John Steinbeck’in hangi yapıtını okursak okuyalım doğadan ayrı olmadığımızı, aksine bir parçası olduğumuzu ve bu doğanın içinde yaşadığımızı üstüne basa basa anımsatır, hatta bağırır. Ancak bu doğayla bütünleşerek, onu her yönüyle görerek (kabul ederek demiyorum) var olabileceğimizi, umutsuzluktan kurtulabileceğimizi fısıldar. Doğa belki görünen kısmıyla acımasızdır bazen, av avcı ilişkisi hiç de az şiddet içermez sonuçta, ancak Steinbeck, yine de doğayı tanımak yararınızadır der, yapıtlarında bunu bariz bir şekilde görebiliriz.
Steinbeck’in hemen hemen tüm yapıtları bir doğa tasviriyle başlar. Fareler ve İnsanlar’da da öyle: Nehir, güneş, ışık, dağ, parıltılar, göl, yemyeşil söğütler, kumlu toprak, kertenkeleler, tavşanlar, vesaire. Yapıtın son bölümü de yine benzer bir doğa tasviriyle başlar, ama bu defa ek olarak: “Bir su yılanı periskopu andıran kafasını bir o yana bir bu yana çevirerek gölün üstünde yumuşakça kaydı, sonra gölü boydan boya geçip sığ yerde hareketsiz duran balıkçılın bacaklarına yaklaştı. Sessiz bir baş ve gaga, mızrak gibi daldı suya ve yılanı kafasından yakalayıverdi; kuyruğunu delice savurup duran yılan gaganın derinliklerinde kayboldu.” Hikâye bitmek üzeredir burada, taşlar yerine birer birer konuluyordur. Yaşam mücadelesinde av ya da avcı olmak bir şekilde değişmez kaderimizdir, en azından Steinbeck’in dünyası böyle acımasızdır ya da öyle olduğuna inanmamızı ister.
Oldukça zeki olan George ile zihinsel özürlü Lennie bize tersyüz edilmiş bir Don Quijote ile Sancho Panza ikilisini anımsatsa da ilk başlarda, yine de şunun kesinlikle farkına varırız: Steinbeck’in hikâyesi hiç de komik değil. Çiftlik sahibi ve sorunlu oğlunun dışındakilerin hepsi umutsuz bir düşün peşindeler ya da onlar için umutsuz görünüyor; tabii burada umutsuz olan karakterler, okur değil.
Yapıtta geçen Curley’in genç ve aşırı çekici karısı ilkin başa bela, tehlike bulaştıran biri olarak ortaya çıksa da hikâye ilerledikçe onun da diğer işçilerden kalır yanı olmadığını yavaş yavaş anlamaya başlarız, her biri vahşi hayatın ya da doğanın birer parçasıdır sadece. Kentin sosyal çevresinin içinden alınıp yerleşik yerlerden uzakta bir çiftlikte kocası tarafından adeta tutsak edilmeye çalışılıyor. Tek suçu ise güzel ve çekici olmaktır, daha doğrusu arzuları fokur fokur fokurdayan onlarca erkeğin arasında yaşamak zorunda kalan bir kadın olmaktır.
Steinbeck’in bu yapıtında neredeyse herkes birbirine yabancıdır ve bir şekilde gelecek olan her türlü temastan kaçınmaya çalışılır; belki de tek istisna bu teması kurmaya çalıştığı için Sürtük diye adlandırılan ve uzak durulan Curley’in karısıdır. Zihinsel özürlü Lennie’ninki ise belki daha masum, ama sonuç her defasında felakettir. Curley’in karısının bir adı bile yoktur, varsa da yapıtta geçmez, zira onun da diğerleri gibi bir patronu ya da bir sahibi var, asıl kabul gören de budur.
Sürtük’ün acısı canımı hepsininkinden daha çok acıttı desem yalan demiş olmam, kulübesinde yatıp kalkarak ötekileştirilen zenci Crooks’tan ya da her yeri kokutan ve işe yaramaz diye öldürülen yaşlı köpeğin ve köpeğiyle özdeşleşen yaşlı Candy’den de daha fazla. Çiftlikteki her biri ekmeğinden olmamak için Sürtük dedikleri bu kadından uzak durmaya çalışır, ancak kadın bu koca dünyada yalnızdır, zihinsel özürlü Lennie’den de daha fazla. Evet yapayalnızdır Curley’in karısı, tek derdi yumruklarının bıraktığı etkiyi görmek için yanıp tutuşan kocasından da tiksinmektedir ve arzu ettiği kısa bir sohbeti zihinsel özürlü Lennie’ninki bile ona çok görülür.
Fareler ve İnsanlar düşlerinin peşinde çaresizce çırpınan işçilerin, temas kurma ve sevme arzusuyla kıvranan insanların dramı.
Sonuç olarak Steinbeck bize şunu diyor: İşverenlerimiz, onlar rahatça arzu ettikleri hayatı yaşayıp ihtiraslarının peşinde koşabilmeleri için bizi yanlarında tutmaya çalışacaklardır ve kurdukları bu düzenlerinin yıkılmasını asla istemeyeceklerdir. Birbirini anlamanın, güvenmenin, temasın ve iletişimin bu kadar zor olduğu bir dünyada; bu zindandan kurtulmanın, yaşam mücadelesinde hayatlarımızı ve geleceğimizi güvence altına almanın tek yolu ise birlikte hareket etmekte geçtiğidir, ancak bu şekilde düşlerimize kavuşabiliriz. Yine de sorunlu işverenlerimiz bizi bu amacımızdan alıkoymak için ellerinden geleni yapacaklardır, birlikte hareket etmeyip sorumsuzca davranırsak sonumuz bir şekilde Sürtük’ünki ya da Lennie’ninki kadar trajik biter ya da işe yaramaz bir paçavra gibi dışarıya atılacağımız günü bekleyerek geçireceğiz, bu yapıtın doğasından öğrendiğim de budur.
Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (15 Ağustos 2019)