Gecenin karanlığı yerini sabahın ışıklarına bırakırken aldım elime kalemi. Yaz mevsiminin en güzel saatleri aslında bu zaman dilimi. Günün sıcağından da günden kalan sıcaktan da iz olmuyor pek. Hatta o hafif serinlik, belki bir miktar esinti rahatlatıyor da… Bu mevsimde okumak için de en uygun saatlerin bu saatler olduğunu düşünüyorum. En azından benim için böyle bu. Yorulmadan, sıkılmadan, bunalmadan okuyabiliyorum. Herkesin uykuda olduğu saatler olduğu için telefon sesi, bildirim sesi, kapı sesi hatta dışarıdan gelen bir otomobil sesi dahi olmuyor. Uzun sözün kısası, okumak için eşsiz bir zaman dilimi bu zamanlar.
Kendimle kalabildiğim, kendime kalabildiğim bu zamanın konuğu da adıyla ferahlık veren bir kitap oldu. Yazın bu yoğun sıcaklarını yaşıyorken yağmur özlemeyenimiz var mı ki? “Bir Damla Bin Yağmur” adıyla da anlattığıyla da ferahlık verdi bana.
Düşündüren Yayınları etiketiyle yayımlanan, Aydoğan Yavaşlı’nın yazdığı, Zafer Temoçin’in resimlediği kitapta on üç öykü yer alıyor. “Denizin ve gökyüzünün mavisini, bulutun beyazını, ağacın yeşilini bize ancak incelikler gösterebilir” diye yazıyor arka kapakta. Oysa yaşadığım dünyada ve içinden geçtiğimiz günlerde incelikten ne denli uzaklaştığımızın (toplum olarak) sanırım herkes farkındadır. Her geçen gün biraz daha değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Değersiz-leş-iyoruz. Maddi ya da manevi fark etmeksizin hepimiz günü kurtarmanın peşindeyiz. Çağın getirdiği yeniliklere kapılarak günden güne içimize kapandık, yalnızlaştık. Hepsinden ve her şeyden önemlisi kendi konforumuz, kendi yaşam alanımız. Aydoğan Yavaşlı kör gözüm parmağına misali açık etmese de bu durumu, öykülerin satır aralarından göstermeye çalışmış değer vermemiz gerekenleri.
Yavaşlı’nın anlattıklarına geçmeden önce Zafer Temoçin’in çizimlerine bir parantez açalım istiyorum. O kadar gerçekçi ki çizimler, çizimin ötesinde birer fotoğraf karesi gibi süslemiş sayfaları. Renklerin canlılığı albeniyi artırmış diyelim ve geçelim öykülere. Aydoğan Yavaşlı okurları bilirler, kitaplarında Atatürk sevgisini de kitap sevgisini de çokça işlemiştir. Anladığım o ki; yazar bunu anlatmaya devam edecek. Etmeli de… Yazının başında sözünü ettiğim ‘değersizleşmek’ kavramı bunları da kapsıyor çünkü.
Kitapta yer alan öyküler sadece bunlarla sınırlı değil. “Korkusuz Çocuk” başlıklı öyküde vatan sevgisi, “Ben Bir Yağmur Damlasıyım”da özgürlük, “Benim Adım Küçük Yazar”da yazmaktan daha önemli olanın okumak olduğu, “Bir Varmış Bir Yokmuş”ta büyüğe (ataya)saygı, “Emrah Okula Geliyor”da okul sevgisi/okulun önemi konularını ele almış yazar. Her öyküye bu şekilde değinmenin anlamı yok. Merak edenler kitabı okuyabilirler diye düşünüyorum. Yazar, değer göstermemiz gereken ne varsa ele almış öykülerinde.
Kullandığı dile gelince… Yavaşlı, dil konusunda hassas olan yazarlardan. Temiz, saf bir Türkçe kullanmış. Öztürkçe olsun gayretiyle çocukların karşılaştıklarında anlam vermekte zorlandıkları sözcükler yok bu kitapta. Daha açık bir ifadeyle okurun dilini yakalamış yazar. Ki bu da önemli bir detaydır. Nedenine gelince, Yavaşlı ve emsali yazarların yazmaya başladıkları dönemdeki dil kullanımı ile bugünün çocuklarının dili aynı dil değil. Güne ayak uydurmak, çağı yakalamak önemli konu. Hele ki yazan bir insan için çok çok önemli.
Sonuç olarak “Bir Damla Bin Yağmur” keyifle okuduğum bir kitap oldu.
edebiyathaber.net (11 Temmuz 2022)