Uzun gece, ay yirmi bir,
Büyük çille evvel gelir,
Küçük afat, yaman olur,
Gözleriz olsun çillesi.
Emir Şıktaş
Dünyayı Sırtında Taşıyan Balık, Genç Timaş etiketiyle Özgür Balpınar’ın sıcak ve gerçekçi kaleminden çıkıp raflardaki yerini buldu. Düşperest Serisi ve Canım Arkadaşım kitaplarıyla tanınan ve sevilen yazar Balpınar, bu umut yolculuğunda bizleri bilinenin aksine bu kez küçük kırmızı bir balığın fanusundan dünyayı izlemeye davet ediyor.
Ortadoğu’nun bilinen en kanlı savaşlarından biri olan İran-Irak Savaşı’nın kurgusal atmosferinde geçen Dünyayı Sırtında Taşıyan Balık, hem sokakta yaşayan Emir’in hem de ailesine kavuşmak için onun özgürlüğü olacak bir insanın ellerini bekleyen küçük kırmızı balığın hikâyesi. Emir, tıpkı diğer sokakta yaşayan çocuklar gibi annesi ve babasını vaktinden çok evvel yitirmiş, belki de hiç tanımamış, sevgiyle büyüyememiş, ısınmak, tok olmak nedir bilememiş bir sokak çocuğudur. Ancak sokağın zalim doğasına uyum sağlamak zorunda kalıp katılaşmış olan birçoğunun aksine Emir, umutlarını sevdiği renklerin arasında saklayan, gülmeyi bilen, hayal etmek nedir anlayan, ilkbaharın kokusundan hoşlanan bir çocuktur. Bu da onu diğerlerinden daha farklı yapmaktadır. Bu farklılığından dolayı beraber yaşadığı sokak çetesinden de kolayca dışlanır. Fakat yaşanılan bu zamanlar, gerek yalnız gerekse de çete hâlinde dolaşmak için sokakların hiç uygun olmadığı zamanlardır bu çocuklara; savaş umursamazca, renklerin en güzeli olan kırmızıyı umutsuzluğa ve hüzne çalarak kol gezmektedir, askerler de sokaktaki tüm çocukları zorla toplayıp cepheye koşmaktadır. Devletin sokakta yaşayan çocukları savaşa almak istemesinin sebebinin, arkalarında bekleyenlerinin olmamasının da ötesinde, devletin nezdinde bu çocukların yaşayıp yaşamadığının bile meçhul olmasıdır; bilançonun ötesindeki sayılardır onlar ve ölüm bu çocuklar için ne kadar gerçekse devlet için o kadar yalandır.
“Biz bir gül bahçesinde bitmiş yaban otlarıydık; güllere zararımız dokunmasın diye koparılıp atılıyor, bahçeden uzaklaştırılmaya çalışıyorduk. Bütün çabamız uzaktan seyretmek zorunda kaldığımız o güzeller güzeli bahçede bir yer edinme umudundan ibaretti.”
Böyle bir anda kendini her zamankinden daha da yalnız bulan Emir, Tebriz sokaklarında ondan rahatsız olan insanların bakışları, sanki her an üstlerine atlayıverecekmiş gibi davrananların uzaktan uzaktan adımları arasında Allah’ın bir selamı için hevesle yürürken kırmızı balıkla tanışır. Bir vitrinde, fanusunun içinde neşeyle etrafında dönüp duran bu küçük kırmızı şey, bu zamana kadar hissetmediği bir umut, çiçekleniş ve yaşam olur onun için. Zavallıcık, kırmızı balığına kavuşmak için gece gündüz planlar yapar, yanına gitmediği zamanlarda düşlerinde görmek için geceleri onu hayal ederek uykuya dalar. Kısacası Emir, yaşamını kırmızı balığın peşine koşmaya başlar. Bir gün tam hayallerine kavuşacak, artık kırmızı balıkla beraber uyuyacak, onu bir dakika olsun yanından ayırmayacak imkâna tam da ulaşacakken askerler tarafından cepheye götürülmek üzere yakalanır. Tam bu anda maceranın yönü değişir; küçük güzel balıklar dünyayı renklere boğacakları yere sırtlanlar vahşetleriyle birlikte her şeyin rengini ve tarafını değiştirirler.
Evrendeki ölüm gerçeğine rağmen insanoğlunun hırslı doğası, rekabetçiliği ve dünyanın evrildiği noktada yaşanan üstünlük savaşları tarihi kana bularken, unutulan umudu, hayalleri, kimseye zarar vermeden de yaşanabilecek özgürlük anlayışını saf ve şefkate aç doğasıyla çocuklardan öğreniyoruz bu kitapta. Özgür Balpınar, yalnızca gençlere umudun önemini anlatmakla kalmıyor, biz yetişkinlere de kısılıp kaldıkları dünyalardan bir kapı aralayıp, renkleri ve unutulup giden hayalleri hatırlatıyor.
Çünkü insanın, kendi yaşamını devam ettirebilmek için yaşadığı toprağa zarar vermesi yetmezmiş gibi elindekilerle yetinemeyip kendini de bu zarar verdiği topraklar uğruna öldürebilen anlamsız bir varlık olmasındaki tüm mesele, kitapta da denildiği gibi merhamet ve renk eksikliğiydi.
Seda Sevinç – edebiyathaber.net (23 Aralık 2020)