GÖKKUŞAĞI BULDUM
Oturup ekran karşısına, iletişiminizi marka logoları üzerinden kurarken, dinler misiniz biri gelip “Gökkuşağı buldum!” dese? O zaman Tezer Özlü‘nün Çocukluğun Soğuk Geceleri kitabını okuyun.
Aranızda gri binalar var, gri basamaklar. Yağmurlar bile gri yağıyor, nedeni belli; sizsiniz. Hatırlayın, insanın içinde çok miktarda su olduğunu öğrendiğinizdeki şaşırmanızı ve sular da yükselirmiş buharlaşıp bulut olmaya, yağmur olmaya. Sizler grisiniz, sizlerden yükselen sular mahkum ediyor yine sizi Güneşsiz semalara. Gün boyu basit görsellere, logolara bakıyorsunuz ve Guy Debord’un dediği şekliyle “Gösteri Toplumu”na dahil oluyorsunuz. Diyeceklerinizi bu basit görseller, logolar üzerinden demeye çalışıyorsunuz. Fakat bunlar otomatik çağrışımlar ve bu logoların sahiplerine para getirmekten başka pek işe yaramadıkları gibi, insan insana oluşacak diyaloğu, muhabbeti de kesiyorlar. İnsanca “var olmak” yerine, logolara, nesnelere “sahip olmak” peşine düştüğünüz. Kendiniz ola ola, düşüne taşına içinizden nevi şahsınıza münhasır bir gökkuşağı çıkaracağınız yerde, Çocukluğun Soğuk Geceleri‘ndeki Almanca derslerine gelen rahibenin öğrencilerine tekrarlanmak üzere söylediği sözleri papağan gibi tekrarlıyorsunuz:
“- Ne olacaksam, eksiksiz olmak isterim!
– Ne olacaksam eksiksiz olmak isterim!”
Oysa eksiliyorsunuz. Düşünmesiz, kendinizden uzak, ezberci, adeta takıntılı, dar vakitlere gömüldüğünüzden, önünden geçtiğiniz eski dost bir sokak sizi ayak bileğinizden tutup muhabbete davet ettiğinde, en darboğaz halinizle davete icabet etmeyi reddediyorsunuz. Sonra bir ay sonra bir bakıyorsunuz, o sokak bambaşka şekilde inşa olmuş; eksiliyorsunuz. Kendinize, yaşama bir insan gibi değil de, bir robot gibi baktıkça, bu şekilde muamele ettikçe, gökkuşağı ihtimallerini öldürüp grileşiyorsunuz.
“İnce bacaklarımla aydınlık yaz günlerinde yokuşu koşuyorum… Serin esintisine doğru dalgaların…” Çocukluğun Soğuk Geceleri‘nde, Tezer Özlü’nün karakteri, soldan ikinci sokağın sağa dönen çıkmazında olan evlerinde, gökkuşağının farkındadır. İster onu insanca. O çıkmaza bir çıkar yol olsun ister gökkuşağı. Ama gridir evdeki müfettiş babasının asker halleri. Bir zamanlar yaptığı beden eğitimi öğretmenliği günlerinden kalma düdükle uyandırışı babasının onu, yine babasının öğütleri, kuralları… Gridir şurada burada kuralların belirlediği tek tip kıyafet renkleri. Gridir insanların arasında somut veya soyut halde durup, onların arasını açan gri taş merdivenler. Tüm bunlardan gitmek, gitmek, gitmek ister o, gökkuşağı, neşeli bir köprü gibi insandan insana uzansın ister tüm o griler, taşlar yerine. Fakat anlaşılmaz derdi bir türlü. Der ki: “Anlatamayacağım. Bu insanlar “Guguk Kuşu“ filmini de, Napolyon’un yaşamöyküsü filmini de, limana yanaşan beyaz bir yolcu gemisini de, vitrinlerdeki yeni sonbahar giysilerini de aynı gözlerle seyredebiliyorlarsa, elimden ne gelir?” Gökkuşağı var der o gökkuşağı, renkten, yaşamdan, insancıllıktan uzakta olanlara, ama anlamaz onlar. Çünkü “onların dünyasında iniş çıkışlar bu denli büyük değil. Onların dünyasında coşku delilik derecesine varmıyor. Onların dünyasında bunalım ölüm korkusuna, belki de ölüm isteğine dönüşmüyor. Onlar yemek yemeyi her zaman seviyor. Düzenli yemek yiyorlar. Duygusal coşkular yemek gibi beslemiyor onları. Onlar işlerine inanmış. Onlar “başkaldırmayı” savunurken, belli bir düzenin akışındaki yerlerini korumaya çalışıyorlar.” Bu rengarenkliği anlamadıkları, almadıkları gibi, bir de sinir hastanesine kapatıyorlar onu. “Nesnelere dayanmayan bir özgürlüğün mutluluğunu” kavrayamıyorlar, korku ve baskıyla yitirilen kişilikleri var. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam‘ında dediği gibi “katı katı naylon, neonların yapma gündüzü” ile yetiniyorlar. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam‘ında gri insanlar için insanlarla barışık olmaları, düşünmeleri, düş görmeleri, asık yüzlerine renk gelmesi için bir öneri de mevcuttur aslında: “Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sonra hep birden çıksınlar…”
Sözün özü, insanca yaşamayı, gerçek özgürlüğü, gökkuşağını unuttuysanız, Tezer Özlü’nün Çocukluğun Soğuk Geceleri adlı kitabı size onları hatırlatan bir kitap. İnsanca yaşamaya, gerçek özgürlüğe, gökkuşağına doğru yola çıkmaktan korkmayın. Ne demiş Turgut Uyar:
“Bilinmemiş bir yıldızın ilk yolcusuyum
Kuşlar göklerimizde kanunla uçacaksa..”
Emre Temelcan – edebiyathaber.net (11 Haziran 2012)