Tarihte yapıtlarının ya da yaptıklarının, zatında pek bir kıymeti olmasa da kendi çağlarında yepyeni bir yol açması ve insanlara yepyeni bir hazzı tattırması ile yeni bir çağın öncüleri olarak adlarını duyurmuş pek çok kişi vardır. Hu Shi da (1891-1962) Çin edebiyat tarihinde bu tür şahıslardan biridir. Hem de 20.yy gibi dünyada her türlü değerin alt üst olup yeniden tanımlandığı bir çağda, günümüze kadar uzanmış bir fikrin yahut hareketin öncüsü olmak gibi bir konum ihraz etmektedir. Bilindiği üzere Avrupa dışı toplumlarda, bilhassa büyük devletlerde yaşanan krizleri sadece siyasi konjonktüre değil, hayatın her birimi ile ilişkilendirmek mecburiyetindeyiz. Zira tüm kavramlar, sanatta, edebiyatta; ticarette, finansta hayatın hangi biriminde olursa olsun buhranlarla beraber nice tartışmalar da yaşanmıştır.
Çin özelinde ise işler epey karışıktır. Var olan bir imparatorluğun, çağını yakalayacak hamleleri atmadaki geç kalmışlığı, buna mukabil dışarıdan ve içeriden muhalif seslerin belki de Çin tarihinde hiç olmadığı kadar keskin ve güçlü çıkması gibi siyasi bir takım yıkıcı hadiselere sahne olmakta idi. Bunun yanında ne sadece bilim dünyasında ne de felsefede, hatta edebiyatta ve özellikle çok daha yeni bir olgu olan dil üzerine tartışmalardan eskiye ait ne varsa bir değişim geçireceği bariz şekilde anlaşılıyordu.
Doğulu devletler artık bir yandan batmaya teşne iken bir yandan da son nefesini geciktirecek hamleler yapma peşinde idi. Var olan siyasi erkleri ve onlara bağlı olan entelektüel dünya artık halkın güvenini kazanamıyordu. Dolayısı ile bunların güdümündeki bir dil ve sanat anlayışı da halkın haklı tepkisine kurban verilmek üzereydi. Devrin, daha belirgin ifade ile 19. yy sonu itibariyle dil üzerindeki esas tartışma geçmişin elitist dilinin halkı yansıtmadığı, doğal olarak da esas dil olan halk dilinin sanata dahil edilmesi gerektiği idi. Bununla beraber yeni dile karşı olanlar da yok değildi. Bunlar da kendi içlerinde meseleye yaklaşımları ile farklı çizgide duruyorlardı. Ne yazık ki büyük bir kısmı sadece yeni olana karşı çıkmak gibi yetersiz bir donanım ve iddiaya sahiptiler. Yeninin ve orjinalitenin ruhlarda hasıl ettiği duyguları sadece basit birkaç söylem ve muhalefet ile yok edemeyeceklerini ya çok geç anladılar yahut bazıları itibariyle hiç anlayamadılar. Bunlardan bir kısmı da vardı ki meseleye salt dil tartışması üzerinden değil büyük resim üzerinden medeniyet kaygıları güderek, yeninin medeniyet yıkıcılığı üzerinden yaklaşmışlardır. Kısaca eskinin tamamen reddedilmesine karşı çıkıp yeninin eskiyi de bir şekilde barındırması gerekliliği üzerinde durmuşlar.
Yeninin taraftarlarını da esasen farklı sınıflara ayırmak mümkündür. Eskinin ikinci grubunda saydığımız gibi burada da eskiyi tamamen reddetmeyenler vardır. Biz konumuz açısından ille yeni diyenler üzerinde yoğunlaşacağız. Bir parantez açarak belirtmek isterim ki tarihte insanlığı rotasından çıkaran, toplumların başına gerek cehaletle gerek zulümle bela olunan devirde ana akım dil her zaman kaybetmeye mahkumdur. Ve buna ara dönemler desek bile ne yazık ki tarihte pek sık rastladığımız zaman dilimleridir. Dolayısı ile ben bu dönem dilinin müzelerde ibret alınacak şekilde sergilenmesini öneriyorum. Bu tür nefret dilinin, mükap cehalet barındıran üslubun değil yeni/eski dile örnek olmasının, hiçbir şekilde edebiyata dahil olmaması taraftarıyım diyerek parantezi kapatalım.
Yukarıdaki genel tablo sadece Çin için örnek oluşturmaz, aynı zamanda Türkiye başta olmak üzere tüm Batı dışı toplumlar için teşmil edilebilir. Çin de ise başını Hu Shi’nın çektiği dilde sadeleşme hareketi göze çarpmaktadır. Yeni dil hareketinin ilk sistemli teklifi ondan gelmiştir zira. Ocak 1917’de Xin Qingnian dergisinde yayımladığı makalede eski dilin hastalıklarından bahseder ve yeni dilin nasıl kurulması gerektiği üzerinde durur. Bunun için ölü dil dediği eski süslü dilden kurtulup, yaşayan yani halkın kullandığı sade dili kullanmak lazım olduğunu iddia eder. Bu söylemin sertliği ve kararlılığı o dönemdeki edebiyat ortamında herkesi etkisi altına alan tesire sahipti. Hu Shi’nın o dönemde tek bir gayesi vardı. Halk dilinin/sade dilin edebiyatta ve özellikle klasik Çin edebiyatının temel edebi türü olan şiirde kullanılabileceğini ispat etmekti.
Hu Shi’nın edebi hayatına odaklanacak olursak üç dönemde bizim karşımıza çıktığını görürüz. İlki Shanghai’da lise yıllarıdır. Bu dönemde İngilizce derslerine ayrı bir ilgisi vardır. Ve döneminde oldukça revaçta olan çeviri faaliyetleri ile de ilgilenmektedir. Avrupa şiirindeki sadelik ve ritmindeki doğallık onu oldukça cezbetmiştir. Dolayısı ile sade dilde şiir yazma girişimi için hazır kaynak olarak görmüştür Batılı şiirleri. Bu döneminde çeviri şiire ilgi gösterdiğini iddia etsek bile bu onun ders dışı aktivitesinden öteye de geçmez. Aynı zamanda bu zaman diliminde eski ağır dili de kullanmaktan kaçınmaz. Diğer bir dönem olarak Amerika’da üniversite eğitimi aldığı dönemi zikredebiliriz. İlk döneminde çeviri ile tanıdığı ortamı artık yakinen görmektedir. Devrinin tüm akımlarını ve tartışmalarını çok yakından takip etmektedir. Meseleyi anlamak adına Amerika günlüklerine müracaat edebiliriz. Orada ne kadar farklı isimlerden eser okuduğu ve bunlar üzerine tartıştığı açıkça görülmektedir. Batı edebiyatı, kendi iddia ettiği doğrultuda Çin için iyi bir örnek olarak gösterilir. Ayrıca süslü dili bu döneminde arada eritebileceğini düşündüğü için şiirinden çıkarmaz. Hatta bu dönemki klasik şiirlerini Çin edebiyatındaki ilk sade dilde şiir derlemesi olan Changshi Ji’den de çıkarma lüzumunu hissetmez. Hu Shi, bu denemelerini yaparken tek başına değildir elbette. Ondan başka birçok yazar ve şair de tercüme faaliyetleri ile uğraşmaktadır. Ancak onun gayretleri bir adım daha ileride gitmektedir. Ve yazdığı ya da tercüme ettiği şiirleri başta devrin en önemli fikir ve edebiyat adamı olan Lu Xun olmak üzere farklı isimlerle yorum almak üzere paylaşır. Onların tavsiyelerine çok önem verir. Bahsettiğimiz şiir kitabı için tam 4 baskı yapmıştır. Hepsinde de arkadaşlarının tavsiyeleri doğrultusunda adım atmıştır. Her baskıda yeni şiirin ruhuna aykırı olan mısralarda düzeltme yapmış, gerekli görülenler eserden çıkarılmış ve yenileri eklenmiştir. Ancak arkadaşlarının çıkarılması gerektiğini düşündüğü bazı şiirleri de kendi anlayışına uygun bulduğu için muhafaza edip yeni baskıda yer almasını sağlamıştır.
Üçüncü dönemi için ise ülkesine döndüğü yıl olan 1917’yi başlangıç alabiliriz. Artık fikirde ve sanatında daha olgun bir Hu Shi çıkar karşımıza. Tamamen sade dilde ilk çeviri şiir olan “Lao Luo Bai”yı Pekin Üniversitesi’nde hocalığı sırasında yayımlamıştır. Yine bir başka çeviri şiiri olan “Guan Bu Zhu” ise onun edebiyat hayatında bir dönüm noktası olduğu gibi Çin edebiyat tarihinde de çok önemli bir adım olmuştur. Amerikalı şair Sara Teasdale’nin “Over The Roofs” şiirini adeta baştan yazmıştır. Peki Hu Shi aynı zamanda bir şair olmasına mukabil niçin bir çeviri şiir için kendisinin “yeni çağı” olarak nitelendirmiştir? Burada bence iki nokta bulunmaktadır. İlki, sade dil oluşturmak için Batı şiirini örnek alınacak numune olan görmesidir. İkincisi ise devrinin çeviri teorilerine olan karşıtlığını ortaya koymak istemesidir.
Çin’de çeviri faaliyeti esasen çok eski devirlere uzanır. Ancak bunlar Budizm veya dini kaynaklı çeviriler idi. İlk edebi tercümeler Qing İmparatorluğu’nda 1898 yılında başlayan reform hareketi ile başlamıştır. Mütercimler ise az sayıda değillerdir. Ancak çeviri dünyasında bazı hastalıklara dikkat çeker Hu Shi. Dolayısı ile yapılan tercümeleri beğenmemektedir. Ona göre çeviride, devrinde yapıldığı gibi yazarın kendisine ideolojik destek aldığı yerler değil, eserin ruhuna ve bütünlüğüne saygı duyularak çevrilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Eseri kendi fikirlerini destekleyecek araç olarak değil, müstakil bir edebi yapıt olarak görür. İçeriğin yanında şekline ve diline de önem gösterir. Birebir çevirinin yanında tekrar bir çeviri yapılabileceğini de göstermeye çalışmıştır. Mahut şiirde de görüleceği gibi, eserin aslına sadık kalmamıştır içeriğinde olduğu kadar. 4’lük halinde yazılan şiiri o, çevirisinde düz devam eden mısralar halinde kaleme almıştır. Kaleme almıştır ifadesini de kasıtlı kullanıyorum, çünkü özellikle son dörtlükte şiirin kahramanı olan Aşk’ı bambaşka bir biçimde sunmuştur Çince’de.
Hakkında kitap yazılabilecek biri için bu kadar bir karalamanın oldukça eksik olduğunu takdir edersiniz. Ancak genel hatları ile aktarmakla iktifa edelim. Başta da dediğimiz gibi, yeninin karşı konulamaz cazibesi her devirde yeni bir yolun başlangıcı olmuştur. Bu yolu açanlarda tarihte unutulmaz isimler olarak yerlerini almışlardır. Ne var ki mesele devamlılık, edebi kalite gibi konulara gelince aynı başarıyı orada da gösterebilen çok az sima vardır. Hu Shi’ya gelince sade dil uğruna kaleminin kalitesini düşüren bir şair de denebilir. Bu ayrı bir başlık olsun. Biz onu kendi gayesine mutabık yadedelim: Sade dili Çin şiirine sokan adam!
Fatih Kement – edebiyathaber.net (5 Temmuz 2017)