“Anlatmak da yetmezdi, insanın yaşaması
gerekiyordu bunu.”
I./
Sesimi al taşı, kaldır yabanlığı aramızdan. Bu ötelenmiş sevinç adağı değil bil bunu da. Gitmeyi seçen gözün yolculuğundayız madem, taşı sesinin çınıltısını sesime.
Evet, siz yola bense dağın ucundaki zirveye gitmeyi seçtik.
Bırakıp gitmeyi öğrettin madem, susmalı mıyız şimdi ikimiz de… Sonra, bu ıssızlık niye, demeden soldurmalı mıyız gözlerimizi yoksa yarattığımız zamanın gölgesinde.
Öyleyse, avut beni gecende; sessizliğe dokunan gözlerinde.
Bilirsin, kirli savaş her yerde; evde, işte, aşkta, sokakta, yaban dilde…
Duyguda öldür arzularını. Sına işte o nedenle savaşa karşı direncini.
Nafile söze gitme, birinin yaban ışığını yoluna düşürmesini bekleme. Gitme, madem iki sözcüğü yan yana getirdin; “gönül avcısı” dedin madem, gitme.
Yaralı keklik nerede, ceylanlar ve geyikler hangi dağın ardında söyle. O dağdağalı hayatın aynasında yok bunlar. İsyan gülü gibi geziniyorlar ortalıkta. Birer sırtlan gibi de sırıtarak satıyorlar yurtlarının geleceğini. Canı candan ayırmanın ulufesini almışlardır çil çil. Şimdi sözüm ona dil bekçisi her biri.
II./
Şehvetin gözlerinde, ellerin masum. Kansız ölümler çoğalıyor içimizde, kimsenin ne duyduğu ne gördüğü var.
Hadi, dağlara döndüm. Gel ışıt yolumuzu. Bu yangını söndür yaktığın gibi. Madem iğdiş edilmiş en masum duygular bu savaş çağında, gel kaldır bu kuşatmayı aramızdan. Elem çadırları kurmayı bırak. Bil ki yoksunluk hırkası taşınmıyor öyle. Vazgeç “bana ağıtlar gerek” demekten. Avuntusuz söz uçurum. Hazırla kendini yeni bir sabaha, biliyorsun ki dilin sonsuzluk cengi değil şu edilen sözler:
“Aşk perdede saz çalıyor.
Bu ahengi işitecek âşık nerede.
Her zaman başka nağme çalar.
Her nefes bir mızrap taganni eder.
Bütün âlem nağmesinin sadasıdır.
Sonsuz olarak ardı arası kesilmeyen
Bir sadayı kim işitmiştir
Onun sırrı cihanda açığa düştü.
Sadanın kendisi sırrı nasıl muhafaza eder.” (Fahrüddin-i Irakî/Saffet Yetkin)
Dilinde ezgilediğin bir türkü ise, başka bir uğunuşun nidası: “ Öyle ağırım ki kendime, sen benden gittin gideli…”
Öyleyse gitmeyi seç. Bil ki aşınır göz, unutulur bakış, söngünleşir dokunuşlar bir gün.
Ve dön, ona gözlerini soldurduğun şu satırları oku:
“Uzlaştırma ve tehcir planları, ormanların yakılması, napalm bombaları ve insanları hedefleyen mayınlar gibi ‘çözümlerin’, biz kendilerine saldırana kadar düşmanımız olmaya ne niyeti ne de gücü olan ‘düşmanlar’ ile ‘kurtarılmaya’ muhtaç ‘dostlar’ın başına neler açtığının farkında değillerdi.” (Hannah Arendt)
Sonra dön ona, içinizdeki yersiz yurtsuzluğu hatırlat bir kez daha.
Yaşadığınız kuşatma halinin dilde, duyguda, düşüncede nerede/nasıl uçlandığını anlat. Yurtsuzlaşmayı, ve evsizleşmeyi tıpkı dilsizleştirilme gibi görmenin yabanlığını anlat.
Evet, sen de altını çiz bu kuşatma halinin sıklıkla. Gücü tekleştiren sözün hiç de istisna bir yanı olmadığını hatırlat üstelik.
Elinizden alınan özgürleşme halinin sizi nasıl dağlara döndüreceğini söyle artık.
III./
Sözün ıssızlığındasınız.
Gene de hatırladığını hatırlatmak istiyorsun ona, tutup “Şarkıcı Josefin ya da Fare Ulusu”ndan bir pasaj okuyorsun. Anlatmak istiyorsun tek başınalığın nasıl bir tekillik olduğunu. Ama gene de ortak bir ıslığın nasıl çalınabileceğini düşlüyorsunuz. Ama önce bir ses nasıl çoğalabilir bunu anlamaya çalışıyorsunuz Josefine’nin öyküsünde.
Dağlara dönünce Kafka geliyordu usuna nedense, bir de bu öyküsü…
“Ne var ki, Josefine bu türlü sanılara kapılsa bile, korkup savaşmaktan yıldığı yok. Hatta şu son zamanda savaş daha da kızıştı; Josefine şimdiye kadar bu savaşı yalnız sözle mi sürdürmüştü, şimdi ona göre daha etkili, bize kalırsa kendisi için daha sakıncalı yollar denemeye başladı.” (Kafka/Kamuran Şipal)
Peki, şimdi gamzeli gülüşlere gizlenen ne?
Bir soru cümlesi olarak kalmasın aranızda. Dokun gözlerine…sözcüklerine dokun, ellerine… Yaksın parmak uçlarını özleyişleri.
Doğa yasasını tanımlamayı değil, doğanın evrende ve insandaki tüm bileşenlerinin keşfine çıkarak; size aynı andalığın zamanını anlatan Einstein’ın çekim gücüne dair söylediklerine dön yüzünü.
Duygu çekiminde sizi aynılaştıranın taşıdıklarını görmezden gelme. Olabilirliği değil, o çekimin size taşıdığı ivmenin akkorlaşma haline git. Gör ki, kendine göreliktir insanı ıssızlıktan çekip alan.
Çağır beni gözlerine diyen sese dönükse yüzünüz, öyleyse gitmeyi seçin. Korkmayın dağların gölgesinden. Kendi menzilinizi yaratmak için gidin; dönün dağlara dağlara.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (13 Mart 2018)