
Çocukluğumdan bu yana kolumun altında kapakları avucumun teriyle yıpranmış, sayfaları tükenmez kalem izleriyle lekelenmiş çeşit çeşit defterler taşıdım. Acaba bugün ne yazsam diye düşünürdüm. Defterin kenar çizgileri düşüncemin sessiz bekçileri gibi sayfanın sınırlarını korurdu. Kelimelerin evreni narindi. Kenara not almak, kenar süsü yapmak sanki o kırılgan dünyanın yok olup gitmesini engellemek içindi. Kalemi özenle kavradım, latif cümlelerin sonsuza kalacağına inanmayı seçtim. Durmadan yazdım, ders kitaplarımın boşluklarına, çöpe attığım notların arkasına, kâğıdın olmadığı anlarda zihnimin solgun duvarlarına, şimdilerde bilgisayar ekranına, kimi zaman da suya.
Leonardo da Vinci için yeryüzünün nabzı su, kıvrılarak manzaraları şekillendiren, yaşamı besleyen ve öfkelendiğinde dünyaları silip süpüren huzursuz bir kuvvetmiş. Arno nehrinin yönünü değiştirme planı Leonardo’nun projesiymiş. Floransa ile Pisa arasındaki anlaşmazlığı teknolojiyle çözmeyi düşünmüş. Defterlerinin girdaplarla, çağlayan şelaleler ve dans eden sessiz dalgaların çizimleriyle dolu olduğunu hayal ederim. Sık sık Borges ustayı anımsar, zamanın bizi şekillendiren öz olduğunu hissederim. Efsunlu cümleler zihnin derinliklerinden süzülen vahşi nehirleri ehlileştirirken dizginlenemeyen kelimelerin deviniminden koca koca evrenler doğabilir. Bazen yazar hikâye anlatmak için yola çıkar, yarı yolda imgeler değişebilir. Cebimde kitaplarını taşıdığım büyük yazarlar benzer cümleleri kulağıma fısıldar. Aslında gaipten gelen seslerdir bunlar.
Hayat yolculuğunun tam ortasında Dante kendini karanlık bir ormanda kaybolmuş bulur. Apaçık görünen yol çoktan silinmiş, bilinmeze karışmıştır. Arno nehri Dante’nin hayal gücünü de yansıtır.
“Nel mezzo del cammin di nostra vita
mi ritrovai per una selva oscura”
Varoluşun eşiğinde her adım tıpkı Cahit Sıtkı’nın dizelerinde olduğu gibi ruhun derin hakikatleriyle yüzleşmeyi gerektirir.
“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.”
Orta yaş elli yoksa altmış mıdır? Önemi var mı diye kendime sorarım. Her yeni yaş muhtemelen başka içsel yolculuğun, kendini tekrar tasarlamanın da başlangıcıdır. Cahit Sıtkı için otuz beş yaş ölümlülüğe dokunur, dizeleri, geçip giden gençliğin hüznünü, her doğan günün dert olduğu bilincini taşırken, Dante bu eşiği sonsuzluğa açılan kapıya dönüştürür. Ve orada Beatrice bekler. Dizeleri sanki zamansızlığa doğru kanatlanır, Beatrice’ın ışığı gölgeleri eriterek cennette yol gösterir. Şiir uyanışla başlar.
“Mi ritrovai per una selva oscura”. (Kendimi karanlık bir ormanda buldum).
Özlemle tamamlanmışlık arasındaki sessizlik, ne azabın ne de mutluluğun hüküm sürdüğü uçsuz bucaksız alacakaranlıkta ruhların iç çekişleri. İnsan bazen limboya düşer. Bir kararın eşiğinde, zor bir duygunun sınırında, ne tam anlamıyla içinde ne de tamamen dışında. Aeneid Roma destanıysa İlahi Komedya da ruhun destanı. Her adım Virgil’in (Vergilius) dizeleriyle döşenmiştir sanki. Dante’nin yolu Aeneis’in omurgasına kazınmıştır. İlahi Komedya’yı okuyup anlamak uzun zaman alacak gibi.
Beatrice daima olduğu yaştadır, tam yirmi dört yaşında. Dante’nin yolunu aydınlatan hakikatin özüne giden yolun kendisidir. Vergilius’un akılla vardığı eşiği Beatrice’in ışığıyla aşar Dante. Virgil ve Beatrice onun hayatında, aşkınlığı, kefareti, epifaniyi ortaya çıkaran derin anlamlar. Sözün yolculuğuna çıkar yazar.
Sevgili potansiyel okur şimdi senin gönlünde
bir nehir gibi akmak ister o sözler,
hem Haşim’in sisli sabahlarından,
hem Yunus’un yalın duasından geçer.
Elena Ferrante yazmayla ilgili ilk anılarının ilkokulda kullandığı defterlere dayandığını söyler. Hem sayfadaki kırmızı çizgilerin temsil ettiği disiplinin gölgesinde hem de yazının içindeki özgürlük arayışında ilerlediğini yazar. Çizgilerin zamanla onun için içselleştirilmiş bir denetim biçimine dönüştüğünü, yıllardır o tür kâğıtları kullanmamış olsa da hâlâ dikey kırmızı çizginin gerilimini hissettiğini anlatır. O sayfalarda yeniden kelimelere bekçilik yapan kenar süslerime dönerim. Ferrante Yazmanın ve Okumanın Zevki Üzerine Sohbetler’in son denemesini de ozan Dante’ye ayırmış.
Floransa’nın dar sokaklarında yürürken bir tabela çıktı karşıma. Museo Casa di Dante. Müze evdeki kitaplıkta İlahi Komedya’nın 49 dil ve 22 diyalekte çevrilmiş nüshaları yan yana dizilmiş. Elbette gözüm Türkçe çevirilerine takıldı. “İnsan hayatı bir savaştır” demiş Dante. Sessiz, derin ve bitmek bilmeyen bir iç çarpışma. İnsan kendi iç mücadelesini doğru bir akıl yürütmeyle, keskin sorularla, duygularını düşünceleriyle harmanlayarak verebilir.
Araştırmalara göre Dante’nin şiir evreninde sıkça karşımıza çıkan bayılma anları, bellek boşlukları, ani uykuya geçişler ya da düşsel hâller sıradan fizyolojik tepkilerden çok daha fazlasını ima eder. Bu hâller çoğunlukla büyük bir duygusal sarsıntının, özellikle de ilahi bir figür hâline gelen Beatrice Portinari’nin zuhuru ile tetiklenirmiş. İlahi Komedya’da kurtuluşun sembolü olarak yer alan Beatrice, La Vita Nuova’da (Yeni Hayat) Dante’nin içsel dönüşümünün merkezine yerleşmiş. Kara Kitap’ta Galip’in Celal’in gölgesinde sürdürdüğü kimlik arayışı, hakikatin bir metinde, bir yüzün ardında ya da bir hikâyenin içinde bulunamayacağını anlatır. Dante’yi düşününce Orhan Pamuk’un Kara Kitap’taki sembollerine sanki biraz daha yaklaşırım. Seslerle imgeler birbirine karışır. Her satırda bir başkasını ararken kendimle karşılaşır, o anda metnin tam ortasında epifani anlarını deneyimlediğimi sanırım. Zamanla insan yazmanın karanlık bir ormanda yol almaya benzediğini, tanıdık gölgeler içinde eriyerek yalnızca kelimelerle yolunu açacağını, kimi zaman yönünü kaybetmenin dehşetini, yazamadıklarının sızısını, yazdıklarının görünmez olabileceğini, bazen de görmezden gelinebileceğini öğreniyor.
Yazmak bizi dünyadan uzaklaştırmıyor, köklerimizi toprağa bağlıyor. Başka yazarların bıraktıkları boşluklara kendi hayallerimizi usulca iliştiriyoruz. Ama ne zaman bir anlığına dursak nedeni aynı oluyor. Mürekkep kenar çizgisini aştığında dile getiremediklerimizin usulca sayfanın bütününe yayılıverdiğini fark ediyoruz.
Zihnimizde belki de Bruegel’in resimlediği devasa Babil kulesiyle Dante’nin sembolik cehennemi kesişiyor. Kibirle cezanın derin simgesel yansımasına dönüyoruz. İşçiler kuleyi inatla yükseltmeye çalışıyor, oysa kule medeniyetin ilahi güce meydan okuma arzusunun kaçınılmaz sonunu simgeliyor. Dante’nin cehennemiyse adeta kibirli bireyin içsel çöküşüne tanıklık ediyor.
Verona’da yaşamayı seçen Tim Parks İtalya’yı ve İtalyan karakterini anlamak istiyorsak işe tren bilet sistemini çözmeye çalışarak ya da Venedik Santa Lucia, Roma Termini gibi istasyonlardaki anonsları dinleyerek başlayabileyeceğimizi önermiş. A Literary Tour of İtaly kitabının girişinde şu cümleyi dile getirmiş. “İtalya’da en az on yıl geçirmiştim ki nihayet Boccaccio ile Dante’yi orijinal dillerinde okuyabildim.” Hatta kitabın ilk bölümünü o da Dante’ye ayırmış. Virgil’in söylediği gibi Dante daha büyük bir bilgiye ulaşmak üzere cehennemin içinden geçirilir. “Her yeni dehşet ortaya çıktığında onu anlamamız gerekir” demiş, Parks (s:16). İlahi Komedya’nın bize bir alegori olarak sunulduğunu vurgulamış.
Sanat hayatı bağırarak anlatmaz, alegorilerle fısıldar. Hakikat çoğu zaman en karanlık imgelerin arasından süzülerek gelir. Okur bu karanlığın içinden geçerken yalnızca başkalarını değil kendi iç sesini de işitebilir. Dante’nin dizeleri kulaklarda çınlar yine.
“Ey bana yol gösteren ozan,
bu çetin yolculuğa çıkartmadan önce beni,
bak bakalım erdemlerim yeterli mi.”
Kaynaklar
1. Alighieri, Dante. İlahi Komedya: Cehennem, Araf, Cennet. Çevirmen. Rekin Teksoy, Oğlak Yayınları, 2024.
2.Ferrante, Elena. In the Margins: On the Pleasures of Reading and Writing. Translated by Ann Goldstein, Europa Editions, 2022.
3. Parks, Tim. A Literary Tour of İtaly. Alma Books, 2015.
4. Mula, Marco. “Epilepsy in Dante’s Poetry.” Epilepsy & Behavior, vol. 57, 2016, pp. 251–254.
edebiyathaber.net (18 Nisan 2025)