Çizimle olan ilişkiniz ne zaman başladı?
Çocukluğum Çin’in başkenti Pekin’de geçti. Orada gittiğim anaokulu ve ilkokul süresince farklı ülkelerden öğretmenlerim sayesinde geleneksel eğitim sistemlerine göre çok daha el işi, oyun, sanat ,eğlence odaklı bir eğitime ve çok kültürlülüğe yönlendirildim.
Çok küçük yaştan beri renkli kalemlerimin ve oyun hamurlarımın elimden düşmediğini hatırlayabiliyorum. Büyüdükçe fark ettim ki köy enstitüleri mezunu babam, şayet küçükken kalemini kırmasalarmış saygıdeğer bir sanatçı olabilirmiş ve yetenek diye bir şey söz konusu ise, muhakkak kendisinden almışımdır. Çocukluğumdan beri gittiği her ülkeden bana envai çeşit kırtasiye malzemesi alır gelirdi ve onunla beraber her çeşit hayvan figürünü en ince detaylarına kadar çizmeye çabalardım. Babamın çizimlerine baktıkça onun gibi çizemediğim için moralim bozulurdu ancak o her zaman yeni bir çizim kitabı ya da resim malzemesiyle hevesimi canlandırmayı becerirdi. İlkokulun sonunda Türkiye’ye geldiğimde orta ve lise öğrenimimi hala özlemle hatırladığım Ankara Özel Tevfik Fikret Lisesi’nde, beni sanatsal ve edebi anlamda sınırsızca beslemiş hocalarımla Fransızca okuyarak geçirdim. Üniversite’de babamın “Sanat okuyacaksan seramik oku, bireysel bir sanatçı gibi yaşayacağına bir seramik fabrikası kurar, istihdam sağlarsın, topluma bir hayrın olur.” cümlesi üzerine yedincilikle kazandığım Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde seramik okudum. Şu aralar kendimce mütevazı minyatür porselen takılar üretsem de seramik sanatını bir meslek haline getirmedim. İllüstrasyon ise lise hayatımdan beri bırakmadığım, üniversite yıllarımda da dostlarımın müzik guruplarına albüm kapakları çizerek devam ettirdiğim bir alışkanlık oldu. İlk profesyonel işlerimi üniversitenin ilk yıllarında TRT Çocuk animasyon programlarına çizerek, rahmetli Per Olov Enquist gibi yabancı birkaç çocuk kitabı yazarının Türkçe baskılarının kapak ve iç çizimlerini yaparak başladım ancak tam da o dönemde hayatımı çizim yaparak kazanmak istemediğimi, direktiflerle para kaygısı güderek resim yapmak istemediğimi anladım ve sonraki işlerimde hep sevdiğim insanlar için, severek çizdiğim sürece çizmeyi tercih ederek yaşadım, yaşıyorum. Şu an YKY ve Bilgi Yayınları’na kapak ve iç sayfa çizimleri yapıyorum. Yaklaşık on beş yıldır da, ilk kurulduklarından beri albüm ve şarkı kapaklarını çizdiğim sevgili Yolda Müzik Gurubu ile kadim bir yoldaşlık içerisindeyim. Yazıp çizdiğim ve henüz tamamlayamadığım iki çocuk kitabı projem de var ancak şu an uzun uzun demleniyorlar.
Çizer kitaba nasıl hazırlanır?
Hala çocukluğumdan beri izlediğim çizgi filmleri açar açar izlerim. 1985 Japonya doğumluyum, şu an dijital art yapanlarla asla yarışamam. Özellikle 1950’ler yapımı Tom & Jerry’ler, Disney’ler, kısa animasyon filmler, Miyazaki’nin elinin değdiği her şey…Kitap okuma alışkanlığım son yıllarda hiperaktivite ve dikkat bozukluğumun altında ezildi gitti maalesef ve eskisi gibi düzenli ve aşkla okuyamıyorum ancak okuduğumda da hala Road Dahl eserleri başta olmak üzere her çeşit çocuk kitabı; Virginya Woolf, Simone de Beauvoir gibi en sevdiğim başucu kadın yazarlarımı çevirir çevirir okurum.
Tarihi öyküler, özellikle Ortaçağ’a dair her şey, masallar, mitoloji, folk eserler her daim ilgimi çeker. Ot, Kafa, Kafka gibi güzide dergileri bulduğum yerde muhakkak alır, biriktiririm. Çalışma alanımın neresi olduğu pek önemli olmuyor ancak sıcak ve evimde gibi hissettiğim yerler olması şart. Minimalist, karaktersiz ve modern görünümlü ortamlarda katiyen çalışamıyorum. Sıcak renklerden oluşan, ev hissi veren her köşe bucakta, kalabalığa aldırış etmeden çalışabilirim. Gittiğim mekanlar, arkadaş evleri, çalıştığım işyerleri buna dahildir. Ancak tabii ki en rahat ettiğim yer, kedim ve demliklerce ıhlamurumla o dönem için ev belleyip kuluçkaya yattığım yer oluyor. Bir iş almışsam o işi çizip teslim edene kadarki süreç benim için yüzde seksen beynimin içinde verdiğim bir mücadele iken, yüzde yirmisi de o işe hiper odaklanarak geçirdiğim uykusuz birkaç günden oluşuyor. Rutinlerimin en başında her gün çalışma alanımı baştan oluşturmak, düzenlemek, temizlemek; boyalarımı- defterlerimi her gün yeniden organize ederek kendime bir önceki günden daha konforlu bir çalışma alanı yaratmaya çalışarak geçiyor. Etrafımdaki herkesi uzaklaştırıyorum ve bütünüyle soyutlanmayı seviyorum. Sonrası sadece o sandalyeye oturup, sabırsızlanmadan o sandalyeden kalkmamayı gerektiren bir süreç. Çizip çizip silmek, üşenmeden baştan çizip boyamak…Son çizdiğim çocuk kitabı Pan’ın Penceresi’ni neredeyse uçaklarda, otellerde, İskoçya’nın dağlarında arabayla gezerken çizip tamamlayıp, elli kere düzenledim. Huzurlu olduğum sürece nerede çizdiğim pek önemli değil.
Çizimlerinizi yaparken yazar ya da editör ile nasıl diyaloglar gelişiyor aranızda?
Şansıma albümlerini çizdiğim sanatçılar, kitaplarını çizdiğim yazarlar ya da editörler bir şekilde tanıdığım, sevdiğim insanlar oluyorlar. Yazarı bizzat tanımıyorsam da bire bir diyaloğa geçebiliyorum. Böylece şarkıyı, karakteri veya öyküyü nereden ya da kimden esinlenerek yarattığını; hikâyenin oluşumunda yazarın kafasındaki çizim tarzını, renkleri; vermek istediği duyguyu, değinmemi istediği özellikleri ve detayları sorabiliyorum. Bu soruların cevaplarını almadan bir işe başladığımda illa ki bir yerde olmaması gereken bir şey çizmiş oluyorum:) Mesela Yolda gurubunun son albümünden bir parçayı vegan bir arkadaşımız yazıp okumuş ve ben şarkının sosyal medya resmine balık tutan bir karakter çizmiştim. Son dakika değiştirmek zorunda kalmıştım.
Ya da benim ayrılık acısı diye algılayıp resme döktüğüm bir eser aslında kaybettiğimiz müzisyen bir arkadaşımıza ithafen yazılmış; bütün resmi kenara atıp sil baştan, bambaşka bir duyguyla yepyeni bir şey çizmek zorunda kalıyorum (Saygıyla).Bu gibi sebeplerden ötürü çizeceğim iş hakkında didik didik sorular sormaya özen gösteriyor ve öyle tasarlamaya başlıyorum çizimlerimi.
Sanatınızı/çizimlerinizi beslemek için neler yapıyorsunuz?
Disney’in 1937 pamuk Prenses’inden başlayarak 1940’ların yapımı Pinokyo’su (ki kâbus gibi bir animasyondur), Dumbo; 1950’lerden Bambi, Külkedisi, 1960 yapımı Taştaki Kılıç hala sabahın üçünde izlediğim ve dört yaşımdan beri video kasetleri taka çıkara her karesini ezberlediğim favorilerimdir. Sosyal medya sağ olsun takip ettiğim sayısız illüstratör olmasına rağmen Quentin Blake ve Miyazaki başta olmak üzere, Beatrix Potter, Charlie Mackesy gibi isimlerin duygu dünyama ve kalemime son derece yön vermiş olduklarını düşünüyorum….Gittiğim ya da yaşadığım ülkelerin modern sanat müzeleri yerine, ulusal sanat galerilerini gezmek her zaman daha çok keyif veriyor bana zira tarihi tablolardaki hikayeleri, ortamları, renkleri, minik minik dantel-kumaş-obje detaylarını incelemek; figür ve portrelerlerden esinlenmek daha çok heyecanlandırıyor beni. Bütün bunların yanısıra ekmeğimi kazandığım hizmet sektöründe karşıma çıkan karakterler, hayalimde kurduğum yaşam alanları ve anlar, sevdiğim objeler, dokular, insan halleri ve psikolojileri gibi hemen hemen her şey benim için ilham kaynağı. Müzik dinleyerek çalışamayanlardanım. Müzik dikkat kanallarımı kurcalıyor ve çizerken odaklanmamı engelliyor. Çizimlerimi son halleriyle detaylandırarak kağıda döktüğüm zamanlarda fonda her daim gözümün ucuyla bile bakmadığım ancak yüz kere izlemiş olduğum bir dizi oluyor.Süper Baba ve Avrupa Yakası tekrarları eşliğinde kaç iş bitirdim hatırlamıyorum:)
Bir kitabın rafta yerini alana kadar geçirdiği mutfak sürecini çizer cephesinden anlatır mısınız?
Öncelikle tek başıma rahat ve huzurlu olduğum bir yer ve anda kitabı okuyup sadece kendi hissettiklerimi karalamaya ya da not etmeye çabalıyorum. Üç beş kaba fikir oluşturduktan sonra eğer tanımıyorsam yazarla telefonda tanışmak istiyorum. Yazarın isteklerini dinleyip, kendi fikirlerimi sunup, kesinlikle olur ya da olmaz dediklerinin altını çizerek, aklımdakileri eleyerek, gırgır şamata, yazarın istekleri doğrultusunda fikirlerimi yeniden şekillendiriyorum. Sonrasında en zorlandığım kısım kapaklar oluyor çünkü bazı yazarlar kapakta kitaptaki hiçbir anın yansımasını istemeyerek okuyucuya sürpriz olacak bir tasarım beklerlerken, bazıları kitaptan tadımlık bir an göstermemi istiyorlar.
Geçen sene sevgili Makbule Aras’ın YKY’den basılan kitabı “Başa Dönemeyiz”’in kapağına çalışırken çok zorlanmıştım zira aynı zamanda lise edebiyat hocam olan Makbule Hanım, kapakta sadelikten yanaydı ve okuyucuya kitabın içeriğine dair herhangi bir ipucu vermeyen bir resim istiyordu. Bense çizimlerimde kontrolsüzce kaotik olabilmekle beraber, çizmekte olduğum şarkı,albüm,kitap her ne ise onun bir kaşık tadını hissettirmekten kendimi alamam. Dolayısıyla biraz zorlandıysam da sayısız fikir, eskiz ve deneme sonrasında ortaya yalın ve ikimizin de içine sinen bir iş çıktı.
edebiyathaber.net (23 Eylül 2023)