri ne durumda? Sorun yok değil mi?
Kendisine bakmakta olan iki yüz sayfadan gözlerini alamayan çevirmen kendinden emin cevap verir:
- İyi gidiyor, son elli sayfadayım.
Sonrasında çevirmenin sabahlamaları başlayınca eziyete dönüşen kitaba pek çok kötü söz sarf edilebilir. Çevirmenin düşünceleri dönüşmüştür çoktan. “Sosyal hayatım kalmadı. Çeviri rahat işti hani! Bu para bu paniğimi karşılayabilecek mi?” Evet, çeviri yaparak zengin olmak zor bir iştir ama çevirmenin zaman yönetimi bambaşka bir sorundur. Çünkü çevirmenin aşkla yaptığı iş, bir anda eziyete dönüşebilir. Çevirmen uslanmaz bir savaşçıdır. Her kitapta aynı sorunu yaşamasına rağmen, zaman yönetimini pijamalar içerisinde ve kahve eşliğinde yapmak durumunda olduğundan, çevrilecek her kitabın başında “Bunda aynı hatayı yapmamalıyım,” diye düşünse de, o hata kendisini tekrarlayan bir hikâyeye dönüşür. Bu sorun akşam saatleri yerine, sabah erken saatlerde çalışılarak çözülebilir. İkinci bir iş yapan çevirmenler bile sabah en az bir saati çeviriye ayırdıklarında, sabah saatlerinde çok daha hızlı çalıştıklarını göreceklerdir ve daha sonra yaptıkları çeviriyi okuduklarında “Bu cümleyi ben mi yazdım!” diyecek kadar beğenebilirler yazdıklarını. Bu kısır döngünün kurbanı olmuş bir savaşçı olarak, başka işlerde gün içerisinde uzun saatler çalışıyorum ve sabah saatleri benim için çözüm oldu. Akşam üç saatte yaptığım çevirinin sabah bir saatte yapılabildiğini ve cümlelerimin beni akşam saatlerinden daha mutlu ettiğini görür görmez, sabah kitabımla düzenli buluşmalara başladım. Tabii ilk günler gözleriniz kapalı çevirmek zorunda kalabilir, “Hayır, bu benim çözümüm değil!” diyebilirsiniz. Siz kendinizi birkaç gün sonra görün bir de! Editöre hikâyeler uydurmaktan daha kolay bir iş bence!
Bir diğer sorun da içinden çıkılamayan, çevirmeni acı bir gülümseme eşliğinde kahveden kahveye gark eden cümlelerin sonunda görünen ışık. O ışık editörün ta kendisi. “Ben hallederim, canım çevirmen arkadaşım. Sen yaz oraya bir şeyler, ben düzeltirim. Nasılsa birkaç kez okunacak o kitap.” diye adeta şefkatli bir melek gibi konuşuyordur editörün hayali çevirmenin kafasında cirit atan cümlelerin arasından. Editör kitabı okuyacak tabii. Ama çevirmen bunu unuttuğu zaman iyi çeviri yapabilir ancak. Editörün elinde bolca okunması gereken kitap beklediği için, iyi çevirmeni hızıyla olduğu kadar, kitabın kendisini uğraştırmasıyla belirler. Kitap eline geldikten sonra editörü günlerce uykusuz bırakıp, yine de son haline ulaşamıyorsa, çevirmen gördüğü ışıkla kör olmuş demektir. Çevirmen teslim etmeden önce kitabı son haline getirmesi gerektiği düşüncesiyle çalışmalıdır. Editör ondan sonra kendi işini rahatlıkla yapacağından ortaya çok daha okunası bir kitap çıkacaktır.
Çeviri aşk işidir. Sevgisizce yapılması mümkün değildir. Bu aşkın mutlu sonla bitmesi için çevirmen ve editörün kucaklaşması gerekir. Çünkü kitap bu aşktan doğan çocuktur ve çevirmenler ile editörler her doğan çocuğa aşkla sarılırlar.
Cemile Özyakan Demirci – edebiyathaber.net (30 Nisan 2013)