Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu
Çiğdem Aldatmaz’la “Sessiz Bahçelerde Ben Varım” adlı öykü kitabını konuştuk.
“Sessiz Bahçelerde Ben Varım” bir öykü kitabı için dikkat çekici bir isim. Bunun öyküsüyle başlayalım isterim.
Kitaba ismini veren bu öyküde karakter bugün birçoğumuzun yaşadığı sıkışmaları yaşıyor ve son kertede kendine bu cümleyle bir çıkış noktası buluyor. Bu bir nefeste söylenebilen ve aynı zamanda da anlam vermekte zorlandığınız hisleri kolayca ifade edebileceğiniz bir cümle. Elemi tek nefeste tahliye eder. Aynı zamanda sesi az çıkanın yok sayıldığı dünyaya bir tepki. Öyküyü bitirirken karakterin akıbetini düşündüm, büyülü gerçekçiliğe adım atmasını sağladım ve bir seferde bu cümleyi yazarak öyküyü noktaladım.
Öykülerinizde durgunluğu sezdim. Coşkudan uzak, yılgın, umutsuz… Yaşam gibi. Bir yansımadan söz edebilir miyiz?
Yansıma var tabii olmaz mı. Öncelikle şu duruma bir nokta koymak isterim: edebiyat bir karanlığın içine girme işi zaten. Çiçek böcek ve yalan dolanla işimiz yok. Hayat da öyle… O yüzden çok karanlık, çok kasvetli gibi ifadelere yabancı olduğumu söylemeliyim. Bahsettiğiniz bu yansıma doğal ve var gücümüzle inkâr ettiğimiz bir yansıma. Bu öyküler mümkün olduğu kadar günlük telaşeden, yaşamsal ihtiyaçlar peşinde sarf ettiğimiz çabadan sonra kendimizle baş başa kaldığınızda yaşadığımız gerçekliğin tonunda. Her zaman coşkulu, neşeli ve kusursuz olmamız, öyle hissetmemiz gerektiği çok büyük bir yalan ve bize hep öyle olmak zorunda olduğumuzu söylüyorlar. Çok mutlu, çok sorunsuz çok güçlü, çok parıltılı insanların iç dünyalarına girin bakalım neler çıkıyor. Büyük bir yalan balonunun içinde her zaman coşkulu, ihtiyatlı ve neşe dolu olamayız. Artık yalan söylemeyi bırakıp gerçeklerle yüzleşelim. Hayat ve edebiyat acı ve tatlı, neşeli ve iç parçalayıcı, durgun ve coşkulu, utanç ve onurun bir arada yüründüğü bir yol. Hele ki günümüz koşullarında…
“Yokluk her şeyi küçültüyor” demişsiniz “Bir Tuhaf Yanık İzi” başlıklı öyküde. Tam da bugünümüzü anlatan bir tümce bu. Dört sözcük, kısacık fakat anlamı derin ve üzerine dünyalar yazılır. Yazar olarak özel bir görev üstlenmeniz gerektiğinizi düşünüyor musunuz yaşadığımız bu çağ ile ilgili?
Hepimizin ortak bir derdi var: anlatamamak ve anlaşılamamak. İnsanlar içinde kopan fırtınalara ad ve mana veremediği için sıkıntıları daha da büyüyor. Yazarın görevi demesek de ondan beklenen, o dertleri anlatmalarına yardımcı olmaktır. Hah, işte ben de böyle oluyorum, ben de bunu demek istiyorum dedirtmek. Bahsettiğiniz bu cümle gibi. Empati ve duygusal yakınlıktan yoksunsanız kaleminizdeki mesafe ve yapaylık hemen hissediliyor. Toplumsal meseleleri de ancak böyle anlatabiliriz. Peki, gerçek bir yazar bunu nasıl anlatır? Elbette kendisi de aynı derdi çekiyorsa. Şahsen ben kendimi ifade etmekte, derdimi anlatmakta kifayetsizimdir. Günlük hayatta ağzım kilitli gibidir. Bu yüzden yazıyorum. Yazarın misyonu iletişimi güçlendirmek olabilir ama bazen çağdaşlarımın söylemlerine bakıyorum da bazıları her konuya muktedirmiş gibi konuşuyor. Öykücüler hayatı daha derin daha psikolojik okumalarla kavrayabilen hikâye anlatıcılarıdır. Her konuda mütehassıs olmaları biraz eğreti duruyor.
“Dünya, cenaze evimizin on beş gün sonraki hali gibi bomboş. Oysa ne çok oyaladı bizi onca zaman kalabalığıyla” diye yazdığınız satırların da altını çizdim kitapta. Peki, sormak isterim size, o kalabalıklar bir daha yaşanabilir mi? “Elma ağacı gibi bu kıştan çiçeklenerek çıkabilecek miyiz?”
Elma ağacı gibi köklerini kabullenmiş, vakur, en zayıf dalına bile yetebilen, kıştan sonra yazın geleceğine kâni olmuş, doğal dengeye inanmış insanlar olabilirsek neden olmasın. Ağaçların dilini çözersek bizden çok daha önemli şeyler konuştuklarını anlayabiliriz bence.
Ülke koşulları şu an korkunç, içinde hayatlar sürükleniyor. Yeniden kalabalıklaşmanın yollarını bulmalı ve bir şeyleri değiştirmek mecburiyetimizin farkına varmalıyız. Belki de kendi hayatlarımızdan, işlerimizden, anlayışlarımızdan başlamalı. Mesela hâlâ insan kayırıyor muyuz? Haksizlik karşısında susuyor muyuz yoksa çarkın dişlisine uyan bir vida olmak mı tüm çabamız? Kesinlikle ağaçlar bizden kıymetli.
Öykülerin başlıkları da dikkatimi çeken hususlardan. “Her Şeyin Bittiği Bir Günün Akşamında”, “Benim Yalnız Gezegenim”, “Bir Şehire İlk Kez Gelmek…” Başlığın altına mı öyküleri yazıyorsunuz yoksa öykülerin üzerine mi başlığı buluyorsunuz?
Bu konuda çok düşündüm. Gerek başka yazarlarınkini gerek kendi kitaplarımı hazırlarken isim bulma meselesine gelince şaşırıyorum. Çünkü biraz manasız geliyor. Şimdi sesli düşüneyim, bir eserin, bir metnin, bir insanın, hayvanın vs. varlığını kabul etmek, hayata katmak ve ondan öznel bir şekilde bahsetmek için mi isim ihtiyacı. Tamam, o zaman koyalım. Ama okuduğumuz kitapları buna göre seçmek bence biraz kötü. Kapağı çok iyi olsun, ismi vurucu olsun dendiğinde içim sıkılıyor. Ben daha çok metin ortaya çıktıktan sonra kalbimden geçen başlığı atıyorum.
Amorf Kitap zor bir zamanda yelken açtı denize. En dalgalı dönemde… Biraz ondan da söz etmenizi istiyorum. Yayınevinin doğuşu, kısa bir zaman olmasına rağmen bugünü ve de geleceğine dair planlamanız, düşünceniz nedir?
Kesinlikle hem kişisel olarak hem de koşullar bakımından zor bir zamanda, üstelik çok dalgalı ve zor bir denize yelken açtı Amorf Kitap. Ama içinde öyle bir inanç, sezgi ve çaba var ki dalgalar gözümü korkutmuyor. Amorf Kitap iyi metinleri, iyi fikirleri filikaya ata ata geliyor. Edebiyat, sanat ve psikanaliz üçgeninde destekleri var ve her şeyden önce temiz, tertemiz bir şekilde çalışıyoruz. İlk kitabimiz Yalnızlık Bakanlığı ve ile birlikte çok ışıklı çok güzel bir rota çizdik. Ardından Yazarların Gizli Yaşamı ile bildiğimiz yazarların bilmediğiniz mektuplarını arşivlerde cirit atarak derledik ve mektup nostaljisini çok güzel yaşıyoruz. Okullarda mektup atölyeleri yapıyoruz. Sessiz Bahçelerde Ben Varım ile anlatılmayan hislerin tercümanı olduk ve önümüzdeki aylarda da Neşe Cesur ile tanışacaksınız. Neşe, çocuklar ve ebeveynler için hem mesleki hem de kişisel potansiyelini kullanarak çocuklar için harika bir mutfak etkinliği kitabı hazırladı. Deniz Aksoy illüstrasyonlarıyla hayat verdi. Kurgu kapaklarımızda çağdaş sanatçıların değerli işlerini kullanıyoruz. Yalnızlık Bakanlığı’nda Gülsün Karamustafa, Sessiz Bahçelerde Ben Varım’da İsmet Doğan’dan işler var. Bundan sonra da çok projemiz var. Amorf Kitap sadece bir yayınevi değil, kolektif çağrı yapan bir oluşum. Herkesi tüm içtenliğimle buna destek olmaya ve üretmeye çağırıyorum.
edebiyathaber.net (25 Nisan 2022)