Çizimle olan ilişkiniz ne zaman başladı?
İlkokul dönemlerimde Mustafa Pilevneli’nin hediye ettiği suluboyayla, Bedri Rahmi atölyesinde aldığım kursla başlayan eğitimim ortaokul ve lisede ailemin desteğiyle aldığım kurslarla yoğun şekilde devam etti.
Mimar Sinan Üniversitesi Resim bölümünü kazandım ama aynı üniversitede İç Mimarlık eğitimi aldım. Resim hep içimde kaldı. Bu nedenle Mimarlık eğitimi alırken çizimle ilgili dersleri de takip edip resim yapmaya devam ettim.
Yalçın Emiroğlu ile suluboya yaptım. Son on yıldır hep resim yapıyorum. Sunay Akın ile resimli şiiri geliştirdik. Eda Şahan ile ” Cân-ı Eda” adını verdiğimiz hat sanatıyla suluboyayı birleştiren yeni bir tarz geliştirdik.
Yurt içi ve yurt dışından aldığım pek çok ödülüm var. Uluslararası Ressamlar Birliği tarafından bir resmim sergiye seçildi. Bu sergiye Türkiye’den seçilen ilk resim olmasının ayrı bir önemi var.
Kitap kapakları yapıyorum. Zülfü Livaneli’nin Huzursuzluk, Orhan Bahtiyar’ın Ateş Kırmızısı kitabı ve Nazım Alpman ‘ın iki eserinin kapağını yaptım. Son olarak Orhan Kemal’in 34 öyküsüne 34 resmimle eşlik ettiğim İstanbul İstanbul kitabı için çalıştım. İstasyon ve KE dergileri için çizimler yapmaya devam ediyorum.
Çizer kitaba nasıl hazırlanır?
Evde resim yaparken özgür olmayı seviyorum. Kitap resimlerken böyle bir özgürlük yok.Herkes kitabı okuyor çizim yapınca o kitabın bir parçası oluyorsun. Ateş Kırmızı kitabını çalışırken şöyle düşündüm: Kitap Fausto Zonaro gibi önemli bir ressamı anlatıyor. Ressamla yarışmayacak hem de onun gerisinde kalmayacaksın. İlgilenenler okuduğunda resimler yakışmış mı, diye düşünebilirler. Dengeyi tutturabilmek, kitabın ritmini yakalamak, abartmadan, kitabın konusunu bütünleyen bir tarz oluşturmak önemli. Bunu sağlamak için sessiz ve derinden gitmeye çalışıyorum.
İstanbul İstanbul kitabında kırka yakın resmim var. Kitapla dengede gitmeye, yazarla birlikte bakmaya çalıştım. Yani kitabın ritmini tutturmak için yazarın gözünden bakıp, yazarla birlikte düşünüp yazarın bakış açısını yakalayıp, kitabın ritmini bozmadan resimlemeye çalışıyorum.
Resimlerin nereye konduğu da önemli. Okur sayfaya baktığı zaman o ana kadar geldiği yeri özetleyen bir resim bulmalı, konulan her resim yazının virgülü gibi olmalı. Abidin Dino Nazım Hikmet örneği bu hususta çok iyi bir birliktelik. Şiirle devam eden desenler yapmıştır Abidin Dino. Okur resimle okumaya devam etmeli. Bu birliktelik senfoni orkestrası gibidir. Müziğe aykırı bir nota basamaz hiçbir enstrüman.
Çizimlerinizi yaparken yazar ya da editör ile nasıl diyaloglar gelişiyor aranızda?
Resim hususunda editörle işiniz olmuyor, editörle kitap kapakları çalışırken iletişim içinde oluyoruz. Kitap içine koyduğumuz resimlerde yazarla iletişim içindeyiz. Resim konusunda yazarın bakış açısını yakalamayı başarabildiğim için editörle fikir ayrılığı yaşamıyorum.
Kitabı okurum, bir hayal kurarım. Yazarın hayali ile uyar mı, diye düşünürüm. Ortaya çıkan iş sürecinde yazarların ressamlara katkısı, ressamların da yazarlara katkısı oluyor.
Editör, yazar, ressam bir araya geliyor. Üçümüz, kitabın dördüncü ayağı olan okura anlatılmak isteneni en iyi şekilde anlatmayı birlikte düşünüyoruz. Kitaplar basıldıktan sonra kitaplar hakkında konuşuyoruz. Kitapta düşünmek istediğim şeyleri senin resminle düşünüyorum diyen okurlar oldu. Bu sayede resimlerle okuru da kitaba dahil etmiş oluyoruz.
Yazarla resimleri azaltalım mı, diye düşünüyoruz. Resim sayısının fazla tutmamaya, dengeyi yakalamaya çalışıyorum. Önemli yerlerde, nokta atışlarında resim olmalı. Orhan Kemal’in İstanbul İstanbul kitabında İstanbul’un plakası 34 olduğunda 34 konu var resimlerin hiçbirini çıkarmadık bu nedenle.
Sanatınızı/çizimlerinizi beslemek için neler yapıyorsunuz?
Sanatçılar dünyadaki olayları savaşları kadın cinayetlerine iyilikleri doğayı, doğa katliamlarını anlatır. Sanatçı toplumdan, hayattan kopuk olamaz. Son dönemlerde bol bol zeytin çiziyorum, şimdi savaşlar var en çok çocuk çiziyorum. Bu sebeple sanatımı besleyen değil de etkileyen diyelim.
Bir resim ona bakanı düşündürebilmeli. Gürbüz Doğan Ekşioğlu resimlerine bakınca bir roman olacak kadar geniş düşünebilirsiniz. Mustafa Pilevneli ve Abidin Dino resimleri de beni aynı şekilde etkiliyor. Her sanatçı pek çok şeyden bir şekilde etkilenir. Ama aynı zamanda her sanatçının bir süzgeci de var. Her sanatçının penceresi daha farklı oluyor. Mesela ben İstanbul’u çizdiğim zaman gerçek İstanbul’u değil hayalimdeki İstanbul’u çiziyorum. İstanbul resimlerimde çok katlı binalar çizmiyorum. Çocuk resimlerde çocukların yanlarında büyük resimlerine yer vermiyorum. Doğa resimlerimde insan çizmiyorum.
Bir kitabın rafta yerini alana kadar geçirdiği mutfak sürecini çizer cephesinden anlatır mısınız?
Yazarla bir araya geliyoruz. O, projesini anlatıyor, kapak ya da iç resimler için örnek çizimler yapıyoruz renklendirmeden. Üzerinde tartışıyoruz, ölçülerine bakıyoruz. Editörle karar veriyoruz sayfada nasıl yer alacağını. En keyifli kısmı resimlerin yazı ile birleştiği hali, son provayı elime aldığım an. İşin bu noktasında resmin nasıl durduğunu görünce değişikler yapılabiliyor. O kitabı artık yazar gibi sahipleniyorsunuz. Dış kapakta isminizi yazalım mı, diye soruyorlar. İç resimleri imzalamıyorum. Romanın bir parçası olmaktan çıkıyorsun o zaman, bu benim resmim demek oluyor. Bu benim nahif yönüm. Öne çıkmayı sevmiyorum.
Huzursuzluk kitabının kapağını çok severek yaptım. Kapaktaki resmi görenler oluyor bu beni çok mutlu ediyor. Okur, yazardan önce kapağı görüyor.
Gelelim en heyecanlı kısıma. Kitap artık basılmış ve raflara çıkıyor. Kitabı alıp, sayfaları çevirip bakmanın tadı başka. Kitabı kitapçıdan almak ayrı bir zevk, bir okur gibi alıp bu heyecanı yaşamaktan büyük keyif alıyorum.
edebiyathaber.net (2 Nisan 2022)