Çizimle olan ilişkiniz ne zaman başladı?
Bunun hatırladığım bir miladı yok. Çocukken gazetelerdeki insan suratlarını keser, renklendirirdim. Resim yeteneğim yakın çevrem ve öğretmenlerim tarafından her zaman onaylandı. Resimlerim okul sergilerinde satılırdı. Gördüğüm her şeyi çizerdim. Gırgır’daki Oğuz Aral karakteri Avni’yi çizmem için mahalle çocukları sıraya girerdi. Sıkı bir mizah dergisi okuruydum. Galip Tekin, Tuncay Akgün, Can Barslan, Cem Yılmaz, Ramize Erer, Feyhan Güver, Bahadır Boysal, Ersin Karabulut hayranı olduğum çizerlerdi.
Üniversite yıllarımda her hafta Leman Dergisi alırdım. Politik duruşun ya da bir fikrin çizgilerle ve mizahi dille anlatımı çok heyecan vericiydi. Şimdi bazen Instagram sayfamda çizimlerimin altına yazdığım mizahi yazılar belki gençliğimin mizah dergileriyle şekillendiği 90’lı yılların eseridir. Ancak dönem şartları sebebiyle maalesef akademik eğitimim güzel sanatlar olamadı. Ve kaçınılmaz olarak “gerçek” mesleğimi icra ettiğim uzun yıllar süren bir kurumsal hayatım oldu. Ancak çizime olan ilgim hiç bitmedi. 2004 yılında İstiklal Caddesi’nde yürürken tabelasını okuyup kapısından içeri girdiğim ve hemen kaydolduğum İstasyon Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki değerli hocam ressam Hülya Düzenli’nin dersleri yaşamımı değiştiren yolun ilk adımlarıydı. Burada iki sene Grafik Tasarım ve Reklamcılık okudum. Temel Sanat, Sanat Tarihi, Tipografi, Grafik Tasarım, Renk Armonileri, Desen, İllüstrasyon, Dijital Tasarım, Fotoğrafçılık gibi birçok şahane dersi çok değerli hocalarımdan alarak teknik eksiğimi de tamamladım. Uzun yıllar freelance kurumsal kimlik, amblem/logo tasarımları, kişi ve kurumlar için illüstrasyonlar, online satış siteleri için ürün tasarımları yaptım, kurumsal hediyeler tasarladım. Eş zamanlı sürdürdüğüm çalışma yaşamımın son 11 yılı, Türkiye’nin en büyük basın kuruluşlarından birinin dergi grubunda, renkli bir dünyanın içinde ama pek de renkli olmayan bir departmanda geçti. Bazen dergi çalışanlarının konuşmalarına kulak misafiri olurdum. Hangi fotoğrafı basacaklarını, hangi kelimenin daha iyi durduğunu tartışırlardı. “Hangisi güzel oldu”yu tartışmak! Bu çok büyüleyici gelirdi. İçimdeki yaratma/üretme potansiyelinin ciddi bir sarsıntı ve sancıya dönüştüğü 2014 yılında finans sektörüne ve kurumsal yaşama sonsuza kadar veda ettim. Değerli ressam Haydar Özay’ın yağlı boya atölyesine başladım. Haydar Hocam kalemimin ve tarzımın çocuk kitaplarına uygun olduğunu sıkça dillendirip beni Mustafa Delioğlu’nun işleriyle tanıştırdı. 2015 yılında ikizlerim Deniz ve Ege’nin doğumuyla çocuk kitapları yaşamımda çok daha önemli bir yer edindi. Önce çeşitli felsefe temelli yazma atölyelerine katılarak kendi kitaplarımı yazdım ve resimledim. Bunları henüz yayınlatma girişimim olmadı. Bir yandan online illüstrasyon atölyeleri verdiğim için epey yoğun bir tempom var. Kendi kitaplarım dışında da çok sayıda kitap resimlemiş bir çocuk kitabı çizeri ve hatta yazarı olarak geç de olsa “gerçek” mesleğimi bulduğum için çok mutluyum. Son çizdiklerim arasında yer alan Mehmet Sarıaslan’ın yazdığı “Keşif Takımı” serisi bu sene yirmi şehirde, yirmi beş farklı okulun akademik eğitim setine girdi. Bunlardan biri de benim çocuklarımın okulu. Annelerinin çizdiği kitabı okuyacak olmaları benim için hem çok büyük bir heyecan hem de gurur.
Çizer kitaba nasıl hazırlanır? (Neler okursunuz, izlersiniz?
Çizeceğim kitap özelinde bol bol araştırma yaparım, eskizler çizerim. Sekiz yaşında iki erkek çocuk sahibi olduğumdan zengin bir çocuk kitapları arşivine sahibim. Oğlum Deniz inanılmaz güzel resimler yapıyor. Onda kendi çocukluğumu yetişkin gözüyle izliyorum. Bir boya kalemine, güzel çizilmiş bir resme duyduğu hayranlık, parkta oynarken, gece uyurken aniden gelen çizme atakları ve ortaya çıkardığı yaşının üzerindeki eserler beni hem çok duygulandırıyor hem de onlardan yararlanıyorum. Bazen de Ege’nin hayalinde kurguladığı bir hikâye zihnimde benim eklediğim kelimeler ve görsellerle zenginleşiyor. Sonuçta işimiz çocuk dünyasına dönmek. Bu anlamda bir membada olduğumu hissediyorum. Bebeklik çağlarından itibaren evin duvarlarına çizdikleri resimlerin fotoğraflarını çekip, bir iki dokunuş yaparak canavar karakterleri serisi elde ettim mesela. Ne çizersem ya da yazarsam muhakkak ilk onların fikirlerini alıyorum. Çocukların eleştirilerinde acıma, “bunu söylersem ayıp olur” kaygısı ya da süzgeci yok. Gerçek düşündükleri neyse söyleyiveriyorlar. Ve bu bence harika. Onların dünyasında deniz gözlüğüyle televizyon izlenebilir, Kaptan Amerika kostümüyle ödev yapılabilir, gözünü kapattığında görünmez olunabilir. Bu her içinden geleni yapma hali biz kocamışlar için biraz yorucu olsa da çocukların normalleri çok esnek. Yetişkin normalleri ise bence çok yanlı, sınırlı ve hatta kasıntı. Bu sebeple çocuklar için çalışıyorsak hepimizin yetişkin gömleklerini çıkarıp biraz çocuklaşmaya, içimizdeki çocukla bağ kurmaya, onlar gibi esnemeye, sınırsızlaşmaya ihtiyacı var.
Ben referans göstererek dahi olsa başka birinin çizimini yorumlamaktan hoşlanmıyorum. Yarattığım karakterlerin özgün olmasını çok önemsiyorum. Bu sebeple genellikle atölye katılımcılarıma da her zaman tavsiye ettiğim gibi gerçek fotoğraflardan yararlanıyorum. Ya da etrafımdaki insanlara poz verdiriyorum. Ama mesela koşan bir tavuk çizmem gerekiyorsa sokağa çıkıp tavuk kovalama imkânım da yoksa Google görseller imdadıma koşuyor.
Bunun dışında çalışırken izlenmeyi sevmiyorum. Atölyelerde onlarca gözün önünde çizim yapan biri için çelişkili bir durum gibi görünse de planlı bir çizimi yapmakla, neyi nasıl çizeceğini aradığın, bol karalamalı bir çizimi yapmak arasında fark var. Çizerken beni izleyen bir göz tüm konsantrasyonumu bozabiliyor. Aslında bu aşmaya çalıştığım bir durum. Genellikle gece çalışmayı seviyorum. En iyi odaklandığım dakikalar şehre sessizlik çöktüğü, evde hareketin bittiği saatler. Gündüz çalıştığımda ise mutlaka bir şeyler dinliyorum. Bazen Avrupa Yakası dizisi, bazen bir podcast. Masa başında çalışmayı sevmiyorum. Tabletler artık mobil olmamıza olanak sunuyor. Bu çok büyük bir şans. Televizyon karşısında, yatağın içinde, koltukta, plajda, uçakta, neredeyse çizmediğim hiçbir yer yok diyebilirim. Son çizdiğim kitabın 2 sayfasını uçakta çizdim.
3.Çizimlerinizi yaparken yazar ya da editör ile nasıl diyaloglar gelişiyor aranızda?
Metin bana bazen çizilmesi istenen sayfalar işaretlenmiş, varsa sahneyle ilgili fikirler yazılmış halde, bazen de inisiyatif tamamen bana bırakılmış olarak geliyor. Eğer inisiyatif bendeyse birkaç örnek çizimle beğendikleri tarzı anlamaya çalışıyorum. Sonuçta her hikâyenin bir ruhu var. Ben kelimelerin üzerinde duygular olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla her hikâyeyi aynı çizgiler ve renklerle anlatamayız. Hikâye özelinde tarzımda çok ekstrem bir manevra yapmasam da metin bana istediği rengi, dokuyu ve çizgileri anlatır halde geliyor. Hikâyeyi okuduğumda zihnimde bazı görseller canlanıyor. Ama yine de bazen bir iki gün bazen bir hafta hiçbir şey yapmadan duruyorum. Bu benim demlenme sürecim. Okur okumaz elime kalemi alıp çizmeye başladığım çok nadirdir. Bu durma halinin kelimelerin anlattığı karakterleri ve mekânı arama yolcuğuna çok büyük bir katkısı olduğuna inanıyorum. Ve başladığımda ne çizeceğimi biliyor oluyorum. Eskizleri hızlıca hazırlayıp yazar/editör ile paylaşıyorum. Genelde örtüşüyoruz. Örtüşmediğimiz noktalarda revizyon taleplerini bu aşamada almak en iyisi. Sayfa komple bittiğinde kompozisyonu da etkileyecek bir revizyon tüm çalışmayı ve emeği çöpe atabilir. Bu sebeple eskiz ve onay süreci çok önemli ve atlanmaması gereken bir aşama. Editörler sahnelendirme ya da metne oturan görseli seçme konusunda inanılmaz bilgili ve deneyimliler. Tıkandığım noktalarda verdikleri minicik bir tüyo ya da fikir büyük bir nefes almamı sağlıyor. Doğru frekans yakalandığında çok keyifli, bol paylaşımlı bir süreç bu.
Sanatınızı/çizimlerinizi beslemek için neler yapıyorsunuz?
Okumayı, izlemeyi ve seyahat etmeyi çok severim. Kitaplarımda kullanabileceğimi düşündüğüm her şeyin fotoğrafını çekerim. Telefonum beğendiğim bir renk, bir kapı, bir sokak lambası gibi resimlerle doludur. Yurtiçi ve yurtdışından pek çok çizer takip ederim. Kitabevi gezerim. Çocuk kütüphanelerine bayılırım. Müzeler seyahatlerimin önemli bir parçasını oluşturur. Liseyi Sultanahmet’te okuduğum için her boş vaktimde soluğu bölgedeki müzelerde alırdım.
Özellikle Arkeoloji Müzesi’nde yere oturup bir heykeli saatlerce izlediğimi hatırlıyorum. O heykellerin çoğunun resmini çizmişimdir. Geçen ay gittiğim Hollanda’nın Den Haag şehrindeki Çocuk Kitapları Müzesi’nde üç saat kendimi kaybetmişim. Eşimin telefonuyla nerede olduğumu hatırlayabildim. Beni heyecanlandıran bir eseri izlerken zaman ve mekân kavramlarımı kaybediyorum. Kalp atışlarım hızlanıyor, başım ağrıyor ve dönüyor. Yeni öğrendim, bunun bir adı varmış: Stendhal Sendromu. Bunun hafif bir versiyonunu yaşıyorum sanırım. Tam bir büyülenme hali. Yurtdışındaki bit pazarlarından resimli kitaplar satın alırım. Sahaf gezerim. Fantastik, masalsı atmosfere sahip filmlere bayılırım, dolayısıyla Tim Burton hayranıyım. Alice Harikalar Diyarında, Beter Böcek, Charlie’nin Çikolata Fabrikası, Büyük Gözler filmlerini kaç kez izlediğimi hatırlamıyorum. Alice’in illüstrasyonları mesleğin başından beri en önemli besin kaynağım. Guillermo Del Toro’nun yönettiği Pan’ın Labirenti de görsel olarak müthiş bir zenginlik sunar. Keza Miyazaki’nin işleri de. Kısaca okurken, izlerken, gezerken, yani “yaşarken” beynimin tuttuğu kayıtlardan hemen hemen her işimde yararlandığıma eminim.
5. Bir kitabın rafta yerini alana kadar geçirdiği mutfak sürecini çizer cephesinden anlatır mısınız?
Metin bana ulaştığında birden fazla kez büyük bir dikkat ve özenle, bir editör titizliğiyle okurum. Kesinlikle kâğıda basarım ve üzerine notlar alırım. Bu notlarda genelde sahnelendirme ile ilgili aklıma gelen ilk fikirler olduğu gibi, metinle ilgili yorumum da yer alır. Eğer çizeceğim karakterler insan ise kaç yaşlarında oldukları, özgün özellikleri (muzip mi, dalgın mı, heyecanlı mı) üzerine yazar/editör ile sohbet ederim. Sonuçta her ne kadar yağlıboya, suluboya, kuru boya, dijital, kolaj gibi pek çok tekniğin eğitimini almış olsam da her çizerin zaman içinde benimsediği bir tarz var.
Yazarken yazarın hayalinde canlanan karakterlere ve mekâna yakın bir sahne kurgulamak benim için başarıdır ve doğru yazar/çizer eşleşmesi gerçekleşmiş demektir. Karakter ve mekân ile ilgili detaylar netleştiğinde sırada renk paleti oluşturmak vardır. Burada arka planda bir doku kullanacak mıyım, canlı, parlak, kontrast renkler mi olacak, daha soft, pastel tonlarda mı çalışacağım gibi unsurlara karar vermeliyim. Bunlar yaklaşık bir haftalık çalışma demek. O bir hafta bol bol deneme, gözlem ve araştırma ile geçer. Birçok görsel inceler, eskizler çizerim. Eskizler aşağı yukarı sonuca yaklaştığında onay için yazar ve/veya editöre sunarım. Belki ben şanslıydım, belki de yukarıda bahsettiğim doğru buluşma gerçekleştiğinden, bugüne kadar karakterlerimle ilgili pek revize almadım. Ama bu revizeye kapalı olduğum anlamına da gelmez. Çünkü benim için kitapta yarattığım dünyanın yazarın hayaliyle örtüşmesi ve herkesin içine sinmesi çok önemli. Çizimler bittiğinde tamamını gönderir ve son bir onay beklerim. Herhangi bir revize yoksa ve kapak resmi seçimi gibi süreçlere dahil değilsem benim işim bu noktada bitmiş oluyor. Gerisi artık heyecanla kitabın baskıdan gelişini beklemek.
edebiyathaber.net (30 Eylül 2023)