“Saygınlık ve hatta kutsallık, kimi zaman bazılarının sandığından çok daha fazla kılık kıyafet meselesidir.”
Londra’nın merkezinde yükselen Buckingham Sarayı’nın inşasına Kral IV. George başlar. Projeyi kaldığı yerden Kral IV. William devam ettirir. 775 odalı bu görkemli sarayın ilk konuğu ise, aniden ölen amcası William’ın yerine geçen on sekiz yaşındaki Kraliçe Victoria olacaktır.
İngiliz monarşisinin en ünlü temsilcilerinden biri olan Victoria, altmış dört yıl boyunca İmparatorluğu yönetecek, 1901 yılında ölünceye kadar tam yirmi iki başbakan eskitecektir. Sanayileşmenin getirdiği avantajla dünyanın beş kıtasına kolları uzanan Büyük Britanya İmparatorluğu, Victoria hayattayken “üzerinde güneş batmayan” bir güç konumuna gelmişti.
“Victorian Devri”, “Victorian Dönemi” gibi tanımlarla tarihe geçen o yıllar, aynı zamanda haksızlıklarla dolu adalet sistemiyle, en kötü koşullarda çalışmak zorunda kalan fakir halkın sıkıntılarıyla da anımsanır. Bilimsel araştırmalar ve buluşlarla yobaz Hıristiyanlığın çekişmeleri de bu yıllarda su yüzüne çıkacaktır. Saygınlığını geleneklere bağlı tutucu yaşam tarzıyla empoze ettirmeye çalışan üst tabakanın ikiyüzlülüğü sosyal hayatta dayanılmaz bir baskı unsuru oluşturur. Dönemi simgeleyen giyim tarzı ve sanat anlayışıyla tabularını yaratan elitler, ilginç bir şekilde kendi kurallarının esiri olacaktır.
Bu baskıcı ortamın yarattığı gerilime yine aynı toplumun içinden çıkan edebi eserler karşı koyacaktır. Arthur Conan Doyle’un (1859 – 1930) Sherlock Holmes hikâyelerini, Agatha Christie’nin Hercule Poirot maceraları izler. İngiliz edebiyatının ilk fantastik kurguları, Lewis Caroll takma adını kullanan Charles Lutwidge Dodgson’un Alice Harikalar Diyarında (1865) ve Robert Louis Stevenson’un Dr. Jekyll ve Mr. Hyde (1886) romanlarıyla hayat bulur. Fransız yazar Jules Verne ile edebiyat dünyasında yepyeni bir çığır açan ilk bilimkurgu denemeleri, İngiliz yazar H.G. Wells’in (1866 – 1946) kaleme aldığı Zaman Makinesi (1895) ve Görünmez Adam (1897) ile devam eder. Yine Victoria döneminde doğan Aldous Huxley ise Cesur Yeni Dünya (1932) ile bu akımı farklı bir boyuta taşır.
Klasik İngiliz edebiyatında ise, Jane Austen’ın ardından hayata daha farklı, gerçekçi bir açıdan bakabilen, sıradan insanların yaşamını gün yüzüne çıkaran çok güçlü bir kalem Victoria dönemine damgasını vuracaktır…
“En iyi bölümleri açık ara farkla ön ve arka kapakları
olan kitaplar vardır.”
7 Şubat 1812 günü Hampshire’da sekiz çocuklarının ikincisi olarak doğan oğullarına Charles adını veren aile üç yıl sonra Londra’ya taşınır. Babasının memur olduğu çocukluk yıllarını hayatının en güzel dönemlerinden biri olarak hatırlayan Charles iki yıl boyunca okula gider. Ancak, on iki yaşına geldiğinde, sorumsuzca para harcayıp ardından borçlarını ödeyemez hale gelen babası John hapse atılır. Onu annesi ve ailenin diğer fertleri izler. Bir kimsesiz çocuklar yuvasına sığınan küçük Charles, günde on saat haftada yedi gün, sıçanların cirit attığı, güneş yüzü görmeyen kasvetli bir fabrikada çalışmak zorunda kalır. O yıllarda çok güç şartlarda tek başına yaşam mücadelesi verirken, bir yandan da, ilerde yazacağı romanların kahramanlarıyla tanışmaktadır.
“Borcunu ödeyemeyen biri, ödeme gücü olmayan bir başkasını kefil gösterir. Bu durum, tahtadan bacakları olan bir kişinin, tahta bacakları olan bir başkası garanti verince yürüyebileceğini sanması gibi bir yanılsamadan başka bir şey değildir.”
Üç yıl sonra Charles’ın babaannesinin ölümüyle ele geçen miras, biriken borçların ödenmesine yetecek ve ailesi hapishane hayatından kurtulacaktır. İşin kötüsü, eve dönen annesi Elizabeth, Charles’ın o sefil ortamda çalışmaya devam etmesini ister. Charles, babası sayesinde öğrenimine devam edecek, on yedi yaşında bir avukatlık bürosunda yeniden para kazanmaya başlayacaktır. Ardından bir mahkemede zabıt memuru, yirmi yaşında ise parlamento muhabiri olur. Bir yandan da o güne kadar fotoğrafik hafızasında biriktirdiği resimleri zihninde bütünleştirmeye, ilk öykülerini yazmaya başlamıştır.
“Kötü adamlar olmasaydı iyi avukatlar da olmazdı.”
Charles’ın o yıllarda sırılsıklam aşık olduğu Maria bir bankerin kızıdır. Üç yıl boyunca aşkları devam eder. Tam genç yazarın ilk eserleri gün yüzüne çıkarken, kızına daha iyi bir damat adayı arayan banker ilişkilerini sonlandırır.
Charles Dickens’ın neredeyse tüm eserleri ilk önce haftalık ya da aylık bölümler halinde yayınlanmış, bir yandan karakalem çizimlerle süslenen hikâyeler baskıya girerken bir yandan da yazar okurlardan gelen tepkileri de göz önüne alarak sonraki bölümleri kurgulamaya devam etmiştir.
“Charles Dickens destansı hikâyeleri, renkli karakterleri, yaşadığı dönemi her yönüyle gözümüzde canlandıran güçlü tasvirleriyle edebiyat tarihinin unutulmazları arasında yerini almıştır.” BBC
Dickens, okurların karşısına ilk olarak “The Monthly Magazine”de BOZ takma adıyla çıkar (1933). Bu süreç “Morning Chronicle” ile devam eder (1934). Bu çalışmaları 1936 yılında Sketches by Boz adıyla roman olarak yayınlanır. İlk başarısından sonra “Bentley’s Miscellany” dergisine editör olan Dickens’ın, Pickwick Papers – Tuhaf bir Serüven adlı romanı iki yıl boyunca aynı dergide yayınlanır. Yaşlı bir zengin olan Bay Pickwick, Londra’nın fakir mahallelerine yaptığı gezintileri, görüp duyduklarını kulüp üyelerine tefrikalar halinde anlatmaktadır. Dönemin elit okurları ise bu hikâyeleri inanılması zor birer masal gibi izler. Bir gün Bay Pickwick ziyaret ettiği handa Sam Weller adında işçi sınıfı (Cockney) şivesiyle konuşan bir hazırcevapla tanışır. Sam Weller’in kurnazlıkları, basitliği, dobralığı okurların büyük beğenisini kazanır. Bu sayede Dickens’ın okur kitlesi genişlemeye, ünü pekişmeye başlar. Daha sonraları Bay Pickwick ve Sam Weller’in serüvenleri İspanyol romancı Cervantes’in Don Kişot ve Sancho Panza maceraları ile kıyaslanacaktır.
“Bir başkasının yüklerini hafifleten hiç kimse
bu dünyada yararsız değildir.”
Yazarın edebiyat hayatında ufku açılmışken babası bir kez daha borçları yüzünden hapse girer. İyi bir gelire kavuşmasıyla birlikte ailesi de sürekli kendisinden para istemeye başlamıştır. Dickens o yıllarda tanıştığı yeni sevgilisi Catherine Hogarth ile 1836 yılında evlenir. Evlendikten sonra en ünlü eserlerinden biri olan The Adventures of Oliver Twist (1837-1839), ardından da The Life and Adventures of Nicholas Nickleby bölümler halinde yayınlanır. Başarıları The Old Curiosity Shop – Antikacı Dükkânı (1840-1841) ile devam eder.
Artık mali durumu iyice düzelen yazar, eşiyle birlikte Amerika’ya gider. Esas amacı orada hiçbir telif ücreti ödemeden eserlerini yayınlayanlarla mücadele etmek, bir yandan da kölelik karşıtı görüşlerini dönemin önde gelenleriyle paylaşmaktır. Amerika’da büyük bir coşkuyla karşılanır. Davetlere katılır. Öte yandan, sürekli tütün çiğneyip sokaklara tüküren Amerikalı erkekleri küçümsemekten de geri durmaz. İlginç bir şekilde, birkaç yıl öncesinde yasaklanana kadar, bu tuhaf geleneği Amerikan Beysbol oyuncuları sürdürmüştür.
Hiç durmadan üretmeye devam eden Dickens’ın sonraki eserleri Barraby Rudge (1841), The Life and Adventures of Martin Chuzzlewit (1843-1844) ve Dowbey and Son (1846-1848) olacaktır. Aynı yıllarda, tüm bu eserlerin dışında Noel’i konu alan beş novellası da yayınlanır. Ve nihayet sıra en ünlü eserlerinden birine, iğrenç bir hapishaneyi andıran o fabrikada çalıştığı yıllardan esinlendiği David Copperfield’e gelecektir (1849-1850).
Bunca öykü, dizi ve roman yayınlanırken Dickens tiyatroyla da aktif olarak ilgilenmekte, oyunlar yazmakta, oyunculuk yapmaktadır. Charles Dickens, 1851 yılında, devrin dünyaya hükmeden kraliçesi Victoria önünde sergilenen bir oyunda rol alır.
“İnsanlar neşelenmek istediklerinde ve tutkunun acınası çekişmelerinden yorularak şiirin gizemli tınısını aradıklarında, Dickens unutulduğu yerden mutlaka çıkıp gelecektir.” Stefen Zweig (1881 – 1942)
Üretmeye doymayan yazarın bölümler halinde yayınlanacak bir sonraki eseri Bleak House – Kasvetli Ev (1852 – 1853) olur. Onu Hard Times – Zor Yıllar izler. Ardından Little Dorrit (1855 – 1857) ve en nihayet baş yapıtlarından biri, A Tale Of Two Cities – İki Şehrin Hikâyesi (1858 – 1859) gelir.
O yıla kadar ailesiyle uzun seyahatlere çıkan, İtalya’da ya da İsviçre’de yazmayı sürdüren yazar, onuncu çocuğunu doğuran eşi Elizabeth’den 1858 yılında ayrılıp, bir tiyatro eserinde birlikte rol aldıkları aktris Ellen Ternan ile yaşamaya başlar. Bundan sonra yolculuklarında kendisine Ellen ve annesi eşlik edecektir.
“Dün Dickens’tan aşağı yukarı yüz sayfa okudum… Ne kadar dolambaçsız, renkli. Daha çok tekdüze, ama nasıl da zengin ve yaratıcı. Ancak yüce bir yaratıcılık değil bu. Ne varsa orta yerde.” Virgina Woolf (1882 – 1941)
Dickens’ın en geniş kapsamlı eserlerinden biri de, yine çocukluk yıllarında şahit olduğu olaylardan esinlenerek kaleme aldığı Great Expectations – Büyük Umutlar olur (1860 – 1861). Our Mutual Friend – Müşterek Dostumuz’un (1864 – 1865) son bölümlerini Paris’te tamamlar. Sevgilisi Ellen ve annesiyle birlikte evlerine dönerken bir tren kazası geçirirler. Dickens, kazayı kayda değmeyecek birkaç yara bereyle atlatmasına ve yaşamının ilk yıllarında onca felaketle baş edebilmiş olmasına rağmen, bu tren kazası onu büyük bir ruhsal çöküntüye sürükler. Uzun süre yazmaya ara verir. O yıllarda yeniden Amerika’ya gider. Henüz elli sekiz yaşındayken kendi evinde, ardında olağanüstü bir edebi miras bırakarak, inişli çıkışlı dopdolu hayatına veda eder.
İlk biyografisini yakın dostu John Forster yazar. Neredeyse Bay Pickwick’in kaleme alındığı ilk yıllardan itibaren Charles Dickens’ın tüm eserlerini yayınlanmadan önce okuyan, üzerinde yorum yapan, gerektiğinde eleştiren Forster, yazarın vasiyetini dahi kaleme almasına yardımcı olmuştu.
Dickens, yedi asırlık tarihi geçmişiyle ve gotik mimarisiyle ünlenmiş kiliseye, Londra’nın merkezindeki Westminster Abbey’in şairler köşesine defnedilir (1870).
Mezar taşına şöyle yazarlar:
“O, fakirlerin, acı çekenlerin, ezilenlerin duygudaşıydı. Ölümüyle İngiltere’nin en büyük yazarından biri dünyanın da kaybı oldu.”