Teknoloji yaşamımızı kolaylaştırdıkça yalnızlaştırıyor. Ve bunu yaparken hiç hissettirmiyor. Gün geçmiyor ki bu alanda bir yenilik ortaya çıkmasın. Bir süredir bu alanda olanı biteni takip etmeyi azalttım. Tamamen bırakmak olası değil ne yazık ki. Fakat o denli hızlı ki gelişim, yetişmek, yetişip kullanabilmek de olası değil.
Teknoloji yaşamı kolaylaştırdı, kolaylaştırdıkça da hızlandırdı. Sakin insanlar olmaktan çıktık biz de. Durup dinlenmiyoruz, eğlenmiyoruz, eğlenemiyoruz. Telaşlı yaşamlar çağının bireyleriyiz her birimiz. Ve günden güne daha da zorlaşıyor yaşamlarımız. Oysaki teknoloji hayatımızı kolaylaştırsın diye var. Onu kullanarak kendimize daha insanca bir yaşam kazandırmak üzere gayret gösterecekken, şimdilerde teknolojinin esiri olarak çalışan birer köle konumundayız. Ve her geçen gün daha da kısaltıyoruz zincirlerimizi.
İclal Dikici “Teneke Uygarlığı” isimli kitabında bu konuya dikkat çekmiş. Bambaşka dünyaların çocukları olan Atila ve Defne’nin hayatları, her cumartesi günü göz göze geldikleri dört yol ağzında bir çıkmaza giriyor. Kırmızı arabanın ani duruşuyla başlayan zincirleme duruşlar, yüzlerce aracı peşi sıra sürükleyerek yepyeni bir yaşam biçimini, Otokent’i oluşturuyor. Haliyle bu yeni kurulan kente bir başkan gerekmektedir. Otokent’in sakinleri başkanlarını seçiyor ve biat etmeye başlıyorlar. Otokent kurulduğu gibi kalmıyor tabi. Günden güne yeni otomobillerle yeni oto-gökdelenler oluşuyor. Bu durum Otokent’i de yaşanmaz kılıyor. Tıpkı günümüzde bizim de yaşamaya çalıştığımız kentler gibi. Boş bulunan her alanı, boş değilse de boşaltarak yeni yapılarla doldurduğumuz kentler gibi. Tüm bu olanların yanında mevcut sisteme harika eleştiriler de getiriyor yazar. Ayrıca sınıfsal farklılıkları da ele aldığı romanında gelecekte insanların teknolojiye mahkûm olacaklarını da gösteriyor. Aslında kitapta gelecek gibi duran yaşadığımız bugündür. Teknolojinin esiri olmuş durumdayız. Ve hiç bitmeyecek bir esaret gibi bu. Tedavisi olmayan bir hastalık.
Yazar sınıfsal farklılıkları ve çatışmaları gösterirken Otokent’te yer alan on yaş ve üzeri araçları hurdalığa çektirmiş. Orada da başka bir yaşam alanı kurmuş. Ve bu iki sınıf arasındaki uçuruma dikkat çekerek insanoğlunun iktidar hırsına da vurgu yapmış.
*Birilerinin cenneti, diğerlerinin cehennemi oldu
Otokent’ten Defne’nin Atila’ya yazdığı mektupta ince bir ileti de yer alıyor. Kendi yaşam penceremizden bakarsak, televizyonda, radyoda sürekli reklam yaparak bize yeni bir yaşam, mutluluk vaat eden yapıların tam olarak öyle olmadığını… “Hayatımız nasıl bu hale geldi Atila? Birilerinin cenneti, diğerlerinin cehennemi oldu. Kurtuluş yolu var mı bu cennet ya da cehennemden? Yine, ne çok soruyorsun, dediğini duyar gibi oldum. Tamam sustum. Ama sen susma, konuş benimle. Yani yaz bana olur mu? Birilerinin beni duymasına, duymaya ihtiyacım var…” (s.104)
Ve bir başka sayfada geçen şu ifadeler de durumu perçinler nitelikte: “… Ne çabuk unutuyorsunuz her şeyi! Ya Otokent çocuklarını? Bu metal yığınlarının arasında sıkışıp kaldık, sararıp solduk. Toprak kokusu yok, çiçek kokusu yok. Oyun yok, sohbet yok. Düş yok, umut yok…”
O halde tüm bu yazılanlar üzerine düşününce teknolojinin mutluluk getirmediğini, getirmeyeceğini, zaman geçtikçe daha da yalnızlaştırıp daha da mutsuz edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Çocuklarımızın dikkatini bu yöne çekecek kitaplara daha çok gereksinimimiz var sanırım. Koşulsuz, sorgulamadan yenilik adı altında sunulan, dayatılan her şey kabul etmemeleri için, sorgulamaları için… Başka bir dünyanın, daha yaşanılabilir bir dünyanın mümkün olduğu onlara gösterilmeli. Tabi önce ebeveynleri görmeli!
Kitapta yer alan resimlere ayrı bir pencere açılmalı. Maria Brzozowska’nın çizimleri kitapta anlatılanları daha da yoğunlaştırmış. Özgün çizgiler ve renk tonları alışageldiğimiz biçimlerden çok farklı.
İclal Dikici’nin Teneke Uygarlığı’nı, Tudem çocuklarla buluşturuyor.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (30 Nisan 2018)