Dağılır gökyüzünde sesin | Feridun Andaç

Aralık 27, 2016

Dağılır gökyüzünde sesin | Feridun Andaç

feridun andac 10.tif“Ben bir geceyim, sen bir aysın madem,

Gökyüzünde bensiz gitme, istemem.”

Mevlânâ/A.Kadir

Bir çınıltı ötedesiniz. Geceniz gece değil.

Tanımlanmış sözlerin duldasında her bakış.

Şimdi, nafile deyip geçmenin mevsimindeyiz madem; hadi, unutun kurduğunuz bütün sözcükleri. Alt alta yazıp bir alfabe oluşturun yeniden.

ZAMAN ve ACI arasına ince bir çizgi çekin.

Ne söylerseniz bir eksiktir sonrası için. Ama sondan başlayın yazmaya gene de!

Olsun, bırak diğerlerini yazmayı; nasılsa her rüzgâr kendi sesinde yalnız; varınca bendine, bulur hecesini.

Otur bir karşılaşma öyküsü yaz önce. Örneğin; imkânsızı anlatan bir duvarı betimle. Kafdağı öykülerini unut. Kendi sesinden ses üreten ebabile de dönüşme. Bir kuyunun başında dur ama; bunun arayışını yaz önce, vardığında da oraya, yüksünme, o taş kapağı var gücünde it, açılan boşluktan sudaki suretine bak.

img_1746
Ressam: Zeycan Alkış

Kendi sesinde yalnız Şair’i hatırla o ân. Onun “Yüreğin Yaban Argosu” şiirini oku sessizce. Ama şunu da fısılda o “cahil su”ya:

“Bir çocuktun sen parıltılar yaratacaktın düzensizliğinden

Bunun için belki de

Masmavi bir örtü gibi bırakarak gölgeni

Geçtin resim çeken söğütlerin içinden.” (Cemal Süreya)

Unut adını, hatırlama da; sil sesli harflerini, sana kalan bir sayı nasılsa: ML

Eski çağ dervişi gibi yola düşmeye gerek yok.

Öyküne kaldığın yerden devam et: Kuyu seni çağırır, göz seğirmelerinin aldanışına kapılma. Ama bakışlarını da o yanılsamadan ayırma. Unut masalları, kırk kapının kırk gizini sana taşıyacak perinin elindeki anahtarlara güvenme. Ama meraklarından da vazgeçme; uçurum dedikleri merak sonrası hayattır bunu da yaz bir kenara. Başdönmelerine de aldanma, nasılsa popüler olan her şey kendi zehrini taşıyor içinde.

Kaldığın yerdeki sese dön. Yaz öykünü.

Demem o ki; sesini sınayarak git. Örneğin; bir şiir oku dolunaya karşı, seslice. O gümüş sesli ozan karşılar seni:

“Ne sen, ne ben

hazır değiliz

karşılaşmaya.

Biliyorsun nedenini.

Öyle sevdim ki onu!

Bu izden git.

Ellerim delinmiş

çivilerinden.

Görmüyor musun nasıl

nasıl da yitiriyorum kanımı?

Geriye bakma sakın,

yavaşça yürü,

ve dua et bencileyin

San Gaetan’a.

Ne sen, ne ben nasıl olsa,

hazır değiliz

karşılaşmaya.” (Lorca/Sabri Altınel, “Karşılaşma”)

Dönüp önceden yazdığını oku yeniden…

***                                                                                                 

pina-1
Ressam: Zeycan Alkış

Hangi söz sizi çağırır günsüz geceye, adsız mevsime. Bilinmezlik burcunda bir zaman bakışındasınız her birinde. Kendi gecesini, mevsimini yaratan bir cansınız.

Giden gözün yolcususunuz elbette. Derledikçe gören, sezdikçe de bakansınız.

Güneşin aydınlatamadığı, ayın gölgeleyemediği yerdesiniz.

Size sitem günü karartmak, hiç kimsenin kimsesi olmaktır.

Yeğin olmasa da söz aramızda, her bakışınızın oradan geçtiği bilinendir.

Yaşadıkça hissedilen, gidildikçe keşfedilen bir kıtasınız.

Orada, bir düş ülkesi yaratma alevini taşıyansınız üstelik.

Düşsellik ötesi bir bakıştasınız, zamanın duldasındaki her söz nafiledir; çünkü mutlak gerçeklik sizin imgenizdir.

Bütün kitapları, defterleri yakın; yazılmış bütün sözcükleri silin hanenizden; geriye ne kalır bu bakıştan derseniz; gidilemeyen, umursamadığınız bir kara parçasına yolculuk özleyişi! Bir de, sözün kavmine varma düşü, yani söz söze konuşmak…

Kâhinlere gitmeye gerek yok; herkes kendi menzilinin ışığını kendi alevinden alır.

Bir güle diken olabilmek için, ağacının etrafını gözleri kapalı üç kez dönmek gerektiğini söyleyen dervişlerin dediklerine inanırım ama.

Son adımda ilk diken sağ gözüne, ikincisi sol gözüne, sonuncusu da kalbine batarmış.

Seven birine; “ölmeyecek kadar yaralı,” demeleri de bundanmış…

***

Bil ki, geceye akıp duran yıldızlar ömrün eksiltmeleri değil; imkânsıza tutulanların göz seğirmeleriymiş. Çünkü, der ya Derviş; ağlama ki, kimse ardından demesin göz pınarları kuruduğu için gözlerine perde indi…

Varsın öyle anlasınlar, aldırma sen! Kral Lear de gözlerine mil çekilince dememiş miydi; “şimdi görüyorum işte…”

***

Ve öyküne kaldığın yerden devam et:

Dağılır gökyüzünde yüzün, ama sesin kalacak son nefesime kadar. Böyle anlatan olmak istememiştin hiç. Gene de zamanın divanesi olmaktansa, bir güle diken olmayı seçmiştin. Her adımda kanayanı hissederek üstelik…

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (27 Aralık 2016)

Yorum yapın