Bir kitap düşünün ki, adını okuduğunuzda düşünceleriniz çocukluğunuza kaysın. Ne güzel günlerdi değil mi o günler? İnsanın anayurdudur çocukluğu. Güzel söylemiş bunu söyleyen.
Şimdi her birimiz sürgünlerde, bir telaştır yaşıyoruz işte. Hep acelemiz var. Yatma saatlerini olabildiğince ileriye atıyoruz. Neden? Çünkü bir yerlere ve bir şeylere yetişmeliyiz. Hiçbir şey eksik kalsın istemiyoruz. Oysa çocukluğumuz ne güzeldi bizim. Tüm sokaklar bizimdi. Sokaklarımızda boş arsalar vardı, oyunlar kurduğumuz, hayallere daldığımız. Ya bugünün çocukları? Site içerisindeki parklara hapis yaşıyorlar. Özgürlüğe pedal çevirmek nedir bilmezler. Bizim evde örneğin; hiç kullanılmamış olmasına rağmen paslanmış bir bisiklet var balkonumuzda. Çünkü pedal çevirecek bir alan yok. Yaşamaya yer yok, nefes almaya, hayal kurmaya zaman yok!
Konu çok dağılmadan gelelim kitaba. Fakat söz konusu çocuk olunca ve bugün yaşadıkları dünyanın hiç de onlara uygun olmadığını görünce konuşmadan olmuyor. “Seke Seke Uçtu Öyküler”. Çocukluğumda çok sevdiğim oyunlardan biriydi sek sek. O karelerin üzerinde çizgiye basmadan zıplamak müthiş keyif verirdi. En uzak köşeye taşı çizgi içerisinde tutarak kaydırabilmek ise… Hala yüzümde tebessüm oluşuyor düşününce.
Gürsen Gezen’in kaleme aldığı kitap, Günışığı Kitaplığı tarafından çocuklarla buluşturulmuş. “Seke Seke Uçtu Öyküler” geç kalmış bir kitap. Ve tabi öyküler de geç kalmış öyküler. Nedenini ise şöyle açıklayayım. Yazar, 1949 Balıkesir doğumlu. Bolu Kız Öğretmen Okulu’ndaki eğitiminin ardından, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nden mezun olmuş. Uzun yıllar öğretmenlik yaşantısı ve yanında sosyal çalışmalar. Bu kitap, yazarın ilk kitabı!
Öykülerin tamamında özne çocuk. Okurken sesleri de duyabiliyorsunuz. Ve tabii ki çocuğun olduğu yerde her zaman var olan umut. Umut zaten hiç eksik olmasın yaşamımızda. Sıcak bir Ege öyküsüyle başlıyor kitap. Anlatımdaki samimiyet, içtenlik okuru yakalıyor. Ne de olsa bir eğitimcinin kaleminden dökülmüş bu satırlar. Çocuğu nasıl yakalayacağını daha iyi kim bilebilir ki? Önyargının ne denli yanlış olduğunu anlatan bir öyküyle de devam ediyor. Ki çocuk penceresinden bakıldığında önyargılı yaklaşımın çok yaygın olduğunu da görebiliyoruz. Yetişkinleri düşününce çocuklara da haksızlık yapmış oluruz ama neyse. Zaten her kitabı yetişkinler de okusun diyorum ve istiyorum. Onlar da paylarına düşeni alacaklardır çocuklarla birlikte. Öykülerin tamamı sıcak, sevecen. Fırından yeni çıkmış, peynirli poğaça misali. Anne eli değmiş gibi. Onca yılın birikimi var tabi bu kitapta. Farklı bir tadının olması da normal sanırım.
“Seke Seke Uçtu Öyküler” çocuk dünyasının özlemlerini, kırgınlıklarını da dillendiriyor. Mahalleden geçen baloncunuz var mı artık? Yok. Bu kitapta var ama! Ya da deniz olan bir kentte, denize çok yakın sayılacak bir semtte yaşayıp da denizi görmeyen çocukları gördünüz mü hiç? Bilir misiniz denizi gördükleri an o ilk şaşkın ifadelerini? O ifadeyi görünce yüzünüze gelip oturan hüzün dolu bakışları? Alıp göğsünüze bastırma isteğini duyumsadınız mı hiç? Bilmiyorsanız da yaşamayın isterim. Çünkü yaşamınız boyunca ne o duyguyu ne de o çocuğu unutamazsınız.
Bu kitap 80’lerde çocuk olmuşlar için de bir anı kitabı gibi olacaktır. Geçmişten bir kesit. Arkadaşlığın, oyunun, aile ilişkilerinin, komşuluğun renkli anıları. Ellerine tablet bilgisayarlar, akıllı telefonlar verilerek yalnızlaştırılan çocuklar yok bu kitapta. Sözünü ettiğim araçlar da yok. Yaşam var. Sadece yaşam…
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (15 Temmuz 2015)