Uğur Yücel’in Yağmur Kesiği adlı ilk (öykü) kitabı Can Yayınları’nca yayımlandı.
Bu kitabı, var olduğunu bilmeden yıllardır bekliyordum. Uğur Yücel öykü, roman, otobiyografi, deneme, şiir yazmalıydı, ben okumalıydım. İzlediğim belki de en çarpıcı film olan Yazı Tura’yı yaratan adam her şeyi yapabilirdi. Umudumu hiç kaybetmedim.
Kitap, onu anlatan birkaç satırla başlıyor: “UĞUR YÜCEL, Kuzguncuk’ta doğdu. Tiyatro okudu. Sinema oyuncusu, senarist, yönetmen oldu. Görünmeden yazmak, film çekmek istedi. Beceremedi”.
“Görünmemeyi becerememesi” bizim işimize geldi, duruşunu “görerek” kavradık.
Yağmur Kesiği’ndeki öyküleri okurken kameranın önünde, arkasında; görüntünün içinde, dışında; sisler arasında ya da çırılçıplak ortada kaldım. Uyumadan önceki son anda asılı. Rüyaya kayan gerçeğin tutunduğu ipte…
Hayallerden rüyalara, gerçeğin başka hâllerinden bambaşka hâllerine, buluttan yeraltına, ateşten denize geçip durdum.
Marika’dan Anahit’e dönüştüm sırılsıklam… Burundan denize uçtum süzülerek. “Ben”deki “ben”lere kavuştum.
Kendisi yazdıklarına değer biçmese de edebiyatımız için ölçülemez değerde kelimeleri. Gördüren, hissettiren, kokusunu duyuran, tüyleri diken diken eden, heyecanlandıran…
Sözü üstüne söyleyecek fazla söz yok, gerek de yok. “Çizgi” adlı öyküsünden:
“mekân/yanmış sannazaro köşkü/bir yaz sabahı.
köy bütün toksinlerini atmaya hazır bir nemi karşılarken olağanüstü bir mucizeyle sarsıldı. köşk artık bir iskelete dönmüştü. oysa kömürlükte atan bir kalp vardı. küllerin üstünde kömürlerin içinde atıyordu kalp. yamyam kadınlar elleşemediler. akrepler, solucanlar, bu mor kırmızı sarı kanlı ve etli butlu eşkenar üçgeni yoklamak istediler. arrigo kalbini kömürlükte buluştuğu yer dibi kızı için bırakmıştı. geceleri yatağında üşüdüğü zaman kanalizasyonlardan yanına gelip birlikte uyudukları küçük kız çocuğu. can çekişen kalp artık soluksuz kalmıştı. yavaş yavaş mor rengine çalmıştı. mor. ölümün gülsuyu kokan rengi.”
Kitabın arka kapaklarında öykülerden alıntılar (cilt ve gömlekte iki ayrı alıntı) var, başka bir söz yok. Gömlek simsiyah, kapak bembeyaz, resim yok. Siyah onun rengidir zaten. Sözlerini anlatacak resmi seçmek de imkânsız.
Bitirirken bir selam çakıyor:
“Gökyüzüne bakar Sinemacı
Çocuklar! Hayaller geçiyor mu?
Bütün yazılanlar, çekilecek filmlere fragman…”
Kitap bitti diye o tanıdık çaresizliği yaşamadım. Her elime aldığımda binlerce farklı film beni bekliyor. Yeni kitaplarını istemekten de vazgeçmeyeceğim.
Gaye Dinçel – edebiyathaber.net (23 Ocak 2013)