Gökyüzündeki çocuklara…
Kışın henüz yaşanmadığı bir kentten yazıyorum bu satırları. Yağmurlarımız yağmadı hâlâ. Kar zaten düşmez buralara. Sarı yapraklar duruyor kaldırımlarda ve yol kenarlarında. Zihinlerde canlanan yeni yıl manzaralarına uygun olmayan görüntülere bakıyoruz. Güneş de olabildiğince parlamakta.
Tabi bunlar fiziksel olarak görünenler. Asıl kışı içimizde yaşıyoruz bir süredir. Ve insanın içinde yaşadığı kış, dışında yaşadığına benzemiyor hiç. Dışarıdaki kış ne denli üşütürse içerdeki kış o denli yakıyor.
Yakıyor çünkü ölümün hiç yakışmadığı bedenlere konduğunu izliyoruz. Küçücük vücutlarda yaşam bulması yakıyor, kahrediyor. Tam da yeni bir yılın arifesinde yeni umutlarla yeni başlangıçlara yol almanın, yelken açmanın planlarını yaparken. Güneş, takvimlere inat hâlâ bu denli güzel parlarken… Yerde yatan küçücük beden, bedenler…
2015 çocukların yılı olsun diyerek başlamıştık. Ama olmadı, olduramadık. Şimdi yeni umutların gerçekleşmesini düşlerken yeni kitaplardan söz edelim. Hâlâ yaşatabildiğimiz çocuklarımıza yeni kapılar açalım. Yüzlerini bir nebze olsun güldürebilmek adına. Geleceğimize umutla bakabilmek adına.
Gökyüzündeki çocuklara adadığım bu yazımda gökyüzüne aşık bir yazarın kitabından söz edelim. Göknur Birincioğlu’nun Can Çocuk etiketiyle yayımlanan “Mayalı Yamalı Bir Hikâye”sinden. Acılarımıza, kederlerimize yama vurulur mu, yitirdiğimiz çocukların boşluğu yama ile kapanır mı? Sanmam!
Fakat Maya; oldu olası severmiş yamaları. Sökükleri dikmeyi, eskiyen kıyafetlerine yama yapmayı iyi bilirmiş. Kırılan fincanları hemen çöpe atan insanlardan hoşlanmazmış. Onları kırıldıkları yerden yapıştırır, kırılmadan önceki hallerinden daha çok sever, ortaya sanat eseri çıkmışçasına fotoğraflarını çeker ve saklarmış. “Yamalar, izleri kalsa da söküğü onarır, boşluğu doldurur ve var oldukları yeni renklendirmezler miydi? diye düşünüyor Maya. Doğru da düşünüyor aslında fakat her boşluğu da yamayla dolduramıyoruz işte.
Gökkuşağını göklerde değil yeryüzünde yaşasın çocuklar. Gökkuşağı renklerinde bir yaşam sunalım onlara. Çünkü buna hakları var! Yine kitaptan aktarayım; “Mitolojiye göre, Yunan Tanrılarının kraliçesi olan Hera, yeryüzüyle haberleşmek istediğinde, haberci İris’e yedi renkli bir elbise giydirirmiş, yeryüzünde yaşayanlar da Hera’nın kendileriyle haberleşmek istediklerini ancak gökkuşağı çıktığında anlarlarmış.”
Kahramanımız Maya bir tren istasyonunda karşılaştığı ve gökkuşağının renklerini sadece kalbiyle görebilen başka bir Maya için yazıyor bu hikâyeyi. Alıp gökyüzüne çıkarıyor okurunu. Güneş, yıldızlar, bulutlar, kuşlar… Kafamızı kaldırıp yukarıya baktığımızda görebildiğimiz her şey ve hatta daha fazlası var bu kitapta. Çocuklar, yeryüzünde olan bitenin farkına vardıklarında “keşke” daima gökyüzünde olabilseydik diyebilirler bu kitabı okuyup hafızalarının bir köşesine yerleştirdikten sonra.
Yine de keşke demeyelim, dedirtmeyelim. Olması gerektiği gibi olacaktır her şey evet, fakat yine de dilediğimiz gibi olması için mücadele edelim.
Satır aralarında ilginç bilgiler de sunuyor yazar çocuklara. Onlardan biri de keçiboynuzu tohumu ile ilgili olanlar. Bu durumu daha önce ben de bilmiyordum ve kitaptan bunları okuyunca açıkçası çok şaşırdım. Yeryüzünde ağırlığı değişmeyen tek tohummuş keçiboynuzunun çekirdekleri (0,2 gr.) Ve eskiden elmas ya da altını tartarken bu tohumları kullanırlarmış eşdeğer oldukları için!
Bir başka ilginç nokta da yazarın sözcük oyunları. Belki de hiç kimsenin dikkatini çekmeyen ayrıntıları yakalayarak gün içerisinde kullandığımız sözcüklerin köklerini ve isimlerinin ilginç noktalarını göz önüne seriyor. Filozof bir salyangoz ve içinde orman taşıyan bir çınar ağacı da bu hikâyede eşlik ediyor Maya’ya.
Yeryüzü gri, yeryüzü karanlık… 2015’in bu son yazısında daha neşeli şeyler yazmak isterdim. Fakat bana düşen umut yazısı oldu yine. Yeryüzündeki çocuklarımıza gökkuşağı renginde bir diliyorum yeni yılda da. Geride bıraktığımız yıl gibi olmasın asla bundan sonra önlerindeki yıllar.
Gökkuşağı renkli günlerde tekrar buluşmak üzere…
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (28 Aralık 2015)