Luigi Malerba’nın Daima İthaka’sına uzanan okurların ilkin duraklaması kaçınılmaz: Homeros’un ikinci destanını, edebiyat tarihinin temel yapıtlarından birini, kısmen de olsa, yeniden yazmaya yeltenmekte bir kibir seçmek zor değil neticede. Bu noktada Odysseia’nın sayısını bilemeyeceğimiz kez yeniden üretildiğini hatırlatmak isterim. Bize ulaşan destan farklı farklı sözel ve yazınsal anlatıların ürünüdür.
Dolayısıyla Homeros’a atfedilen destanla İtalyan avangard edebiyat hareketi Gruppo 63’nin kurucuları arasındaki Malerba’nın yolunun önünde sonunda kesişmesi kaçınılmazdı belki de. Tektaş hâli hiç var olmamış bir metni bir kez daha yeniden yazmak, yukarıda değindiğim süreci göz önünde bulundurursak, yersiz bir deneyden ziyade olağan adım hâlini alıyor. Malerba büyük ölçüde arkeolog rolünde burada: Kalemi eline Odysseia isimli höyüğün alt tabakalarında, ima seviyesinde kalanları keşfetmek maksadıyla almış.
İşe destanın on üçüncü bölümünden, Odysseus’un İthaka’ya döndüğü andan başlayarak metni yirmi üçüncü bölüme dek takip edecek İtalyan yazar. Romanını hemen hemen eşit uzunlukta üç perde olarak kurduğunu düşünebiliriz: Odysseus’un dilenci kılığında saraya gelmesiyle ilk perde, yay yarışmasıyla da ikinci perde kapanıyor. Sahnelerin sıralanışı bakımından destana sadık kalsa da, Malerba’nın kilit öneme sahip bir müdahalesi var burada: Odysseus’u destana bakar bakmaz gördüğümüzden çok daha önce tanıyacak Penelope.
Romana iliştirdiği post scriptum’a bakılırsa, Penelope’nin kocasını çabucak tanıdığı fikrine iki olay yaklaştırmış Malerba’yı. Korfu’da dinlediği bir masal ile karısının destan hakkındaki yorumu. İthaka kraliçesinin kocasını, genel kabul gören yorumun aksine, destanın yirmi üçüncü bölümüne kalmadan tanıdığını öne süren ilk ismin Malerba olmadığına değinmeliyim yine de. O farklı yorumların dökümünün yeri bu metin değil kuşkusuz; ama 12. yüzyılda yaşamış Selanik Başpiskoposu ve Homeros yorumcusu Eustathius’a ithafen, Eustathius Hatası olarak adlandırıla gelmiş yoruma karşı çıkan akademisyenler, özellikle 20. yüzyılın ortasından itibaren, iddialarını bizzat destandaki dizelere dayandırmaktan vazgeçmedi. Penelope’nin Odysseus’u yirmi üçüncü değil on dokuzuncu, hatta on yedinci bölümde tanıdığı üzerine pek çok sav vardır.
Bu nedenle, Malerba’nın destanın yorumlarına asıl müdahalesini başka yerde arama taraftarıyım. Metnin dönüşümlü olarak söz alan iki anlatıcının, Penelope ile Odysseus’un bakış açısının peşi sıra ilerlemesi tasarının böylesinde akla yatkın geliyor ya, okuru asıl sürpriz yukarıda değindiğim üç bölümlü yapının son perdesinde bekliyor. Zira Penelope’nin Malerba’nın kurduğu hâli, Odysseus’un kimliğini açıklamasını takip eden sayfaları bir bilişsel ahenksizlik saldırısına dönüştürecek ölçüde kırgın, kızgındır kocasına. Odysseus’un oyunbazlığının, güvensizliğinin bedelini ona ödetmeye kararlıdır. Büyük kahramanı sahtekârlıkla suçlamakta gecikmez, hatta gözyaşlarına hâkim olamayışını da karşısındakinin yalancılığının kanıtı saydığını ifade eder. Söylediklerine bakılırsa, “Bir kadın karşısında utanmadan ağlayan erkek Odysseus olamaz,” çünkü (s. 121).
Bilişsel ahenksizlik demem bundan: Kahramanın onu tanımlayan mahfazaya, yuvasına ve karısına kavuşmuşken, kim olduğunu kendine dahi inandıramaz hâle gelmesi, benlik algısının altını oyar. Malerba’nın Penelope’si, Odysseus’un Odysseus olduğundan sadece bizlerin, okurların şüphesinin kalmayacağı aşamaya gelene dek zayıflatacaktır onu. Nice zorluğu geride bırakmış, ölüler diyarına gidip geri dönebilmiş kral, kimlik duygusu zayıflamış zihnini ancak Yazı’yla tedavi edebileceğine karar verecek neticede. Kalemi eline alır ve hayatının destanını yazmaya koyulur.
Daima İthaka, sırf edebiyat ile mitoloji arasındaki değil, yazı ile akıl sağlığı arasındaki girift ilişki üzerine de, her şeyin başlangıç noktasında gerçekleştirilmiş bir düşünce deneyi.
edebiyathaber.net (5 Kasım 2024)