Taner Ay’ın yaptığını “kültürel tarih okumaları” diye tanımlıyor Orhan Tekelioğlu. Taner Ay kitapları, dergileri, gazeteleri farklı bir bakış açısıyla okuyor. İğne ile kuyu kazar gibi onlardan derlediği bilgilerin peşine düşüyor. Doğruluklarını sorguluyor. Tapu, mezarlık, vakıf kayıtlarını inceliyor. Oralardaki bilgilerle kitaplarda yazılanları karşılaştırıyor ardından da tatlı dille kaleme alıyor. Sonra da biz bu yazıları “deneme” diye okuyoruz.
Taner Ay’ın son kitabı “Edebiyatın Kadıköyü” üç ciltlik “Edebiyatın İstanbulu” dizisinin ilk cildi. Kitabın üst başlığı “Dudaklarım İsmini Anıyor Âh Kadıköylü”. Refik Fersan’ın bir bestesi. Deniz Kızı Eftalya söylermiş.
Taner Ay modaya uygun olarak kitabın girişindeki kısa biyografisinden doğum tarihini kaldıracağına doğum yerini kaldırmış. 1957’de Samsun’un Bafra ilçesinde dünyaya gelmiş, eğitimci bir anne babanın oğlu olarak onlar nereye tayin edildiyse oraya gitmiş, ilkokulu Erzincan’da okumuş. Ancak ortaokul çağlarında İstanbul’a gelebilmişler. Orta ve liseyi İstanbul’da bitirmiş, Hukuk Fakültesinde eğitim hayatını tamamlamış, onlarca yıldır da Kadıköyü’nde yaşıyor. Yani esas memleketi Kadıköyü’dür. Semtini ne kadar iyi bildiğini ise kitabı okudukça anlayacağız.
Kadıköy demiyor semtin esas ismini Kadıköyü’nü kullanıyor. Çünkü semte adını veren bir kadıdır.
“Edebiyatın Kadıköyü” kitabı deneme tarzında yazılmış bir edebiyat haritası, tarihi. Şairlerin, yazarların peşine düşüp Kadıköyü’nü sokak sokak gezdiriyor Taner Ay. Bu geziyi geçmişte, tarihin derinliklerinde yapıyor.
Bir şehrin, bir semtin edebi haritasını çıkarmak ilk bakışta kolay görünüyor ama İstanbul o kadar değişken bir şehir ki böyle bir şeye girişmek akıl kârı değil. Binalar defalarca yıkılmış, yerlerine yenileri yapılmış. Eskiden bir konak olan yerde şimdi 7-8 binalık bir site var. Sokak adları değiştirilmiş. Yetmemiş kapı numaraları da değişmiş. Yani bir kitapta, rehberde bulduğunuz adres bugün tamamen farklı. Sokak adı aynı kalmış olsa bile kapı numarası değiştiği için başka bir binaya gidip yanılacaksınız. Mucizevi bir şekilde kapı numarası da değişmemiş olsa bu kez de bulduğunuz adreste karşınıza anılardaki iki katlı ahşap bina değil 10-15 katlı bir apartman çıkacak.
Hayatımın ilk 27 yılı Kadıköy’de geçti. Kendimi bildiğim yıllarda, yani 60’ların ikinci yarısında Kadıköy ilk “kentsel dönüşümü”nü yaşıyordu. Mahallemizin, Kızıltoprak’ın tarihi köşklerinin yıkılıp yerlerine dört beş katlı apartmanlar yapılmasını, Taner Ay’ın uzun uzun anlattığı Papazın Çayırı’nın betona boğulup yok olmasını yaşadık. Bu yapılaşmayla birlikte plajlarıyla ünlü Kızıltoprak’ın denizi hızla kirlendi ve Kurbağalıdere pis kokmaya başladı ki temizlenmesi ancak 2020’lerde yani 60 yıl sonra mümkün olacaktır. Öyle içine etmişiz. Yani semtin ilk kuruluş yıllarını 1700’leri – 1800’leri anlatmak bir yana 60’lı yılları bile anlatamazsınız. Çünkü hiçbir şey kitaplarda anlatıldığı gibi değildir. O nedenle Taner Ay’ın yaptığı, Orhan Tekelioğlu’nun deyimiyle “muhitler arkeolojisi” oluyor. Kitaplarda, belgelerde derin kazılar yapmak gerekiyor. Elde edilen bilginin de doğruluğunun sınanması gerekiyor. Çünkü anılar kişiden kişiye değişen, anlattıkça farklılaşan öykülerdir. Mutlaka onları doğrulayacak belge ve bilgiler bulmanız, karşılaştırmanız gerekir.
Anıların nasıl değiştiğine, geliştiğine tipik örnek Fikret Mualla ile ilgili olarak anlatılan Suadiye Plajı anekdotu olsa gerek. Arka arkaya gelen “Bostancı’dan Mûsikî Sesleri, Suâdiye’den Fikret Mualla’nın Pardesüsü” (s.253) ve “Gün sönerken Suâdiye sâhillerinde, sevda gibi esrârlaştı sular derinde” (s. 265) bölümlerinde anekdotun değişmese de nasıl gelişip ayrıntılandığını örneklemiş Taner Ay.
“Yakup Kadri, bacadan numaralanmış Kadıköyü vapurlarına, “bizim mahallenin başlangıcı” der. Haklıydı. Sur içinden gelenler için Kadıköyü iskelede veya Kumluk’ta değil, köprüden kalkan Kadıköyü vapurunda başlıyordu” diye anlatmaya başlıyor Taner Ay. Gerçekten de Karaköy’den vapura bindiğinizde başka bir semte geçtiğinizi hissederdiniz. Farklı bir havası vardır Kadıköy vapurlarının. Eskiden, ortalık tenhayken semt ahalisiyle vapurlarda tanışırdı yeni sakinler. Çünkü kimin hangi vapurla gidip geldiği bile belliydi. Hatta hangi meslek erbabının vapurun hangi bölümünde olduğu bile bilinirdi. Örneğin 70’lerin sonunda Turhan Günay Abi ile Kadıköy – Eminönü vapurunun “ön açık” da denilen ön güvertesinde tanışmıştım. Çünkü sigara müptelası Kadıköylü gazeteci ve yazarlar orada toplanırdı.
“Edebiyatın Kadıköyü”nde Taner Ay okuru Karaköy’den vapura bindirip bir başka dünyaya Kadıköy’ün kültür tarihine sokuyor. Sonra da sokak sokak şairlerin yazarların izini sürüyor. Sık sık Ahmet Rasim’le, Nâzım Hikmet’le karşılaşıyoruz, onların yaşamlarında derinleşip bilinmedik öykülerini öğreniyorsunuz.
Kadıköy, Karaköy’den kalkan vapurda başlarsa Bostancı’da köprüde biter. Köprüyü geçince Küçükyalı’dasınızdır artık. Vapurdan Kadıköy iskelesinde inip çarşı içinden geçip Moda, Bahariye, Kızıltoprak, Fenerbahçe diye gidiyoruz ama en çok Suadiye ve Bostancı’da duruyoruz. Çünkü Taner Ay oraların çocuğudur. Özel bir Suadiye kitabı yazacak kadar malumat sahibi olduğu da yazdıklarından anlaşılıyor. Belki de kendi çocukluk yıllarını, gençlik çağlarını kaleme alması gerekiyor hatta tasarlıyor. Zira gençlik yıllarımızın birlikte geçtiği Kalamış’taki Köhne’yi birkaç satırla geçivermesi, sakinlerinin adlarını bile uzun boylu anmaması bana bunu düşündürdü. Oysa orada ne anılar vardı. Köhne’nin hemen üstündeki Todori’den Mart 2023’te çekilmiş fotoğrafa yer verse de kitapta anlatılanlar 60’lı yıllardan bu tarafa pek gelmiyor.
Biz çocukken bile, yani çok eski değil 60’larda, 70’lerde Caddebostan, Suadiye, Bostancı şahane plajları ile İstanbullular’ın sayfiye yeriydi. Yazları Şişli’den, Beşiktaş’tan buralara yazlığa gelenler çoktu. Kadıköylü’lerin sayfiyesi ise Adalar’dır. Taner Ay, Adalar’a özel bir yer ayırmış. Adalar deyince de ilk akla gelen Hüseyin Rahmi’dir. Ama her adanın kendine has simge isimleri olduğunu öğreniyor ve onların yakası açılmadık nice anısını, anekdotunu okuyoruz. Tabii Bostancı’dan ilerisini, Küçükyalı’yı, Maltepe’yi de ihmal etmemiş. Boğaz’ın Anadolu yakası sahili, Salacak’tan başlayıp Kuzguncuk, Beylerbeyi’ni hatta Ahmet Mithat’ın Beykoz’unu da konu etmiş. İyi de etmiş.
Taner Ay’ı bir denemeci olarak Salâh Birsel’e yakın buluyorum. Salâh Bey de “çok mâlûmatlı” bir yazardı. Taner Ay’ın “Edebiyatın Kadıköyü”nü okurken denemenin büyük ustasının “Salâh Bey Tarihi” adı altında yayımlanan eserlerini, Kahveler Kitabı (1975, Koza), Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu (1976, Sander), Boğaziçi Şıngır Mıngır (1980, İş Bankası Yay.), Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi (1982, İş Bankası Yay) gibi çalışmalarını anımsamamak elde değil.
Bence bir denemecide bulunması gereken en önemli özellik “üslup”tur. Yani sadece iyi bir kültür arkeoloğu olmak yetmez nasıl anlattığı da önemlidir. Salâh Birsel’in nasıl kendine has bir üslubu hatta sözcükleri, deyimleri varsa Taner Ay’ın da var. Taner Ay da kendi dil anlayışıyla sözcüklerin belini kırıyor. Hem akıcı hem de lezzetli bir anlatımı var.
Taner Ay deneme yazıyor ama baştan beri yinelediğim gibi esas işi “kültürel tarih okumaları” ile derleyip kendi anlayışı ile yeniden bir araya getirdiği bilgileri okura iletmek. Böylece de yanlış yazılan tarihi bilgileri düzeltmek. Bu yanıyla da bir tarih çalışması yapıyor. Zaten bir tarihçi titizliği ile çalıştığını nasıl iz sürdüğünü, bilgilerin sahihliğini nasıl denetlemeye çalıştığını da biliyoruz.
Deneme türünün önemli sorunu kaynak vermeye uygun olmaması. Yani deneme dipnotu, alıntıyı, açıklamayı kaldırmaz. Akış bozulur, üslup bozulur metin denemeden araştırmaya kayar. Yani tadı kaçar. Ama benim gibi obsesifler metinle yetinmez “acaba bunu hangi kaynaktan almış” diye merak eder. Bu tür deneme kitaplarının sonuna bir kaynaklar listesi konulsa sorunu büyük ölçüde çözer diye düşünüyorum.
Taner Ay yeri geldikçe kaynaklarından söz ediyor, ötesini yapması dediğim gibi metni bozar. Buna da kendince bir çözüm bulmuş. Kaynaklarından bazılarının görsellerini paylaşmış. Usta grafiker dostumuz Besim Dalgıç da bunları yazar fotoğrafları ile zenginleştirmiş. “Edebiyatın Kadıköyü” gördüğüm en çok görsele sahip kitaplardan. Görsel olmayan sayfa yok gibi. Besim Dalgıç ayrıca bölüm başlarına tam sayfalık girişler ve sözü geçen yazarların görselleri ve kitap kapaklarıyla kolajlar yapmış. Meraklısı için büyük bir görsel ziyafet. Şair ve yazarların, ailelerinin ilk defa gördüğümüz birçok fotoğrafı var kitapta. Ama, bence grafik tasarımda tam adını koyamadığım bir sıkıntı var. Sanki büyük boy, kuşe kâğıda, dört renkli basılacak bir prestij kitap için yapılan tasarım, normal kitap boyunda, 3. Hamur kâğıda, tek renk baskıda kullanılmış. Bazı fotoğraflar o kadar küçük ki “pul” bile diyemiyorum.
Matbaacı için büyük bir sınav böyle bir kitabı basmak. Maalesef geçer not alamıyor Çınar Matbaacılık. Grafik tasarıma verilen büyük emek baskıda kaybolmuş, görünmez olmuş, en azından büyük değer kaybetmiş. Belki de kitabın bir sergisini yapmak gerekiyor Besim Dalgıç’ın emeğinin sonuçlarını tam olarak görebilmek için. Kadıköy Belediyesi Kültür Dairesi bu işe bir el atsa, Ötüken Neşriyat’la işbirliği yapıp bir sergi açsa, o serginin kataloğunu bassa ne güzel olurdu.
“Edebiyatın Kadıköyü”nü edebi tat alarak, iyi deneme okumanın keyfiyle ve çok şey öğrenerek, anılarımı tazeleyerek okudum. Sadece Kadıköy’ün kültürel tarihini merak edenler için değil, Türk edebiyatını oluşturan belli başlı şair ve yazarların yaşamlarının bilinmeyen ayrıntılarını, anılarını, anekdotlarını öğrenmek, onları iyice tanımak isteyenler için de okunması gereken bir eser. Çünkü şair, yazar ve gazetecilerin çalıştıkları yer Cağaloğlu, eğlendikleri yer Beyoğlu ise Kadıköy de yaşadıkları semt olmuş. Hâlâ da öyle.
- “Edebiyatın Kadıköyü”, Taner Ay, Ötüken Neşriyat, Kasım 2023.