Yol boyunca ilerlerken, arkanıza dönüp, her baktığınızda, yolun başındaki o çocuk, size el sallar. Yola düşmeye, tarif edilemez derecede isteklidir. Bu sizi çok ürkütür. Böylesine bir enerjiyi nereden buluyordur, gizemli çocuk? Sizi görmüş, yanına mı çağırıyor, yoksa gidişinizi izleyip uğurluyor mudur… Bir türlü anlayamazsınız.
O kadar etkilenirsiniz ki, onun durdurulamaz isteği üzerine, yıllar boyu, sayfalarca notlar alırsınız. Mevsimler geçer, bahar, yaza döner. Bir gün, defterleri açıp okursunuz. Sonra sıkılır, çoğunu yarım bırakırsınız. Satırlarda, istek ve çocuk hakkında tek kelime dahi etmemişsinizdir. Onu çözmeye zorladıkça kendinizi, aranızdaki mesafe iyice açılmıştır ve siz buna “zaman” adını verirsiniz.
Yeniden dönüp bakarsınız, yolun başına. Çocuğun eli minicik kalmıştır. Ne olduğu anlaşılmayan bir şey orada hareket ediyordur. Birden sihirli sözcüğü bulursunuz. “Hareket!”
Koşmaya başlarsınız, geriye. Yolun başında, bıkmadan bekleyen o çocuğun yanına varana kadar. Tüm gücünüzle. “Şimdi”den, vazgeçersiniz. Koş, koş, koş… Terler alnınızdan, yanaklarınızdan süzülür. Bedeniniz ıslaktır. Saçlarınız darmadağın. Diliniz, damağınız kupkuru. Yüzünüz kıpkırmızı. Gözleriniz sonuna kadar açık. Kalbiniz, bacaklarınız, kollarınız… Titrer. Titrer. Titrer.
Çocuğun yüzü nasıldır, sizi tanıyacak mıdır? Ya sizden korkarsa? Sorular eklenir, üst üste. Birdenbire, aklınız yerinden çıkacak gibi olur. Hayatı kaçırdığınızı fark edersiniz. O yorgunlukla, mola vermeden, su içmeden, bu kez, tam tersine, koşmaya ilk başladığınız yere geri koşarsınız. Geçip giderken görürsünüz, hiçbir yer bıraktığınız gibi değildir. Birçok değişim olmuştur. Titremeler artar. Tüm bedene yayılmaya başlar. Baş dönmesi eklenir. Sağa, sola sallanmaya başlamışsınızdır. Nefes alıp vermek zorlaşır. Durumunuza derman olacak, gücünüze güç katacak, sizi ferahlatacak ne var diye düşünür, düşünür, onu bulursunuz. “Çocuk!” Koştuğunuz yönün tersine bedeninize hâkim olmakta çok zorlanarak ve reflekslerinizin ne kadar zayıfladığına hayretler ederek dönersiniz. Koş, koş, koş…
Aklınız, artık, size oyunlar oynamaya başlamıştır. Çocuğa ve koşmaya başladığınız yere, sürekli, yön değiştirerek, süratle koşuyorsunuzdur. Ne çocuk vardır, ne başlangıç… Yol da kaybolur. Delirmekten korkarsınız. Her şeyden çok korkarsınız. Bir yardım eli umarsınız. Herkesin hızı farklıdır. Çocuğa bakarsınız. Gelsin, sizi bulsun diye. Uzaklarda, hareket eden hiçbir şey göremezsiniz. Adımlarınızı yavaşlatır, hayatıma olduğu gibi devam edeyim, dersiniz. Ama bacaklarınız, kollarınız, kalbiniz çok huzursuzdur. Bedenim yok olunca, bitecek her şey, dersiniz. Öyle bir yetiyle dolarsınız ki bunu söyleyince. Kalan son gücünüzle, tırnaklarınızı geçirirsiniz “an”a. Var olma arzunuz, çocuğunkiyle aynıdır. Asla bitmez, asla tükenmez. En baştan beri ürktüğünüzün kendiniz olduğunu anlarsınız. Şimdi sıra, durup, tırnaklarınızı “an”dan çıkarıp, parmaklarınızı şefkatlice kullanmaktadır. Okşamak, tek çaredir.
edebiyathaber.net (21 Ekim 2022)