Bir metni farklı farklı duyguları bir araya getirerek örmek önemli diye düşünüyorum. Bu şekilde insan varlığının çoğulluğu da ortaya konmuş oluyor. Çünkü kederi, neşeyi, umudu, umutsuzluğu bir arada var etmek hem türümüzün varlığının değişkenliğini hatırlatıyor hem de tekliği kırıyor. Buna bir de farklı yaşamların, grupların, türlerin varlığı eklenince ortaya çoksesli bir metin çıkıyor. Çok sesli bir metin içerisinde hüzün barındırsa da neşeyi çağırıyor. Çünkü eşit biraradalık hissini de hatırlatıyor ve bu duygu hâlâ bize umut veren bir yan barındırıyor.
İlk duyulduğu andan beri okurları olarak merakla beklediğimiz Pınar Selek’in “Cümbüşçü Karıncalar” romanının ben de yarattığı ilk etki bu oldu; birbirine karışan, eklenen, çoğaltan ayrı ayrı sesler. Müzisyenler, sürgünler, hayvanlar, tohumlar, otlar, çiçekler, direnmeler, vazgeçişler, keder, neşe… Selek’in metni bizi hem karakterlerin çoklu sesi hem de duyguların çoklu yankısı ile buluşturuyor. İçinize denizin mavisi, gökyüzünün grisi aynı anda doluyor. Ayrıca metinde hep varlığını gösteren direnmeye dair olabilirlik hissi bizi unuttuğumuz veya unutturulmaya çalışılan ortaklıklara davet ediyor. Dünya iyi bir yer değil, hayatı değiştirmek için çok büyük çabalar gerekiyor diye dertlenmelerimiz kitap boyu bize gösterilen mikro alanlarda direnmenin imkânıyla tekrar umudu hatırlatıyor. Şarkılı bir kitap “Cümbüşçü Karıncalar” örneğin; okurken, bir Cohen şarkısının dünyanın neresinde olursanız olun ortak duyguları çağırabildiğini fark ediyorsunuz. Kitabın karakterleriyle girdiğiniz duygu ortaklığı böylece sizi de içine alıyor. Karşılaşma hissi gerçeğe dönüşüyor, etkileniyorsunuz onlarla birlikte bazen neşeyi bazen kederi çağırıyorsunuz.
Pınar Selek’in hikâyesinin karakterleri bana Berger’in yetimler ittifakını hatırlattı. Şöyle diyordu ya; “Gizli bir yetimler ittifakı öneririm. Birbirimize göz kırparız. Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikâyeler paylaşırız.”[1] Pınar Selek ve kitabının kahramanları da bu ittifakın parçaları bana göre. Dünyanın tüm pisliğine rağmen hayata masal tadı katan, gerçekliğin farkında olup, yine de dünyayı daha iyi bir yer hâline getirmek için hikâyeyi devam ettiren, belleğimizde yer etmiş direnmelerin şarkısını sürdüren, ütopyayı geleceğe ertelemeyip karınca misali, hayatı yaşanır kılmak için kapitalist şirketlere, devletlere, sınırlara direnen, aşkı çoğul bedenlerle, kategorilere hapsetmeden yaşayan, bize başkanın mümkünlüğünü hatırlatan karakterler. Selek’in başkarakteri olarak gösterebileceğimiz isim Azucena olmasına rağmen yazar kitap boyunca vurguladığı, her anlamda eşitliğe gönderme yaparcasına, karakterlerin hepsini başkahraman gibi yaratmış. Bu nedenle birini diğerine önceleyemiyorsunuz, her karakterin hikâyesi metnin bütününde diğeri kadar önemli. Sadece insan türüne ait karakterler için değil, hayvanlar için de bunu söyleyebiliriz.
“Cümbüşçü Karıncalar”ın en belirleyici noktalarından birisi de türlerin eşitçe kardeşliği. Yazar kitap boyunca tohumun, hayvanın ve insanın hakkını eşit şekilde gözeterek dünyanın iyi bir yer olmasının olasılığının buna bağlı olduğunu vurguluyor. Kitapta köpekleri tasmalı bir yaşamdan kurtarmak için kurulan gizli bir örgüt bile var. “Cümbüşçü Karıncalar” ütopya olarak düşündüğümüzü mümkün kılan bir kitap bu nedenle. Dayanışmanın zarifliğini, yaşamın küçük küçük direnme ağlarıyla yeniden umutla örülebileceğini anımsatıyor. Kapitalizmin ve devletlerin karşısına işgal evlerini, küçük kooperatifleri, sendikaları koyuyor. Kitaptaki şu konuda bu açıdan önemli, Azucena ninesinden kalan mirası dedesinin ve ninesinin anarşizan bakışı nedeniyle anarşist bir örgütlenme olan CNT’ye bağışlamaya karar veriyor, arkadaşı Siranouche biraz endişeli çünkü onun bildiği siyasi örgütlerde, “gençlik, kadın, öğrenci, avukat” gibi kollar varken, Azucena’nın bağış yapmak istediği gruplar; İki tanesi koro dördü sepet işiyle uğraşıyor, ikisi bisiklet tamir ediyor, biri evsizlerle, en çok da göçmenlerle ilgileniyor, öbürü ha bire bir binadan kovulup yeni bir yer işgal ediyor, diğeri bilmem hangi şehirdeki havaalanı projesine karşı mücadele ediyor. Bir de inekleri, koyunları kesilmekten kurtarmaya çalışanlar var.” Siranouche’nin şaşkınlıkla karşıladığı ve Selek’in anlatısına taşıdığı bu gruplar aslında bize çok şey söylüyor, dünyayı bütün olarak kurtarmanın zorluğundan sızlanmaktansa farklı farklı direniş alanlarında başka başka dünyalar olabildiğini, sesimizi, soluğumuzu, neşemizi, kederimizi birbirine ekleyerek direnmenin yolunu bulabileceğimizi. Çünkü dünya tekil bir yer değil herkes kendi dünyası için elini taşın altına koyarsa ortaya hem öznenin kendini var edebildiği hem de hayalindeki dünyayı yaratabildiği yaşam alanları ortaya çıkar. Bu anlamda Selek’in kitabı anarşizan bir gönüllülük perspektifi sunuyor ütopyanın illa “kusursuz”, “ideal” olana ulaşmak olmadığını şimdi şu anda gönüllü olursak bir şeyleri değiştirebileceğimizi anımsatıyor. Ve İspanya iç savaşında direnen anarşistlerin belleğini taşıyıp, üzerimize direnç serpiyor. Çünkü Azucena’nın bu gruplara bağış yapmak istemesinin sebebi kendi cümleleriyle şöyle; “İspanya İç Savaşı’ndan önceki şarkıları kim söylemeye devam ediyorsa onlara…”
Selek’in metninin en belirgin duygularından birisi de sürgünlük. Karakterlerin bir şekilde asıl memleketlerinden kopmak zorunda kaldıklarına tanık oluyoruz anlatı boyunca. Bu nedenle birçoğunda yersiz yurtsuzluk ve köksüzlük duygusu hâkim. Kitapta geçen “beni kendi ülkemde yabancı ettiniz” cümlesi bununla ilişkilenirken okuru da bu hissin içerisine sokuyor. Kitabın en temel metaforlarından birisinin tren ve istasyon olmasının da bununla ilişkili olabileceğini düşünüyorum. Bir göçmen için yaşam yerleşiklik duygusunu hiç hissedememek anlamına geliyor ve bir yere ait olamama duygusunu en iyi yansıtan yolun kitabın önemli imgelerinden birisi olması tesadüf değil bence bu nedenle.
“Cümbüşçü Karıncalar”da Pınar Selek bizi başkanın mümkünlüğüyle buluşturuyor. Ama hayatın sadece sevinçli yanlarını değil, üzen yanlarını da gösteriyor. Çünkü zaten hayat tekil bir şey değil sadece üzüntü veya sadece mutluluk içermiyor. Dünya kötü bir yer ama karınca misali çabalayanlar, küçük küçük çoğaltanlar, şarkıyı devam ettirenler var. Çünkü karıncaların cüssesi küçük ama yaratımları denizler ve nehirler kadar. Galeano’nun “Su” adlı hikâyesinde anlattığı gibi; “Zamanların başlangıcında karıncanın beli bu kadar ince değildi… Karınca yuvarlacıktı ve içi su doluydu. Ama tanrı dünyayı ıslatmayı unutmuştu. Şaşkınlığını fark edince ondan yardım istedi ama karınca reddetti. O zaman, tanrının parmakları karıncanın karnını sıktı. İşte böyle doğdu yedi deniz ve bütün nehirler.” [2]
Emek Erez – edebiyathaber.net (28 Mayıs 2018)
[1] Berger, J., (2016), “Hoşbeş”, (Çev. Aslı Biçen, Beril Eyüboğlu, Oğuz Tecimen), s.27 İstanbul: Metis.
[2] Galeano, E., (2018), “Zamanın Ağızları”, (Çev. Bülent Kale), s. 75, İstanbul: Sel Yayıncılık.