Hepimizin yaşamında önemli tarihler vardır. Doğum günleri, evlilik yıldönümleri, tanışma yıldönümleri belki de ölüm yıldönümleri. Bunlar kişisel olarak önem atfettiklerimizdir. Bir de toplumsal olarak önem verilen günler vardır, milli ve dini bayramlar gibi… Ya da siyasal duruşumuza göre kıymet verdiğimiz tarihler… Bir de fazla romantikler vardır! Sevgililer günü, anneler günü, babalar günü adı altında bazı tarihlere anlam yüklerler ki benim dünyamda yerini alamamışlardır bu tarihler. Kapitalizmin ucuz birer oyunudur benim için bu günler.
Yakın zamanda geride bıraktığımız bir gün var ki çifte önem taşır benim için. Edebiyat dünyasına “merhaba” dediğim, ilk yazımın yayımlandığı tarihtir bu. Aynı zamanda “kadına karşı şiddete hayır” günü olarak da önemi olan 25 Kasım’dır sözünü ettiğim tarih. Başka türlü söylemem gerekirse 25 Kasım, yazı ile buluşmama sebep olmuştur. Çünkü ilk yazıyı tam da bu konu üzerine yazmıştım. “25 Kasım, Kadına Karşı Şiddete Hayır” başlığı ile.
Ve hoş bir rastlantı mıdır, böyle bir konunun hoşluğu olur mu bilmem ama 25 Kasım günü kapağını kapattığım kitap “kadına karşı şiddeti” işleyen bir ilk gençlik romanıydı. Aslı Der’in Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlanan “Darmadağın”ı. Sadece kitabın adı bile konu hakkında söylenmesi gereken birçok şeyi tek başına söylüyor. Kadına karşı şiddet olarak tanımlasak da bu durumdan etkilenen çocukları da unutmamak gerekir. Dolayısıyla aile içi şiddet olarak tanımlanabilir daha geniş bir ifadeyle. Aslı Der bu kitapta aile içi şiddetin incittiği, yıktığı, darmadağın ettiği yaşamları anlatıyor.
“Ece, babasının tüm aileye yönelttiği şiddetle baş etmeye çalıştığı bir dönemde, apartmana yeni taşınan Cem’le tanışır. Çözümsüz görünen sorunların üstesinden gelmenin, kötülüğe direnmenin yollarını onunla keşfetmeye başlar. Tatilde tanıştığı bir Hollandalı’nın gamsız, tasasız yaşamı yüzünden ikilemlere sürüklense de kaçtığı kafeste Cem’le paylaştıkları, iki genç yüreği de yeni duygulara, yeni düşüncelere sürükler.”
İster mağdur olsun, ister tanık, şiddetin odağındaki bireylerin duygu durumlarını, çaresizliğini ve çıkış yolu arayışını çok iyi bir şekilde hissettiriyor roman. Edebiyatın yaşamın kendisi olduğunu anımsatıyor. Sözcüklerin yaşamı kapsadığı kadar kıymetli olabileceğine iyi bir örnek bu kitap.
Gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alıp ertesi güne unutulan, olağan bir durummuş hissiyle okunan haberlerdir kadına şiddet, aile içi şiddet haberleri. Ana haber bültenlerinde de “Ankara” dan sonra gelir her zaman. Hiçbir zaman manşette olmaz, olamayacaktır. Ya da bir son dakika gelişmesi ile ekranlara taşınmaz. Çünkü kıymeti yoktur kadının. Duygu Asena’nın yıllar yıllar önce dediği gibi “adı yoktur” çünkü. Tacizcisi iyi hal indirimi alır, tecavüzcüsü nikâhına alır, kurtulur. Kadın, eksik etektir en nihayetinde.
Ve öylesine trajiktir ki durumu; bir yanda “şiddete hayır” mücadelesi verilirken öte yanda aynı anlarda şiddet görür. Bu iki haber ardı ardına yer alır ana haber bültenlerinde. Sadece 2015 yılı başından bugüne en az 255 kadının öldürüldüğünü okuduk basında. Tabi bunlar basına yansıyanlar. Ya yansımayanlar. Ve bu 255 kadından sadece birinin adı uzun süreli gündemde kalabildi! Ya diğer 254’ü?
Dönersek kitaba; Aslı Der, böylesine sessiz kalınan bir konuyu, görmezden gelinen şiddeti sözcüklere dökmüş. Dostluğun, dayanışmanın, direnmenin ve tabi ki edebiyatın sorunlara çözüm üretmedeki etkisine ve gücüne vurgu yapmış.
Zaten nitelikli okur sayımız artsa bu sorunlar da ortadan kalkacaktır. Sanırım sorunların temel noktası da burası!
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (7 Aralık 2015)