Salâh Birsel’in bendeki notlarına göz atıyorum. Dahası denemelerini yazarken okuduğu kitaplardan devşirdiklerine. Onun zarflara yerleştirdiklerine, küçük küçük kâğıt parçalarına bakınca, defterle ilişkisinin pek azlığını düşünüyorum. Görüşmelerimizde de, Suadiye’deki evinin çalışma odasında da hep bir ajandaya notlar düştüğünü hatırlıyorum.
Eşi Jale Birsel Ankara’ya taşındığında, ziyaretine gitmiş, Birsel’den kalanları elden geçirirken bu notlarını ve bazı mektuplarını, imzalı kitaplarını seçip almıştım.
Ta o günlerde bir Salâh Birsel kitabı hazırlama düşüncem vardı. Bugünlerde de bu çalışma olgunlaşmakta.
Yazar defterlerime dönünce, Birsel’le ilgili de açılmış bir iki defterimde görüşme/okuma notlarım çıktı karşıma.
“Sanat İnsanlarımız” dizisi için küçük bir kitapçık hazırlamıştım. Ama istediğim daha kapsamlı, monografik bir kitaptı.
Defterlere düştüğüm kayıtlara sevindiğimi söylemeliyim.
Evet, yazı kalıcıdır!
Kardeşim Taner, çektiği Salâh Birsel fotoğraflarını bir türlü ortaya çıkaramıyordu, hard disk kilitlenmişti. Orada daha nicelerinin suretleri vardı.
Dün de, bugün de defterler benim belleğim olmuştur.
Alemdağ’daki eve yerleşince, bir kitaplık boyutundaki defter (yazılmış/yazılmamış) raflarını düzenlerken kendime şaşırmasam da; yakınımdakilerin yazılmış sayfaların hesaplarını yapmalarına gülümsemiştim.
Geçenlerde gazetelerde bir haber vardı; Gabriel Garcia Marquez’in arşivinin dijitalleştirileceğine dair. 18 ay sürecek bir çalışmadan, 24 binden fazla sayfadan söz ediliyordu.
Yılda ortalama, tuttuğum günlüklerin defter sayfa sayısı 600. 1979’dan beri düzenli tuttuğum göz önüne alınırsa… Defterlere yazdığım yazılar ise bunun birkaç katı… Yazdığım kitapların sayfa sayılarını ise hiç hesap etmedim.
Ömrünü edebiyata/yazmaya adayan yazarlar için bu tür sayfa sayıları çok abartılı gelmez. Çünkü işi yazmak, yazı aracı da hep defter ve kalemdir.
Beni kalem kitabı kurmaya/yapmaya götüren de bu olmuştu. Şimdilerde ise “yazar defterleri”ne döndüm yüzümü.
Yurtdışında yazar evleri/müzelerini gezerken sık sık karşıma çıkmıştır onların defterlere yansıyan çalışmaları.
Bir yazar için defter bellektir. Yazma ivmesi, düşünce/duyarlık dünyasının yansımasıdır.
Kendi payıma defterlere yazınca kendimi daha özgür, kendim hissederim. Defter benim arenamdır. Harfler, çizgiler, sözcükler, cümleler, çiziktirmeler… Kitaplara dönüş bakış/yorumlar, tutulan notlar, edilen sözler daha bir zenginleşir orada.
Bilgisayar, benim için, her daim “son işlemci”dir.
Benim yazarım Marguerite Duras’nın “Savaş Yılları Defterleri”ni okuyorum nicedir. Adeta adım adım, sevdiğim bir yolculuğa çıkar gibi… Ona dair defterlerimden birinde yolculuk ediyorum yazdıklarıyla.
Onu okudukça defterlerime sadakatim daha da artıyor.
Tutup kendime bir “defter fihristi” yapma nedenimin ise; defterlerime bakıp da bu işin içinden nasıl çıktığımı merak eden dostlarıma bir nazire değil; bir çalışma düsturu, defterler(inde) iz sürmenin şenlikli yanı olduğunu söyleyebilirim ancak.
Her şeyi yazmam. Ama her şeye yazılacak/anlatılacakmış gözüyle bakarım. Kalem kendi filtresini yazarken yakalar. Hayatı da öyle yaşar, okuyacağım bir kitaba da öyle başlarım. Ve bir kaç defter/im hep yanıbaşımda ya da çantamdadır bu nedenle.
Deftersiz kalmayın, defterlerle yol almayı deneyin; görün bakın nasıl zenginleşeceksiniz.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (19 Ocak 2016)